Kadir ÇELİK yazdı...
Türkiye’nin son otuz yılında gözle görülür bir sosyo ekonomik değişim yaşandı: Düne kadar sistemin dışına itilen muhafazakâr kitleler, siyasal iktidarın ele geçirilmesiyle birlikte etkili bir ekonomik güç kazandı.
Ancak bu güçlenme, beraberinde sıradan bir zenginlik değil, gösterişli bir dönüşüm getirdi. Ortaya çıkan sınıf, kendini “İslami sermaye” olarak tanımlıyor; ancak yaşam tarzı, inandıkları değerlerle derin bir çelişki içindedir...
Küçük esnaflıktan holding patronluğuna yükselen bu sonradan görme kesim, dini değerleri hayatının merkezine aldığını söylerken, Batılı burjuvazinin en parlak vitrinleri ile ilişkilenmekten geri durmamaktadır. Rolex’li tespihler, Chanel çantalar, Versace başörtüler, lüks arabalarla yapılan umre yolculukları, yaldızlı iftar sofraları artık yeni norm halini almıştır. “Tevazu”nun yerini “görünürlük”, “sadeliğin” yerini “şatafat” almış durumdadır...
Ortaya çıkan tablo: dini retorikle süslenmiş ama görgüsüzlükle malul bir “yeşil zenginlik” sınıfı. Liyakatsizce edinilmiş servetin, kültürel sermayeyle desteklenmeyen bir habitus içinde nasıl grotesk formlara büründüğünün en net örneği. “İslami sermaye” ya da “mütedeyyin burjuvazi” gibi kavramlarla tanımlanmaya çalışılsa da, bu sınıf gerçekte ne bir burjuva ethosuna ne de sahici bir dini duyarlılığa sahip. Bu, daha çok kapitalist gösteriş kültürüne entegre olmuş post-modern bir taşralılığın abartılı performansıdır...
Bu sınıfın hızlı zenginleşmesi, kültürel bir altyapıyla desteklenmediği için doğal olarak tüketim alışkanlıklarında dozu kaçmış bir “sonradan görmelik” göze çarpıyor. Para kazanıldı ama görgü, estetik ve derinlik çoğu zaman yerini sadece taklitle doldurmaktadır. Bu da Türkiye’nin muhafazakâr zenginlerini, hem halktan hem de geleneksel burjuvaziden uzak ucube bir kesime dönüştürdü...
İslami burjuvazi, aslında bir ideali temsil edebilirdi: İnançla uyumlu, erdemli ve adil bir ekonomik sınıfın yaratılmasına ön ayak olabilirdi. Ancak gelinen noktada ortaya çıkan şey, Batı burjuvazisinin kopyası fakat çelişkilerle dolu bir versiyonu oldu. Dini değerler vitrin süsüne dönerken, yaşam biçimi “helâl” kılıflı bir kapitalist gösteriye evrildi...
Bugün geldiğimiz noktada “İslami burjuvazi” denen yapı, ne ekonomik anlamda sürdürülebilir bir sınıftır, ne de ahlaki olarak topluma örnek olabilecek bir modeldir. Aksine, toplumun vicdanında ve estetik belleğinde derin bir rahatsızlık uyandıran, çelişkilerle dolu bir sınıfsal karikatüre dönüşmüştür. Bu karikatür, yalnızca zenginliğin değil; değerlerin de nasıl metalaştırıldığının, içinin nasıl boşaltıldığının canlı kanıtıdır...
Sonuç mu? Tevazu söylemiyle inşa edilen saraylar, yardımlaşma mesajlarıyla bezeli milyonluk düğünler, dua ile açılan ama israfla kapanan sofralar… Türkiye’de İslami burjuvazi yükseldi ama beraberinde hem inancın içini boşalttı hem de toplumun vicdanında derin bir çatlak yarattı...