Birol KESKİN'in yazısı...
Fotoğraf : İrfan Erdoğan…
Giriş: Çelişkilerin Gölgesinde Bir Dönüm Noktası...
PKK'nin 11 Temmuz 2025'teki "silahlı mücadeleye son vererek siyasi alana yönelme" açıklaması, tarihsel bir potansiyel taşıyor. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ertesi gün AKP-MHP-DEM Parti ittifakı ve anayasa değişikliği çağrısıyla yanıt vermesi, derin çelişkileri beraberinde getirdi. Bu "barış" söylemi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun 100 günü aşkın tutukluluğu, CHP'li belediye başkanlarına yönelik siyasi nitelikli soruşturmalar, bağımsız gazetecilere yönelik baskılar ve karanlıkta yürütülen süreçlerle gölgeleniyor. Temel soru şu: Bu tablo, gerçek bir barışın inşası mı, yoksa iktidarın konsolidasyonu ve rejimin dönüştürülmesi amacı taşıyan bir siyasal mühendislik mi?
Sistemik Baskılar ve Derinleşen Meşruiyet Krizi...
Türkiye'de kalıcı barış, silahlı çatışmanın sonlanmasının yanı sıra demokratik temsilin genişlemesi ve toplumsal adaletin tesis edilmesiyle mümkündür. Mevcut durum ise tam bir rejim krizine işaret ediyor...
Muhalefete Yönelik Sistematik Tasfiye:
İmamoğlu'nun Mart 2025'te tutuklanması, Antalya, Adana ve Adıyaman belediye başkanlarının benzer operasyonlarla hedef alınması, iktidarın yerel iradeyi ve ana muhalefeti sindirme stratejisinin parçası. CHP lideri Özel'in "darbe" tanımı bu saldırının boyutunu ortaya koyuyor...
Basın Özgürlüğünün İşgali : Fatih Altaylı ve Timur Soykan'ın gözaltıları, Sözcü TV'nin RTÜK sansürü, bağımsız medyanın susturulması ve eleştirel seslerin kriminalize edilmesi anlamına geliyor...
Sivil Alanın Daraltılması: STK'lara yönelik baskı ve kapatmalar, demokratik katılım kanallarını tıkıyor...
Bu tablo, Erdoğan'ın "yumrukları sıkmaya gerek yok" retoriğiyle taban tabana zıt. Toplumdaki yaygın güvensizlik, "Barış kiminle ve hangi sınıfsal/siyasal bedellerle?" sorusunda somutlaşıyor...
Anayasa Değişikliği: Karanlıkta Pazarlık ve Rejim Endişeleri...
Anayasa değişikliği sürecinin kapalı kapılar ardında, toplumdan kopuk şekilde yürütülmesi, şeffaflık ve demokratik meşruiyet ilkelerini hiçe sayıyor. AKP-MHP-DEM Parti ittifakının içeriği belirsiz. MHP'nin DEM Parti'ye yönelik geçmişteki kapatma talepleri, bu ittifakın samimiyetini ve toplumsal barışa hizmet edip etmeyeceğini sorgulatıyor...
Daha vahim olan, bu sürecin Türkiye'nin laik ve üniter yapısını aşındırma, demokratik kazanımları ve sosyal hakları geriletme riski taşıması. Muhalif belediye başkanlarının tutuklanması ve gazetecilere yönelik baskılar, bu korkuyu besliyor. DEM Parti'nin "süreç ittifakı" açıklaması ise şüpheleri gidermekten uzak...
Gerçek Barış İçin Olmazsa Olmazlar...
Barış, silahların susmasından ibaret değildir. Siyasi çoğulculuğun, demokratik hakların genişletilmesi ve tüm kesimlerin eşit katılımıyla mümkündür. İktidarın bir yandan "barış" diyerek DEM Parti'yle masaya otururken, diğer yandan ana muhalefeti ve yerel demokrasiyi tasfiye etmesi, medyayı susturması, gerçek niyetin barış değil güç tekelleşmesi olduğunu gösteriyor. Kapalı kapılar ardındaki pazarlıklar, bu algıyı güçlendiriyor...
Somut Talepler :
1. Kapsayıcı Katılım : Süreç, CHP dahil tüm muhalefet partilerini ve sivil toplumu kapsamalı; dışlama politikası terk edilmeli...
2. Yerel İradeye Dokunulmazlık : Kayyum uygulamaları derhal son bulmalı; seçilmiş belediye başkanları görevlerine iade edilmeli...
3.Mutlak Basın ve İfade Özgürlüğü: Gazetecilere yönelik baskılar durdurulmalı, sansür uygulamaları kaldırılmalı...
4. Şeffaf ve Katılımcı Anayasa : Değişiklik süreci, laiklik ve sosyal devlet ilkeleri korunarak, halka açık geniş katılımlı forumlarda (bölgesel kurultaylar, ulusal kongre) tartışılmalı...
5.Demokratik Meşruiyet : Sürecin tüm aşamaları şeffaf olmalı; TBMM'de düzenli hesap verilmeli, referandum gibi doğrudan halk iradesine başvurulmalı...
Bu koşullar sağlanmazsa, "barış" retoriği, mevcut iktidar yapılarını pekiştirmeye yönelik bir manipülasyon aracına dönüşür...
Sonuç : Demokrasi ve Adalet Olmadan Barış Olmaz...
Türkiye kritik bir eşikte. PKK'nin silah bırakma kararı ve Erdoğan'ın ittifak çağrısı, teorik bir barış fırsatı sunsa da, pratikte yaşananlar (İmamoğlu'nun tutukluluğu, muhalefete ve basına yönelik sistematik saldırılar, karanlık anayasa pazarlıkları, laik ve üniter yapının aşındırılması endişeleri) derin bir güven bunalımı ve rejim krizi yaratıyor. İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere yükselen protestolar bu krizin dışavurumu...
Gerçek barış ;
* Siyasi çoğulculuğun,
* Temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alınmasının,
* Sosyal adaletin,
* Laik ve demokratik hukuk devletinin korunmasının,
* Ve tüm bunların şeffaf, katılımcı bir süreçle hayata geçirilmesinin adıdır...
Toplumun net talebi: Özgürlük, adalet, demokrasi ve gerçek bir barış için şeffaflık, samimiyet ve Cumhuriyetin demokratik kazanımlarının korunması. Türkiye'nin bu krizi aşma potansiyeli, ancak halk iradesine ve demokratik değerlere sıkı sıkıya bağlı kalınarak gerçekleşebilir...