Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN...
Fotoğraf : İrfan Erdoğan…
Geçen yüzyılın son çeyreğinde çevre problemlerini politikanın ana sorunu olarak işleyen “Yeşiller Hareketi” ortaya çıktığında; bu problemler “yeni” olduğu için Karl Marx’ın bu konuda söyleyecek bir şeyinin olamayacağına yaygın bir inanç oluştu kamuoyunda. Hatta Marx’ın doğa hakkında bir şey yazmağına dair mitos da bu dönemde yayıldı. İddiaya göre Marx ve Engels’in doğa hakkında yazıp çizdikleri sonradan Engels’in “uydurduğu” şeylerdi ve bunların çoğu zaten Marx’ın temel görüşleriyle de çelişmekteydi. Hatta Engels’in Marx öldükten sonra onun düşüncelerini çarpıttığını ileri sürüp bunu bir ilke haline getirenler bile oldu...
Buna göre Marx’ın ve Engels’in eserleri birbirinden ayrılmalı, Engels’in Marx öldükten sonra onun eserlerini yayınlamak için yaptığı çalışmaları bir tarafa bırakmalı, orijinal Marx’a geri dönülmeliydi. Orijinal Marx’a geri dönüş çağırılarıyla Marx’ın “güncel” bir problem olan çevre problemine ilişkin bir şey söylemiş olamayacağına dair mitos sanki aynı elden çıkmış gibi birbirini tamamlıyordu. Her iki durumda da Marx’tan kaçış talep ediliyordu. Yeni teoriler üretilmeliydi, doğayı ve çevreyi merkeze alan teoriler. Ama bu teorilerde artık insan yoktu veya insandan başka her şey vardı...
Üretimden kaynaklanan problemler insanın doğasından kaynaklanan problemler olarak sunuldu.Fakat bu talebi ileri sürenlerin sıklıkla Marx’tan daha geri duruşlarla, Marx’ın aştığı görüşlerle öne çıktıklarının sanki farkında bile değildi kimse. Geçenlerde de bir okur yazdı. 19. yüzyılda Yaşamış birinin bugünkü insanlığın problemlerine ilişkin söyleyecek nesi olabilir ki! Marx’ın hatalarını ve eksiklerini görmek onun değerini azaltmazdı. O halde Marx’ı peygamber gibi ele almamak gerekir deniyordu. Tarihsel bilinci olan biri olarak bunu yaptığımız zaten söylenemez. Fakat yanlışlar ve eksikler yanlış yerde aranırsa, eleştirinin teoriyi ilerletmekten çok yıktığı da başka bir gerçektir...
Elbette bugün Marx’ın eserlerinde gözetmiş olması mümkün olmayan birçok problemle yüz yüzeyiz. Bu çok genel bir doğrudur. Ancak sıklıkla son derece güncel problemleri çözmek için bazen çok eski teorilere, unutulmuş filozoflara dönmek zorunda kaldığımız da başka bir gerçektir. Örneğin Kopernikus’un astronomiden kaynaklanan güncel bir problemi çözerken Aristarhos’a geri dönmek zorunda kalması gibi. Veya Aristoteles’i kulaktan dolma bilgiyle yetinmek yerine kendi orijinal eserlerinden okuyanlar, onun her tarafından ne kadar güncel fikirlerin fışkırdığını bizzat görüp şaşırdıkları sıklıkla deneyimlenen bir gerçektir...
Fakat insan ilişkilerinden kaynaklanan doğa problemlerinin ve çarpık ilişkilerden ve yapılanmadan kaynaklanan çevre (ekoloji) problemlerinin çözümü için Marx’a geri dönmek, ne bugünkü problemlerimize değinmiş eski bir teoriye geri dönüştür ne de görüşleri bazı bakımlardan güncel fikirler içeren eski bir filozofa geri dönüştür. Marx’ın ortaya koyduğu kapitalizm eleştirisi ile güncel ekolojik problemlerin eleştirisinin de kalbinde bulunuyoruz ve bugün Marx’ı göz ardı ederek tek bir ciddi ekoloji problemini çözmek mümkün değildir...
