İnsan bedeni, güzellik endüstrisi ve dijital pazar...

İnsan bedeni, güzellik endüstrisi ve dijital pazar...

Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN yazdı...

Geçtiğimiz günlerde bir „sosyal medya fenomeni“ olduğu kabul edilen „Nihal Candan” çok genç yaşta, henüz daha 30 yaşına girmişken, önünde daha upuzun bir yaşam varken kalbi durdu ve yaşama veda etti. Asıl adı Gülnihal Çiçek olan Nihal Candan uzun süreden beri “anoreksiya nervosa” olarak adlandırılan hastalığı nedeniyle uzun süredir tedavi görüyordu. Candan’ın yeme bozukluğu anlamına gelen anoreksiya nervosa hastalığından ölmüş olması, sosyal medyanın işlevi ve genel olarak toplumsal ilişkilerde insanın bedeninin estetik yargı konusu yapılmasına dair eleştirel bir bakış geliştirmeyi gerekli kılıyor...

ANOREKSİYA NEVROZA NEDİR?

Anoreksiya nervoza, kilo alma korkusuyla, insanın beslenmesi için elzem olan yemek yemeye karşı oluşan psikolojik direnç ile başlar ve sonra ciddi ciddi bir yemek yeme bozukluğuna kadar varabilir. Uzmanlar “anoreksiya nervosa” hastalığına neden olabilecek nedenleri şöyle sıralıyorlar: genetik yatkınlık, kişilik özellikleri, aile dinamikleri, toplumsal ve kültürel baskılar, travmatik yaşam olayları, beyin kimyasal dengesizlikleri, medya ve sosyal medya etkisi, meslek ya da hobilerle ilgili baskılar.
Hastalığın genetik ve fizyolojik nedenleri ayrı ve uzmanları tarafından incelenmesi gereken bir konudur. Candan’ın bir sosyal medya fenomeni olması, 2014 yılında TV8’de yayınlanan “Bu Tarz Benim” adlı moda yarışmasına katılması ile geniş kitlelerle buluşması, sosyal medyanın hayatımız üzerindeki etkilerini daha eleştirel bir gözle incelememiz gerektiğini gösteriyor...

SOSYAL MEDYA VE İNSAN BEDENİNİN ESTETİK NESNE OLARAK PAZARLANMASI...

Aslında bir bilgi paylaşma ve iletişim ağı olan sosyal medya bugün artık çok yaygın olarak ticaret yapma aracına dönüşmüştür. İnsanlığın ortak mirası olan ve yaratılırken nice özverilere mal olan bilim ve felsefe dahi sanki birilerinin özel mülkiyetiymiş gibi ticarileştirilmek isteniyor.Sosyal medyada bedenin özellikle de kadın bedeninin metalaştırılıp ticari bir nesneye dönüştürülmesi, yaygın bir olgu halini aldı. Bunun bir nedeni elbette hâkim muhafazakâr toplum yapısının ve anlayışının sonucu olan cinsel açlıktır. Gençliğin yaşından kaynaklanan doğal ilgisi araçsallaştırılıp kötüye kullanılmaktadır. Hiçbir şekilde etik olmayan bu durum ayrıca kışkırtılan cinsiyetçilik sonucu kadının bedenini bir kazanç objesi ve metalaştırılmış toplumsal cinsel şehvet nesnesi haline getiriyor.
Her konuda ahlakçı kesilen hâkim muhafazakâr anlayış, her şeyi metalaştıran piyasa ilişkilerinin kadının bedenini metalaştırması karşısında tüm etik kurulları ve kaygıları hemen askıya alabiliyor ve geri yaslanıp olup bitenleri seyredebilir...

METALAŞMIŞ BEDENLER…

Metalaştırılan bedenin sahibi hakkında ne söylenebilir? Onun kendisini kendi bedeniyle bir meta olarak ilişkilendirmesi hakkında ne söylenebilir? Bunu Karl Marx’ın yaşamı yaşamak yerine “para biriktirmek” tutumu içine girilmesini bekleyen kapitalist mantığın sonucunu betimlerken söylediklerini aktararak betimlemek mümkün. Bu, öldüğü iddia edilen Marx’ın ne kadar canlı olduğunu da gösterecektir...

Kendi bedeniyle meta ilişkisi kuran birisi -ki insan bedenini metalaştıran tüm ilişkiler ondan bunu bekler-, Marx’a göre, her şeyden önce kendinden, hayattan, tüm insani ihtiyaçlardan vazgeçecektir. Bedenini demir gibi disiplin altına alacak, onu hissetmeyi neşe ve sevinç konusu değil, bir ızdırap kaynağına dönüşecektir. Zira bedenin yapısında olacak en ufak bir değişiklik, hele deformasyon, artık onun meta olarak işlem görmemesi anlamına gelecektir. Bu, korkulu bir rüya veya adeta bir avcı gibi ilgili kişinin her düşüncesini takip eder...

Fakat biyolojik saat işler ve bedeniyle estetik bir meta olarak ilişkilendiği için, onun için bir kazanç kaynağı anlamına da gelen bedeninin beslenme gereksinimi kendisi için sanki bir zül gibi gelir. “Ne kadar az yer az içer” ise vücudunun estetiğini, yani meta olarak işlem gören bedeninin mevcut yapısını o kadar çok korur. Bu da insanın kendisine sadece psikolojik ve toplumsal bir varlık olarak değil, aynı zamanda biyolojik bir varlık olarak da kendi bedenine yabancılaştırır...

İNSANIN BEDENİ VE KAMUSAL ESTETİK BAKIŞ..

