Kant, felsefe, pozitivizm ve eleştirinin mahiyeti üzerine...

Kant, felsefe, pozitivizm ve eleştirinin mahiyeti üzerine...

Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN yazdı...

Eleştirinin gerçekten bir eleştiri olabilmesi için kendisinde aynı zamanda pozitif olanı, yani yapıcı unsuru kendisinde barındırması gerektiğini vurgular. Kant’ın bu belirlemesini iki yönde alıp düşünce geliştirmek mümkündür. Belirleme bizzat Kant’ın kendi eserinin anlamını sorgulamak için hareket noktası olarak alınabilir...

Kant, ortaya koyduğu eleştiri sistemiyle neyi eleştirmişti, neyi yıkmıştı ve yıktığının yerine neyi koymuştu? Bu tarihsellik talep eden sorularla Kant’ın felsefi külliyatına yaklaşınca; bugün Kant yorumcuları arasında yaygın olan ve kılı kırk yaran verimsiz doğmatik sorulardan kurtulunmuş olunur...

Kant, çağımız eleştiri çağıdır, çağımız aydınlanmış değil, ama aydınlanma çağıdır derken, mevcut olan, geçmiş olan ve gelecek olan ve mevcut (modern) durumu ilkesel olarak değiştirmeyi talep eden aydınlanmış çağ nasıl bir çağ olacaktır, bu, eleştiri dolayısıyla kurulacak olan aydınlanmış çağda insan ilişkileri nasıl düzenlenmiş olacaktır?

Bu nedenle Kant açısından eleştirinin her zaman perspektifsel olarak yapıcı bir unsura sahip olması kaçınılmaz gibi görünmektedir. Eğer ulaştığımız bu sonuç doğru ise, bu durumda düşüncenin her zaman ütopyacı bir boyutunun olduğundan, hareket edebiliriz. İnsan gerçekçi olmak zorundadır. Fakat insanın gerçekçiliği gerçek anlamda ancak ütopyacı unsuru barındırıyorsa eleştirel olabiliyor. Ütopyacı unsuru barındırmayan gerçekçilik sonunda pozitivizmin sularında boğuluyor. Frankfurt Okulu’nun başına gelen budur örneğin...

Max Weber veya Popper gibi birçok başka isimle ilişkilendirilebilecek 20. yüzyıl pozitivizminin tüm çabası düşüncenin zorunlu unsuru olan bu ütopyacı boyutu yok etmek üzerine kurulmuştur. Bir taraftan oldukça gerçekçi görünür. Fakat diğer taraftan perspektifsel olarak mevcut olanın ötesinde bir şey sunmaz...

Fakat pozitivist düşünce tarzının ciddiye alınabilmesi, dolayısıyla  etkili olabilmesi için ütopyacı unsuru kendinde barındırdığına dair bir izlenim uyandırması gerekir. Bunu düşünce ustası olan herkes bilir. Fakat pozitivizmin ütopyacı unsuru kendine barındırması, onun kendi varlığını yadsıması anlamına gelir...

İşte bu aşamada retorik devreye girer. Çağdaş pozitivizmin ustalığı, retorik sanatını iyi kullanıyor olmasında yatar. Düşüncede hiçbir şekilde eleştirel olmayan tarzını retoriğin araçlarıyla sanki eleştirelmiş gibi göstermeyi başarır. Kavramdan çok sese yoğunlaşan zihinler de pozitivizmin sularında eleştiri ararken bir ömür geçirir, boğulur...

Nietzsche’de, Weber’de, Heidegger’de hayranlarını hayran bırakan, içerikten çok bu retorik yandır. Heidegger için dili iyi kullanıyor derken bundan başka ne denir ki! Hiç bir şekilde eleştirel değildir ama eleştirelmiş gibi görünür. Hiçbir şekilde özgürlükçü değildir ama özgürlükçüymüş gibi görünür. Modern sofizmin belirleyici özelliği budur. Okurda bu çarpık algının yarattığı garip bir düşünce duygu ilişkisi oluşur...

Sanki eleştirelmiş gibi görünen düşünce okurun düşüncesini aslında mevcut olanın sınırları içinde dolaştırıp durur. Fakat retorikle çalıştığı için duyguda sanki eleştirelmiş gibi bir izlenim bırakır. Düşünceyle burada duyguyla öbür tarafta olma durumudur bu...

Bu durum, ne kadar aksiymiş gibi görünse de aslında bir geleceğin kavramına sahip olmama durumudur. Bu etkiyle zorunlu olan bu kavram yükünden kurtulduğunu sanan birey özgürleştiğini sanır. Fakat aslında pozitivizmin gizem dolu mistik sularında çoktan boğulmuştur, mistik dumanlarında bilinci çoktan dumura uğramıştır, sarhoş olmuştur. Kavram hayalet olmuştur. Aydınlanmacı felsefenin falcılığa, inanaç tellallarına karşı düşüncede özellikle bilimselleştirmeye çalıştığı bu ütopyacı boyuttur. Kant’ın deneyim nasıl mümkündür sorusu geleceği bilimsel olarak nasıl bilebiliriz, geleceği bilimsel olarak nasıl kurabiliriz sorusu ile doğrudan ilişkilidir. Kavramsız bilinç yoktur, olamaz. Zira bilinç kavramda kalıba, dilde düşünceye geldiği oranda bilinçtir...

Bugün ideoloji eleştirisinin bir anlamı varsa, işte buradan başlamalıdır. Düşünceye ütopyacı boyutu yeniden kazandırarak, bireysel özneyi olduğu kadar kolektif özneyi de bu yanılsamadan kurtarmak, bilinçte yeniden özneleştirmek, çağdaş eleştirel düşüncenin bugün en temel görevidir...

Kavram yükü, insanlık yükünü taşımayı öğrenmek zorundadır. Bu zorunluluğu kavramak, gerçek özgürlük duygusunun da kaynağıdır. Sorumsuz özgürlük yoktur...

Önceki Haber İnsan bedeni, güzellik endüstrisi ve dijital pazar...
Sonraki Haber KARL MARX, DEMOKRASİ VE FAŞİZM...
Benzer Haberler
Rastgele Oku