Baba Ekmeği...

Baba Ekmeği...

Cemal AKÇA yazdı...

Kırk beş yıl olmuş… Dile kolay.
Buralardan gideli, o topraklara ayak basmayalı tam kırk beş yıl. Çocukluk arkadaşlarımın çoğu da benim gibi çoktan terk etmiş memleketi. Kimi ekmek parası için gitmiş, kimi kendine yeni bir hayat kurmak için. O yüzden köylerde ve Tuzluca’da  beni tanıyan pek kalmamış. Tanıyanlar da ya yaşı geçmiş ya da artık dünyada değil...

Karavanımla ağır ağır Tuzluca’nın içinden geçerken, fark ediyorum: Bakışlar üzerimde.
Saçlarım biraz uzun, giydiğim şeyler köy ölçüsüne göre biraz salaş. İnsanlar önce hafif bir merakla süzüyor, sonra yanındakine fısıltıyla bir şeyler soruyor...

Ama işin aslı öğrenince. Hele bir Kürt amca tanıyıversin, kucaklarcasına boynuma sarılıyor: Viy babo! Niye demirsen Hacı Esko’nun oğlu olduğunu? Ben sana gurban olayım dayımın oğlu!

O an susuyorum...

Sadece gözlerine bakıyorum. Onun sesi titriyor, benim içim titriyor. Ve gözleri dolarken, babamdan bahsediyor: Onun nasıl iyi bir insan olduğundan, nasıl bir lokmasını paylaşan biri olduğundan…

O sevgi dolu sözlerin içinden yıllar süzülüyor. Kalbime değiyor hepsi, bir bir...

Bu dokunaklı anı, Aşağı Başköyde’de yaşadım...

Tillik köyüne doğru yola çıkmıştım ama yol çok bozuktu. Geri dönmeye karar verdim.
Yüksekten Başköy’ü şöyle bir izledim, bir iki kare çektim. Tam dönüyordum ki biri el kaldırdı, beni durdurdu...

— Türksen?
— Evet.
— Nerelisen babo?
— Ağağey köyündenim.
— Viy kimlerdensin lo?
— Hacı Esko’nun oğluyum.
— Vay! Ben sana kurban olam kirvamın oğlu! Hele gel, hele gel,sana bir oğlak yedirmeden bırakmam ha! Rahmeti baban oğlak’ı çok severdi...

Bir anda evinin önünde  bir masa kurdu. Hemen birkaç telefon görüşmesi yaptı Kürtçe. Konuşmasını yarı yamalak anlamasam,beni dövmek için birilerini sesliyor diye düşünürdüm.İki dakika geçmeden dört kişi daha geldi. Yaşça bana yakınlar...

İkisi kardeşmiş, biri Memet kirvemin oğlu, biri İbrahim Bey’in oğlu, diğeri de Sait Bey’in oğluymuş. Her biri boynuma sarıldı, içten, sıcacık: Hoş geldin kirve! Başım gözüm üstüne geldin. Sana kurban olayım. Baban rahmetlinin az mı çöreğini yedik kirvem…

Bu sözler içime öyle bir işledi ki.Sanki babam oradaydı da, sessizce gülümsüyordu...

Çaylar geldi. Sohbetin ortasında bir traktör yanaştı. Baktım, siyah tüylü ama alnı ve bacakları bembeyaz bir oğlak indiriyorlar.
Köyde sadece sığır besleniyor biliyorum. Bu oğlak da nereden çıktı derken, sonradan öğrendim: Meğer başka bir köye haber uçurmuşlar, özel siparişle oğlak getirtmişler...

Gözlerim doldu ama belli etmedim...
Kıvırmaya çalıştım: Kirve… Ben gece araba kullanamıyorum, başka zaman gelir, uzun uzun otururuz...

Ama hemen karşılık geldi: Viy kirvam! Burada kalırsın! Biz de sizde az mı kaldık babo?

O an o kadar insanı, o kadar köklü bir sıcaklık vardı ki.Orada kalmasam da, kalbim o masada kaldı.Söz verdim: Yaylaya çıktıklarında, mutlaka gideceğim. Mutlaka uğrayacağım...

Sonra döndüm. Tuzluca’ya. Ama ruhumun bir parçası, hâlâ o köy evinin tahta masasında, çay bardağının buğusunda bekliyor beni...

Belki de baba ekmeği, sadece bir ekmek değildir. İnsan bazen yıllar sonra bile o ekmeğin hatırına sarılır, gözleri dolar.
Ve bir köyde, bir oğlak kesilir babasının hatırı için…

Yattığın yer gülüstanlık olsun baba…

(Cemal T.Akça
15 Haziran 2025
Tuzluca…

(Fotoğraf : Aynullah AKÇA/Stüdyo Vedat-1968  )

Önceki Haber ABD Emperyalizminin vurucu gücü İsrail barbarlığını ancak halklar durdurabilir!
Sonraki Haber "Savaşa hayır! Yaşasın barış!"
Benzer Haberler
Rastgele Oku