Seyit Aslan yazdı...
Bugün Türkiye’de kayıtlı yaklaşık 17 milyon, mülteci işçilerle birlikte kayıt dışı çalışanları da katarsak yaklaşık 30 milyon işçi var. Bu işçilerin sadece yaklaşık 2.5 milyonu sendikalı, toplu sözleşme kapsamında olan işçi sayısı ise yalnızca 1 milyon 350 bin.
Her 100 çalışandan 85’i iş güvencesinden yoksun. İş güvencesi yalnızca belirli koşulları taşıyan sınırlı bir kesimi kapsıyor; kalan çoğunluk hiçbir yasal korumaya sahip olmadan çalışıyor. Bu milyonlarca işçinin çalışırken hakaret, baskı ve mobbinge uğraması; fazla mesai, izin, tatil gibi haklarını talep edememesi; sesini ancak işten atıldıktan sonra çıkarabilmesi anlamına geliyor...
Hakları için dava açan işçiler mahkemelerde yıllarca süründürülüyor; işçiler, emekçiler bir kez daha mağdur ediliyor. Hatta işçiler davayı kazansalar bile işlerine geri dönemiyor, sonuçta iş yerindeki sendikal örgütlenme tasfiye ediliyor. Sendikal bürokrasinin iş birlikçi tutumu, uzlaşmacı sendikal anlayışlar, sendikalar arası rekabet de katılınca işçilerin önüne adeta barikat kurulmuş oluyor...
12 Eylül askeri darbesiyle önü açılan, AKP iktidarları döneminde vahşileşen ucuz emeğe dayalı sömürü düzeni, İş Kanunu’ndan Sendikalar Yasası’na, grev ve lokavt düzenlemelerine kadar her alanda işçilerin aleyhine düzenlemelerle tahkim edildi. Kısaca bugün sendikalaşmak, toplu pazarlık ve grev hakları fiilen kullanılamaz durumda.
"Birlikte kazanmayı hedefliyoruz"
Emek Partisi olarak ocak ayından beri yürüttüğümüz “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” kampanyası, işçi sınıfının gasbedilen temel hakları için ortak bir mücadele hattı örmeyi, bu hakları hep birlikte kazanmayı hedefliyoruz. Kampanya kapsamında birçok ilde çeşitli iş kollarından işçilerin ve sendikacıların katılımıyla, akademisyenlerin, hukukçuların desteğiyle toplantılar, etkinlikler düzenlendi. Onlarca iş yerinden, fabrikadan imzalar toplandı...
Sendikal hakların genişletilmesi ve demokratikleştirilmesi amacıyla hazırladığımız kanun teklifini, işçi ve emekçilerin imzalarıyla birlikte Meclise sunacağız. Bu doğrultuda CHP, DEM, TİP, Yeniyol grubu, İYİP ile de görüşmeler yaptık; teklifi geniş bir mutabakatla vermek üzere çaba gösteriyoruz...
Yasal değişikliklerden öte asıl amacımız bu talepler etrafında birleşik, güçlü bir mücadele zemini yaratılmasına katkı sunmak. Sendikal haklarımızın önündeki tüm engellerin kaldırılması, grev hakkının gerçek bir hak haline gelmesi ve iş güvencesinin tüm emekçilere tanınması için verdiğimiz mücadeleyi hep birlikte büyüteceğiz...
Asgari ücret beş aydır açlık sınırının altında...
Erdoğan-Şimşek programı işçi ve emekçiler üzerindeki sömürüyü katmerleştirmekte. 2025 yılı için belirlenen asgari ücret beş aydır açlık sınırının altında. Hem kamuda hem özel sektörde TİS görüşmelerinde tahmini, yani bastırılan, gerçekleri ifade etmeyen düşük enflasyon oranlarına göre ücret teklifleri yapılmakta. Türkiye’de artık ortalama ücret haline gelmiş olan asgari ücretle geçinmek mümkün değil. Bu nedenle ek zam ile ücretlerin iyileştirilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir ve milyonlarca işçi de hayat pahalılığı karşısında ezilen ücretlerine ek zam talep ediyor...
İnsanca yaşam talebi TİS masasında karşılanmadığı için greve giden ya da grev hazırlığı içinde olan iş yerleri de var. Aslında son yıllarda ücret savaşları lokal düzeyde de olsa artmış durumda. Bu mevzi savaşlarında belli düzeyde kazanımlar da elde edildi, ancak bunlar kısa sürede anlamını yitiriyor. İşçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi talepleri çoğu yerde baskı ve işten atma ile karşılanıyor...
Ücret ve çalışma koşulları mücadelesinin sonuçlarının kalıcı olabilmesi için işçilerin örgütlü hareket etmesi gerekir. Sendikasız iş yerinde zam talebi dile getirmek bile baskıyla karşılaşırken, sendikalı bir iş yerinde topluca pazarlık yapılabilir. İşten atma korkusunun ortadan kalkması, taleplerimizi daha güçlü savunmamızı sağlayacaktır. Kampanyamızda dile getirilen sendika, grev ve iş güvencesi hakkı bu noktada anlam kazanıyor. Yalnızca bugünün kirasına, faturalarına değil; yarının güvenceli işine, sendikalı yaşamına da çağrı yapıyoruz ki kazanımlar kalıcı olabilsin. Diyoruz ki örgütlenme özgürlüğü, grev hakkı gibi demokratik haklarla ne kadar ücret aldığın, hangi koşullarda çalıştığın, nasıl yaşadığın arasında doğrudan bir bağ var. Bu yüzden bir bütünün parçaları olan bu mücadelelerin bir arada verilmesi gerekiyor...
Kampanya 15-16 Haziran’da Meclise sunulacak...
Hazırladığımız kanun teklifini, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin yıl dönümünde TBMM'ye sunacağız. Çünkü bu teklifin içerdiği düzenlemeler, salt teknik bir müdahaleden ibaret değildir, 54 yıl önce sokakları ve meydanları dolduran yüz binlerce işçinin taşıdığı iradenin bugünkü temsilidir...
Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük işçi eylemlerinden olan 15-16 Haziran Direnişi, 1970 yılında Meclisten geçirilen ve sendikal örgütlenme hakkına, sendika seçme özgürlüğüne kısıtlama getiren yasal düzenlemeye karşı, konfederasyon ve sendika ayrımı gözetmeksizin tüm işçiler tarafından gerçekleştirilmişti. Bugün yeniden barajlarla, yasaklarla, fiili baskılarla ortadan kaldırılmış olan örgütlenme hakkının kullanılabilir hale gelmesinin yegane yolu da, tıpkı 1970’te olduğu gibi sınıfın birleşik mücadelesinden geçmektedir. 15-16 Haziran ruhu, bize yalnızca geçmişin mirasını değil, geleceği kazanmanın yolunu da göstermektedir. Bütün işçi ve emekçileri 15-16 Haziran’ın yıl dönümünde “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” demeye çağırıyoruz...