Biliyorum, büyük bir iddia, ama kanıtı kolayca getirilebilecek bir iddiadır. Bu konuda apaçık kanıtımızı getirirken başka iki şeyi de beraber yapmamız gerekiyor. Geçen yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan çevre hareketlerinin akibetine bakarak, içine düştükleri durumu nedenleriyle açıklayıp eleştirmek ve bugün karşı karşıya olduğumuz benzer güncel yönelimlere dikkat çekip açmazlarına işaret etmek ve elbette bugün 21. yüzyılda yeni olan problemleri göstermek gerekecektir.Önce güncel yönelimlerin açmazlarına dikkat çekelim. Bilindiği üzere Marx’ın ve Engels’in kapitalist kültür eleştirisi “emek” odaklı bir eleştiridir. Engels’in bir fragman olarak kalmış olan “Doğanın Diyalektiği” adlı eserinde çevre problemlerini emek kavramından hareketle ele alırken tek bir dünya ve tek bir atmosfer fikrinden hareket ettiğini ve dünyanın bir yerinde kesilen ormanların dünyanın başka bir yerinde çölleşmeye neden olduğunu örnekleriyle gösterdiğini biliyoruz...
Engels’e göre ve biraz sonra göstereceğim gibi Marx’a göre de ekolojik problemlere doğru yaklaşım, emek kavramını, yani aslında üretim ilişkilerini ve üretimden kaynaklanan problemleri merkeze alarak sergilelenecek yaklaşımdır. İnsan ürettiği, yani üretirken doğayı değiştirip dönüştürdüğü için doğa ve çevre problemleriyle karşı karşıyadır...
Fakat son zamanlarda kendi ülkemizde de insanın doğayla olan ilişkisini, doğayı dinlemekle, doğayı dinleyerek anlamaya çalışmakla sınırlayan, üretim ilişkilerinden kaynaklanan problemlerden kaçınan Max Weberci seçkici yaklaşımların yeniden baş gösterdiğine tanık oluyoruz.Fakat yalnızca Engels’e göre değil, Marx’a göre de doğayı anlamak için doğayı gözlemlemekle ve dinlemekle yetinmek mümkün değildir. Modern felsefeyi, antik felsefeden ayıran temel özellik, doğayı gözlemlemekle yetinmemesi, doğayı aktif bir şekilde araştırmasıdır...
Francis Bacon’ın tarihsel önemi, insanı eskiden olduğu gibi doğa karşısında pasif, edilgen, kendisini basit bir şekilde doğaya tabii kılan bir varlık olarak kavramak yerine, insanı doğayı değiştiren, kendisine yeni bir doğal-toplumsal çevre kuran, bunu yaparken kendisini de değiştiren bir varlık olarak kavramış olmasında yatar. İnsanın elinin değdiği hiçbir şeye değişime dayanamıyor diyor Sophokles ve insan giyecek yapmakla bedeninin etrafında kendisine has bir atmosfer oluşturuyor diyor Adam Smith.
Marx’ın “Feuerbach Tezleri”nde eleştirisine bu yaklaşımı hatırlatarak başlaması bir rastlantı değildir. Marx’a göre, doğayı, çevresini, tüm koşullarını sürekli değiştien ve bunu yaparken kendisini de sürekli değiştiren bir varlıktır...
Bu nedenle insanın doğa ile olan ilişkisi doğayı dinlemekle, doğayı gözlemlemekle sınırlı, bu nedenle ilkesel olarak (işçiye/emekçiye) üstenci bir bakış ile sınırlı yaklaşımla ele alınamaz. Marx’a göre doğayla olan “ilişkiye” ilişkisel yaklaşmak, yani üretim kavramını merkeze alarak yaklaşmak gerekir. Bu nedenle Marx Kapital adlı eserinde insanın doğa ile olan ilişkisini ilkesel olarak bir madde alışverişinin vukuu bulduğu bir ilişki formu olarak alır. Bu nedenle bu madde alışverişinin basit bir şekilde doğanın dinlenmesi, gözlemlenmesi ile yeterince anlaşılması mümkün olmayan bir ilişkidir...
İnsanın doğa ile olan madde alışverişini örgütleyebilmesi için üretmesi, yani üretken etkin emekçi olarak çalışması gerekmektedir. Bu, insan yaşamının sürmesi için kültür tarihi boyunca hep mutlak bir koşul olmuştur. İnsan yaşamını sürdürmek için üretmek zorundadır. Üreteni anlamak için gözlemlemekle yetinen insan, üretime emekçi ile ilişkilenmeden dışarıdan üstenci bakan insandır. Son zamanlarda yeniden güncelleşen yaklaşım, bu seçkici, elitist yaklaşımdır. Emekçinin problemleriyle özdeşleşmeyen ekolojik yaklaşımlar sahte yaklaşımlardır...
