Birol KESKİN'in yazısı...
Rus anarşist düşünür Mikhail Bakunin’in “Hukuk, iktidarın fahişesidir” sözü, yalnızca radikal bir öfkenin değil; derin bir tarihsel ve felsefi gözlemin ürünüdür. Bu cümle, hukukun adaletle olan bağını kopardığında nasıl bir iktidar aracına dönüştüğünü çarpıcı biçimde özetler. Hukuk, kendi iç ahlakından, adaletten ve vicdandan uzaklaştığında; meşruiyetini yitirir, güçlü olanın arzusuna hizmet eder hâle gelir. Türkiye'de bugün yaşadığımız tablo, tam da bu tespitin trajik bir teyididir...
Adalet Olmadan Hukuk Mümkün mü?
Felsefi olarak hukuk, yalnızca kurallar bütünü değildir; aynı zamanda bir toplumun adalet anlayışını somutlaştırma çabasıdır. Adaletin olmadığı bir yerde “hukuk var” denemez; olsa olsa meşruluk kisvesine bürünmüş bir güç sistemi vardır. Bugün Türkiye’de yasalar, mahkemeler, savcılar ve hâkimler var — ama adalet yok. O hâlde ortada gerçek bir hukuk düzeni de yoktur...
Adaletin olmadığı her yerde hukuk, artık bir erdem değil; baskı aracıdır. Michel Foucault'nun deyişiyle, modern hukuk yalnızca cezalandırmakla kalmaz; kontrol eder, hizaya sokar ve itaati kurumsallaştırır. Türkiye'deki yargı mekanizması, tam da bu çerçevede şekillenmiştir: Ceza değil, caydırma amaçlıdır. Suç değil, muhalefet hedef alınır...
Türkiye'de Hukuk: İktidarın Siyasi Aracı...
Günümüz Türkiye’sinde yargı, neredeyse açık biçimde siyasetin emrine girmiştir. Mahkemeler, bağımsız olmaktan çok uzaktır; kararlar hukuka değil, siyasi atmosfere göre verilmektedir. Bu durumu en açık şekilde, muhalefet temsilcilerine ve yerel yöneticilere yönelik yürütülen soruşturmalarda görmek mümkündür...
Gezi Davası, hukukun siyasallaşmasının önemli örneklerinden biridir. Osman Kavala'nın yıllar süren tutukluluğu, beraat kararlarının bozulması ve yeniden cezalandırılması, adalet değil, açıkça intikam yargısıdır...
HDP’li siyasetçilerin, başta Selahattin Demirtaş olmak üzere, yıllardır süren tutukluluk halleri de bu çerçevenin devamıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin açık tahliye kararlarına rağmen uygulanmayan hükümler, yalnızca hukuk devletinin değil; uluslararası yükümlülüklerin de fiilen askıya alındığını gösterir...
CHP’li Belediye Başkanlarına Yönelik Cadı Avı...
Bu baskıcı yargı pratiği yalnızca HDP’yle sınırlı kalmamıştır. CHP’li belediye başkanları da, aynı şekilde hedef alınmış, hukuk sopasıyla hizaya getirilmeye çalışılmıştır. Özellikle 2024 yerel seçimlerinden önce ve sonra, 14’ten fazla CHP’li belediye başkanı, dayanıksız iddialar, asılsız suçlamalar ve gizli tanık ifadeleriyle gözaltına alınmış ya da tutuklanmıştır...
Bu yöntemler, demokratik yollarla kazanılmış yerel iktidarın, yargı eliyle işlevsizleştirilmesidir. Halkın sandıkta ortaya koyduğu irade, mahkeme salonlarında bozulmakta; “hukuk” adı altında bir tür sivil darbe gerçekleşmektedir...
Ekrem İmamoğlu’nun Tutsaklığı: Halkın İradesi Rehin Alındı...
Bu yargı düzeninin en dramatik örneklerinden biri, Ekrem İmamoğlu’nun tutukluluğudur. İstanbul gibi bir mega kentin,16 milyon seçmenin oyuyla göreve gelmiş büyükşehir belediye başkanı, Mart 2025’ten bu yana fiilen siyasi bir rehine olarak tutulmaktadır. Hakkındaki suçlamalar çelişkili, içeriği boş ve siyasi niyetlerle örülmüştür...
İmamoğlu yalnızca bir birey değildir; onun tutsaklığı, toplumun demokratik iradesinin rehin alınmasıdır. Bu tutukluluk hali, artık hukuki değil, doğrudan politik bir baskıdır. Tüm sürecin gösterdiği şey, Türkiye’de yargının ne kadar araçsallaştığı, hukukun ne kadar çürüdüğüdür...
Gizli Tanık Mekanizması: Modern Cadı Avı...
Özellikle son yıllarda Türkiye’de hukukun en tehlikeli unsurlarından biri, gizli tanık uygulamaları olmuştur. Kimliği açıklanmayan, ifadesi denetlenemeyen, bazen birden çok dava için kullanılan bu tanıklar; modern bir “cadı avı” sisteminin sacayağıdır. Delil yoksa gizli tanık vardır. Suçlama yoksa itham üretilir. Böylece suç değil, yalnızca muhalif kimlik cezalandırılır...
Sonuç: Hukuk Değil, Maskeli İtaat Düzeni...
Bugün Türkiye’de hukuk, bir düzen kurmaktan çok, düzen sağlama bahanesiyle kontrol kurmaya hizmet ediyor. Bu durum yalnızca muhalifleri değil, toplumu bütünüyle sessizleştirmeye, itaate zorlamaya yönelik bir dönüşümdür. Artık mesele, bir iki kişilik haksızlık değil; bir rejimin sistematik adaletsizlik üzerine inşa edilmesidir...
Bakunin’in “hukuk, iktidarın fahişesidir” sözü, Türkiye’de bir teorik tez değil; günlük hayatta yaşanan somut bir gerçekliktir. Yasaların yüzü var, ama ruhu yok. Mahkemeler açık, ama adalet kapalı. Suç yok, ama cezalar çok. Ve en kötüsü: Halkın iradesi, sandıkta değil, yargı kararıyla bastırılmakta...
Hukuku kurtarmanın yolu, onu iktidardan değil, adaletten beslemekten geçer. Aksi hâlde her yasa, yalnızca güçlü olanın sesi; her mahkeme kararı, yalnızca bir suskunluk buyruğu olur. Adaletin olmadığı yerde hukuk olmaz; olsa olsa yönetimin dilinde saklı, vicdandan kopuk bir kurallar yığını olur...
Adalet varsa hukuk vardır. Yoksa, sadece ceza ve zulüm kalır...