Sevil ARACI Ali BÜYÜKYİĞİT'in ardından yazdı...

Sevil ARACI Ali BÜYÜKYİĞİT'in ardından yazdı...

Sevil ARACI Ali BÜYÜKYİĞİT'in ardından yazdı...

2002 yılında Adana’ya taşındığımızda duymuştum ismini. Evrensel Gazetesi kurulacağı zaman varını yoğunu gazeteye harcadığını, İstanbul’a taşındığını, inşaat işlerinden malzeme tedarikine, matbaadan dağıtıma gazetenin mutfağında canla başla çalıştığını anlatırdı herkes...

Nerde bir sorun olsa mutlaka ismi geçerdi; “Ali Abi’ye söyleyelim, halleder.” Müteahhitlik yaptığı, varlıklı olduğu da söylenirdi. Ben de zengin adam, o yüzden her işi çözebiliyor demek ki diye düşünürdüm. Meğer asıl zengin olan gönlüymüş, tanıyınca anladım…

Dert babasıydı… Kimin ne sorunu olsa, ilk danışılacak isimlerdendi. Ne yapar eder bir çözüm üretirdi o. Çevresi o kadar genişti ve bu çevredeki saygınlığı o kadar büyüktü ki, kimse hatırını kıramazdı. Ona yansıyan her sorun bir çözüme ulaşırdı...

Vefalıydı… En çok da yitirdiğimiz yoldaşlarımızın ailelerine hürmet eder, isteklerini, ihtiyaçlarını karşılamak için elinden ne gelirse yapardı. Çok acılar gördü, Eliflerinkinden, Dilan’ın, Şebnem’in, Gökhan’ın cenazesine hepsinde en çok koşturan o oldu. Yaraları sarmak için de en çok sarılandı o geride kalanlara. Onu en çok 10 Ekim sarstı. “Keşke ben ölseydim” derdi hep o gençlerimizin yerine. Bana öyle geliyor ki bu lanet hastalık da 10 Ekim’in yarattığı yıkıntıdan peydah oldu. Onu da 10 Ekim saldırısı nedeniyle kaybettiklerimizden biri sayıyorum ben...

Onu düşününce gözümün önüne gelen görüntülerden biri, bir nikah töreni. Yoldaşlardan birinin Mersin’de kıyılacak nikahında pek çoğumuz oradaydık, ben nikah şahidi idim. Bir de baktım ki en arka sırada oturmuş biri gözlerinin içi gülerek bize bakıyor. Ali Abiye ne kadar benziyor diye düşündüm önce. Sonra anladım ki Ali Abinin ta kendisi. Sessizce gelip en arkalarda bir yer bulmuş, oturmuş. Yaşamdaki yeri de böyleydi işte. Şaşaasız, abartısız, gürültüsüz, alçak gönüllülükle, sessizce gelip nerde ihtiyaç varsa orda yerini alan biriydi...

Anılarını dinlemeyi çok severdik, gülerek, güldürerek anlatırdı. Herkesi hayretlere düşürecek şeyler olurdu anlattıkları, cezaevi hikayeleri, cezaevi yolları hikayeleri, banka soygunu…

Bizim çocukların da Ali Büyükyiğit abisiydi. Çocuklar hangi Ali’den bahsedildiğini anlamak için büyük mü küçük mü diye sorarlardı hep. Defne’ye “Defo” diyerek onu kızdırırdı. 2014 yılındaki parti kongresine giderken kaza yapıp arabayı perte çıkardığımızda bize “siz çocuklarla gidip geliyorsunuz, zor olur” diyerek arabasını vermişti bir süre. Zaten hiçbir sahiplik duygusu, malını sakınması olmazdı. Evi herkesin evi, arabası herkesin arabasıydı. Neyi varsa partisinindi, yoldaşlarınındı...

Şimdi herkes onunla anılarını paylaşıyor, herkes bir ucundan gördüğünü, tanık olduğunu, onunla yaşadığını anlatıyor. Anlatılanların hepsinden ne kadar sevgi dolu bir yüreği olduğu, ne kadar hesapsız, içten, samimi bir inançla davasına, yoldaşlarına bağlandığı anlaşılıyor...

Daha ilk gençlik yıllarında devrim ve sosyalizm idealine bağladığı yaşamı, hiçbir sapmaya uğramadan, son dakikasına kadar aynı inanç ve bağlılıkla son buldu. Tanıştığı, dokunduğu her insanın hayatında derin bir iz bırakarak bir büyük, yiğit devrimci geçip gitti aramızdan…

Ali Büyükyiğit.Yaktın yüreğimizi. Seni çok seviyoruz, abim, babam, yoldaşım.Asla unutmayacağız...

Önceki Haber Rojava  : "Kimse bizi teslim alamaz "
Benzer Haberler
Rastgele Oku