Elbette başkaları tarafından nasıl algılandığımız hepimiz için neredeyse yaşamsal bir meseledir. Estetik bakımdan da hoşa gitmeyi istemişi herkesin en büyük ve en doğal arzusudur. Teker teker kişilerin kendilerini başkalarının hoşuna gitmek, başkalarına güzel görünmek için hazırlaması, giyindirmesi, vücut estetiğini doğal yöntemlerle, hatta bilimsel tıbbın müsaade ettiği, sağlığı olumsuz etkilemeyecek cerrahi müdahalelerle buna göre şekillendirmeye çalışması en doğal hakkıdır...

Fakat toplum kişilerin bedenini estetik yargı konusu yapabilir mi? Felsefenin buna en geç modern felsefe ile vermiş olduğu çok açık bir yanıt vardır. Toplumda genel olarak “şişman” olan aptal olarak algılanır. Zayıf olan çelimsiz, savunmasız, hatta bazen hiçbir şey olarak işleme tabii tutulur. Her iki durumda da zayıf olan da şişman olan da rastgele konmuş normların dışına düştüğü için küçük görülür, aşağılanır. Bu toplumsal baskıdan kurtulmak elbette çok güçlü bir karakter sahibi olmayı şart koşmaktadır...

MODERN FELSEFEDE DURUM ÇÖZÜMLEMESİ...

Modern felsefenin ikinci kuşaktan kurucularından John Locke, dış görünüşün insanın karakterine işaret olarak alınamayacağını belirtir. Dış görünüşü sadece giyim kuşam anlamında almamak gerekir. Locke’un söylediğini pekâlâ deri rengi anlamında da alabiliriz. Dış görünüş, vücut yapısı, deri rengi insanın karakterine işaret eden ölçüler değildir. Bunlar insanın karakterine ilişkin kıstaslar olarak alınırsa açıkça ırkçılık yapılmış olunur. Bu yaklaşım modern felsefe için kurucu değerdir. Bu nedenle yapıcılığın epistemolojik anlamının yanında aynı zamanda bir bakımda etik bir değeri de vardır...

Locke’un insanın dış görünüşünün karakterine ilişkin bir kıstas içermediğine ilişkin bu genel epistemolojik ve etik önermeden sonra ünlü filozof Hegel, modern çağa dair eleştirel bir bakışı da içine alan bir bakışla ‘modern çağda generalin sırtındaki üniforması, üniformanın içindeki insan daha önemlidir’ der. Hegel, modern toplumun içeriğe karşı görünüşü fetişize eden, tanrısallaştırıp tapan bir toplum olduğuna dikkat çekiyor. Görünüşün içeriğe karşı tanrısallaştırılması günümüzde dijital çağ ile doruk noktasına ulaşmış, yani neredeyse çılgınlık halini almış durumda.

KARL MARX’IN ELEŞTİRİSİ...

Bu düşünmenin, bugün henüz yeterince algılanmasa da, doruk noktasını konuya ilişkin Marx’ın açıklamaları oluşturmaktadır. Modern toplumda, diyor Marx, unvan insandan sadece daha önemli değildir, modern toplumda unvan insanı bastırmaktadır. Modern toplumda insan unvan karşısında perişan haldedir. İnsan perişan haldedir, çünkü modern toplum yalnızca ün ve mevki peşinde koşan bir toplum değildir, modern toplum aynı zamanda yalnızca nicel zenginlik biriktiren bir toplumdur. Bu nedenle insanlar modern toplumda niceliği niteliğe tercih etmek ve bedenlerini bin bir türlü yöntemle metalaştırıp satmak zorunda kalmaktadır...

İşte, modern toplumda insanları gerekirse bedenlerini sakatlamaya varacak kadar bedensel ve zihinsel gereksinimlerini bastırmaya iten bu mekanizmadır. Ve sonucu ölümle sonuçlanan yaşamaktan feragat etme sonucu oluşan anoreksiya nervosa hastalığına yol açan, toplumsal nedenleri söz konusu olduğu oranda mekanizma da budur.
Peki, insanının kendi kendisini pazarlamasına yol açan bu mekanizmayı var eden neden nedir?

Marx’a göre kapitalist toplumda insanı yaşamını idame emesi için ihtiyaç duyduğu ve sahip olduğu tüm araçlardan mahrum bırakan bir işleyiş vardır. Marx, bunu insanın “çıplaklaştırılması” olarak betimliyor. Çırılçıplak soyulan insan, yaşamını idame etmek için beden gücünü satmaktan başka bir çaresi bulunmamaktadır. İnsanın yaşamını idame etmek satmak zorunda olduğu beden gücünü Marx “emek gücü” olarak tanımlıyor. İşte, bu, Marksist anlamda çıplaklık durumu, insanları kendi bedenleriyle metalaştıran ilişki kurmalarının nedeni budur.
İnsanları sosyal medyada kendi bedenlerini estetik bir haz nesne olarak sunup kazanç sağlamaya iten bu durumdur. Dolayısıyla bu durumda yaşayan insan hep bir korku içinde olacaktır. Bedenim “estetik değerini” değerini yitirirse ne yapacağım, nasıl yaşayacağım? Bu nedenle gencecik insanlar biyolojik saate karşı direnerek bedenlerinin estetik değerinin süresini artırabileceklerini sanıyorlar. Ama sonra bunun bedelini hayatlarıyla ödüyorlar...

Sonraki Haber Kant, felsefe, pozitivizm ve eleştirinin mahiyeti üzerine...
Benzer Haberler
Rastgele Oku