Hasan ÇERÇİOĞLU yazdı...
Kendimden bahsetmeyi sevmeyen bir insanım. Hatta kitaplarıma özgeçmişimi de yazmıyorum. Ama öyle bir duruma geldi ki hangi koşularda çalışıp bu noktaya geldiğimi kimse bilmez. İşte bunu hatırlatmak için biraz kendimden bahsetmeyi uygun gördüm...
Bildiğiniz gibi adım Hasan Çerçioğlu, Kellerliyim. Keller Köyü Akçadağ’a 7 km uzaklıkta bir dağ köyüdür. Yakın tarihlere dek katırlar bile zor çıkardı. Dağdan aşağı bakıldığı zaman kendinizi gökyüzünde, Akçadağ’ı da yeryüzünde görürsünüz, o derece yüksek ve sarptır bizim köyümüz...
Genellikle az topraklı, dar gelirli, yoksul insanların yaşadığı bir köydür. Kimsenin kimseden farkı yoktur. Bizim de hiç toprağımız yoktu. İlkokulu yalınayak, ortaokulu çarık giyerek okudum. Her zaman her yerde hep Atatürk’e duacıyım. Onun açtığı aydınlık çağdaş eğitim sayesinde önce Köy enstitüleri sonra öğretmen okullarını açarak yoksul köy çocuklarının okumasına yol açmıştır.Ortaokuldan sonra Diyarbakır Öğretmen Okulunu kazandım. İlk kez sıcak bir yemekle orada tanıştım. İlk kez sırtım bir ceket, ayağım sıcak bir ayakkabı orada gördüm. İlk kez insanları, dünyayı, kitapları orada tanıdım ve öğrendim...
Sonra Öğretmen oldum. 1969 Öğretmen boykotuna katıldığım için öğretmenliği de bana çok gördüler. Mesleğime bir daha dönmemek koşuluyla son verdiler. Bu arada bir çıkar yol aradım. Liseyi dışarıda bitirerek Üniversiteye girdim. Gündüz çalışarak gece okudum. Beş yıllık öğrenimden sonra Mühendis oldum...
Karayolları 4. Bölge de çalışırken 12 Eylül geldi, TMMOB davasında yargılandım.Çünkü o zaman İMO Ankara şubesi yönetimindeydim. 12 Eylül gelince, devlet kadroları tümden değiştirildi. Solcuları devlet kadrolarından temizlediler. Böylece bize yine yol göründü. O şirket, bu şirket, derken çoğunluğu özel sektörde olmak üzere tam 43 yıl mühendislik yaptım...
3K lı olarak damgalanmıştım. Bu nedenle hep horlandım. Suçum Kürt, Komünist, Kızılbaş olmaktı. 43 yıllık mühendislik yaşamım boyunca üç adet roman yazdım. Yine de yazmaya devam ediyorum. Ezilmişleri horlanmışlıkları yazdım yazıyorum. “Kürecikte Güneş Geç Doğar” adlı romanımda 12 Eylül öncesi ve sonrası Üniversite gençlik olayları ile Kürecikte yaşanan acıları ve işkenceyi yazdım...
“MÜFREZE” adlı romanımda, tarihsel olarak yine Kürecikte bir derviş çıkmış “ Paraya şeytan” demiş. “Vay sen bunu niye söyledin?” diye Osmanlı Müfrezesi, Kürecik'te taş üstünde taş bırakmamış...
İşte bu zulüm olayını yazdım. Yakın tarihte de yine Kürecikte bir zulmü konu eden “ MAMADALİ” romanını yazdım. Ben genellikle kendimden bahsetmeyi pek sevmeyen bir insanım. Ben bu halde iken bazı kesimler beni hainlikle, bazı kesimler de beni koyu Atatürkçü olmakla suçlayarak kitaplarımın satılmaması için her tür engeli çıkarmaktadırlar...
Ben para kazanmak için değil, kitaplarım okunsun diye yayın evinde kendi kitaplarımı satın alıyor, zor koşullar altında fuar fuar dolaşıp kitaplarımı okuyucuya ulaştırmaya çalışıyorum. Yayın evinin umurunda değil. O ticari gözle bakmaktadır. Kitabın basımı için yeteri kadar parayı benden aldı...
Şimdi de elini sıcaktan soğuğa değdirmeden üstüne yüksek bir fiyat koyarak internet üzerinde kitabı satışa çıkarmış. Bu yolla kitabımın okuyucuya kolay ulaşmayacağını bildiğim için, kendi olanaklarımı zorlayarak okuyucuya ulaşmaya çalışmaktayım...
Benim okuyucularımdan, istediğim tek bir şey var. Kitabımı alan okuyucu, bir dostuna kitabımı önerirken görüşlerini, kitabın içeriğini anlatırsa bana bir iyilik etmiş olur. Böylece kitaplarımın tanınmasına vesile olurlar. Bizim, gazetelere çarşaf çarşaf reklam vermek gibi bir lüksümüz, ya da televizyonlarda tanıtacak kadar bol miktarda paramız da yok...
Tek reklam ve tanıtım aracım. Fecebook, Twitter'dir ve okuyucularımdır. Bundan başka tanıtım aracım yoktur. Sizlerden ilgi bekliyorum…