Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN yazdı...
Abdullah Öcalan’ın Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) tarafından İstanbul’da düzenlenen “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”nda okunan "Barış ve Demokratik Toplum İnşasıyla Sosyalizmi Yeniden Kazanalım" başlıklı metninde birçok açıdan tartışmaya açık ve ilkesel olarak eleştirilebilecek çok şey var. Örneğin kültür ve toplum tarihi açısından yapılan açıklamanın tutarsızlıkları kolayca gösterilebilir. Siyasi kavramların keyfi ve içeriği boşaltılmış olarak kullanımı muhakkak eleştirilebilir. Ama bu yazımızda onun diyalektik kavramına getirdiği “yeniliği” ele almak istiyoruz...
Öcalan, konferansa sunduğu “teorik çözümlemelere dayanarak yeni bir siyasi program ve örgütlenme” anlayışı geliştirilmesini talep etmektedir. Yeni siyasi program ve örgütlenmeden beklenen, insan türünü tehdit eden bir hastalık düzeyine” ulaşmış olan kapitalizmin açmazlarına dair ikna edici bir çözüm perspektifi sunmaktır...
Kapitalizmin açmazlarını aşmak için “sosyalizmde” hala “ısrar” ettiğini belirtiyor, hatta bunu insan olmanın bir koşulu olarak belirtiyor. Dolayısıyla Öcalan “sosyalizmin hala mümkün” olduğuna inandığını belirtiyor...
Bu onu “hem barış hem de demokratik toplumu inşa etmeye dönük bir miras olarak” gördüğü “(t)arihteki sosyalist gelenek” ile hesaplaşmaya götürüyor. Ama “(b)u mirası doğru sahiplenmek” gerektiğini düşünüyor. Demek ki Öcalan’a göre bu mirasın “yanlış” sahiplenilmesi mümkündür...
Uluslararası sosyalist mirasın doğru sahiplenilmesi nasıl mümkün olacaktır? Bunun için “bazı temel konularda” bir “Marksizm ve reel sosyalizm” eleştirisi yapılmalıdır ve bu aynı zamanda bir “özeleştiri” olarak kavranmalıdır...
Öyleyse eleştiriye nereden başlanmalıdır? Öcalan, “(ü)topik sosyalistler”in ve “Marksistler”in “19. yüzyıldan beri kapitalist hegemonik sistemi kapsamlı biçimde eleştirmiş olsalar da sonuç alıcı bir çizgi” geliştiremediklerini düşünmektedir...
Ütopik sosyalistlerin ve Marksistlerin neden “sonuç alıcı bir çizgi” geliştiremediklerine ilişkin açıklanması pek kolay olmayan bazı anlamsız tarihsel “açıklamalardan sonra işi en temeldeki felsefi probleme getiriyor Öcalan. Buna göre eleştirinin, mirası sahiplenmenin, “sosyalizmi bir anı olmaktan çıkarıp halkın nabzında canlı bir toplumsal güç haline” getirmenin yöntemi nedir?
İddiaya göre Öcalan “tüm” yaşamını “bu umudu”, yani sosyalizm umudunu “yeniden kurmaya” adamış. Öcalan soruyu şöyle yanıtlıyor: “Bu süreçte temel yöntem diyalektik materyalizmdir.” Daha nedir diyalektik, nedir materyalizm diye sormaya dahi vakit bırakmadan ekliyor: “Ancak klasik diyalektiğin bazı aşırılıklarının aşılması gerekir.” “Klasik diyalektik” nedir? Literatüre bir “kavram katkısı” gibi duruyor. Diyalektiğin tarihinin hangi dönemine denk geliyor acaba? Neyse! Bazı aşırılıkları aşılmış “klasik” diyalektiğin yerine önerilen “yeni” diyalektiğin özelliği nedir?
Bilindiği üzere diyalektik çelişkiyi rasyonel düşünmenin bir yöntemidir. Klasik diyalektikten farklı olarak yeni diyalektiğe göre “çelişkiyi yok edici bir mantıkla değil, dönüştürücü bir tarihsel perspektifle ele almak gereklidir.” Diyalektik felsefe çerçevesinden çelişkiye “yok edici bir mantıkla” yaklaşılıp yaklaşılmadığı bir tarafa; çelişkiyi “dönüştürücü bir tarihsel perspektifle ele” almanın amacı nedir?
Yeni diyalektik materyalist yöntem çerçevesinde çelişkiyi oluşturan zıt unsurların (“burjuvazi” ve “proletarya”) birbirini yok etmesini amaçlaması yerine “birbirini besleyen toplumsal olgular olarak” görmelerini sağlamak “zorundayız” diyor Öcalan. Öyleyse Öcalan çelişkiyi aşmak değil muhafaza etmek istiyor...
Öcalan’ın “klasik” dediği diyalektik yaklaşıma göre, çelişkinin çözümü çelişkiye içkin olarak kavranır. Bu durumda çelişkiyi çözmek isteyen de kendisini çelişkiye içkin olarak kavrar ve çelişkiyi oluşturan zıtlardan çelişkiyi çözmeye aday olarak gördüğünün bir iç unsuru haline gelir ve çelişkinin çözümü için mücadele eder...
Öcalan’ın “yeni” diyalektiğine göre “dönüştürücü bir tarihsel perspektifle” yaklaşıldığı için artık çelişkinin herhangi bir biçimde çözümü amaçlanmamaktadır. Aksine “yeni” diyalektik yaklaşıma göre dışarıdan bakılmaktadır ve çelişkiyi oluşturan zıt unsurların (“burjuvazi” ve “proletarya”) “birbirini besleyen toplumsal olgular olarak” görmeleri sağlanmak istenmektedir...
Böylece dışarıdan kalkan tanrısal bir sihirli değneğin etkisiyle birbiriyle maddi çıkarları nedeniyle çatışan “burjuvazi” ve “proletarya”dan oluşan “demokratik toplum sosyalizmi temelinde demokratik kurtuluşa” beraber yürünecektir...
Abdullah Öcalan, insanlığın, tüm canlıların ve doğanın geleceği bakımından tehdit oluşturduğunu düşündüğü kapitalizmi aşmak istiyor. Klasik diyalektiği aşırı bulduğu için yeni bir diyalektik öneriyor ve bunun için düşüncemizi hareket ettirip değiştirmek istiyor. Ve nihayetinde sosyalizmin yeniden canlı bir alternatif haline gelmesi için örgütlü kolektif özneyi yeniden yapılandırmak istiyor...
Görünüşe göre her bakımdan hareket ettirmek ve değiştirmek istiyor. Ama bu değişim programı için temel alınmasını önerdiği felsefe tüm hareket kapasitesini yitirmişe benziyor, çünkü hareket ettirici güç olan çelişkinin kendisini oluşturan zıt, yani hareket ettirici çatışan güçler şimdi uslanıp, yeni orkestra şefinin de yardımıyla “birbirini besleyen toplumsal olgular olarak” göreceklerdir. Böylece koyun ile kurt dost olacak, ateş ile su buluşacak ve sonunda diyalektik de nihayet buharlaşıp kanatlanacaktır...
* Bu bir editöryal haberdir.