Peki kapitalist toplumda insan doğa ile olan madde alışverişini nasıl örgütlemektedir? Doğayı metaya indirgeyerek, gereksinimini gidermek için ürettiği ürünü meta olarak üreterek örgütlemektedir modern insan doğa ile olan ilişkisini. İşte, Marx’ın meta analizinin ve eleştirisinin önemi bu bağlamda açıkça görülür. Marx’ın meta eleştirisi, doğanın metalaştırılmasının, üretilen ürünün meta olarak üretilmesinin ilkesel bir eleştirisidir. Dolayısıyla Marx’ın meta eleştirisi aynı zamanda modern ekolojik problemlerin, doğanın, insanın, hayvanın bitkinin, tohumun metalaştırılmasının kaynağının da ilkesel bir eleştirisidir, çünkü bunların hepsi metalaşmış ilişkilerdir...
Atom çağının, nükleer santrallerin, binbir türlü kitlesel imha silahlarının çağında gözlemlenen ekolojik problemlerin anlaşılması ve kalıcı çözüm önerileri geliştirebilmek için temel alınması ve hareket edilmesi gereken analiz ve eleştiri, meta analizi ve eleştirisidir.Bir metada kapitalist toplumun tüm ilişkileri, çelişkileri, çarpıklıkları, çürümeleri, yabancılaşmış ilişkileri kendisini yoğunlaşmış bir şekilde kullanım-değeri ile değişim-değeri, kullanım-değeri üreten emek ile değişim-değeri üreten emek arasındaki çelişkide ifade eder...
Her meta, herhangi bir meta kapitalist toplumun bir hücresidir. Bu nedenle kapitalist toplumu tüm özellikleriyle kendisinde barındırır. Metadan bahsettiğimiz zaman aslında meralaşmış bir üründen bahsederiz. Üründen bahsedersek zorunlu olarak emekten bahsederiz.Marx der ki, emek ancak doğa ile ilişkide düşünülebilir. Ürünün “anası”, maddesini üreten doğadır, doğanın şekil verdiği bu maddeye yeni bir biçim vererek ürüne dönüştüren emek ise, ürünün babasıdır...
Bu bakımdan Marx’ın öğretisinin merkezinde doğa ve toplum aynı zamanda vardır.
Uzayın çöplüğe dönüşmesinin, denizin ve ormanın metalaştırılmasının, ormanlara, yaylalara, derelere, meralara, zeytinliklere vahşice saldırının, turizm adı altına kültürün ve sanatın metalaştırılmasının; bütün bunların hepsinin kaynağı, kullanım-değeri üreten emek ile değişim-değeri üreten (ücretli) emek arasındaki çelikidir.
Geçen yüzyılın son çeyreğinde üretimden kaynaklanan problemlere dokunmadan çevre ve ekoloji problemlerini temel problem olarak ele alan Yeşiller açısından ekolojik problemler yasalarla düzenlenebilir problemler halini almış, hareket artık tamamıyla “vahşi” kapitalizmin sarıldığı son faşizan bir ideolojinin ürünü olan neoliberal politikaların taşıyıcısı olmuştur...
Yeşiller hareketinin bugün oldukları yere gelmiş olmalarının nedeni, emek kavramından, işçi hareketinden, üretimden kaynaklanan problemlerden, Georg Lukacs’ın deyimiyle toplumsal varlığın ontolojisinden kaynaklanan problemlerden kaçmış olmasından kaynaklanmaktadır.Bütün bu tarihsel deneylere, teorik çözümlemelere ve yüzlerce yılın akıl emeğine rağmen ders almayıp hala “doğayı dinleyerek”, ekolojik, demokratik, barışçıl bir toplum kurabileceğine inanmakta elbette herkes serbesttir...
Ama bunun yarın bu yolu seçenleri kendi halklarının karşısına sistemin ve iktidarın muhafazacıları olarak çıkaracağını da şimdiden bilmek ve göz önüne almak gerekir....