Prof. Dr.Doğan GÖÇMEN...
Modern anlamda barış deyince, Thomas Hobbes’tan beri bundan ilkesel olarak ateşkesi anlamıyoruz. Barış, çağdaş anlamda silahların örneğin belli bir süre susması demek değildir. Hobbes açısından barış modern anlamda ilkesel olarak “ölümsüz barış” demektir...
Silahların örneğin “barış görüşmeleri” sırasında bir süre susması bir ateşkes olduğu gibi, devletler arasında sınır problemlerini kalıcı olarak çözmek amacıyla yapılan barış antlaşmaları da; devletlerin birbiriyle savaşmaya hazır olduklarını gösteren silahlı güçleri bulunduğu sürece aslında basit bir ateşkes anlaşmasından başka bir şey değildir. Caesar’ın Galya Savaşı kendisinde saysız ateşkes barındıran sürekli savaşın epik bir anlatısıdır...
Barış, diyor Kant, Hobbes’un kavrama ilişkin yapmış olduğu modern tanımdan kazanmış olduğu çıkarımla, ilkesel olarak ewig’tir, yani ebedidir. Bu nedenle, Kant’a göre barışın modern anlamda “ebedi” sıfatı ile ayrıca yakından tanımlanmaya ihtiyacı yoktur. Modern anlamda barış basit bir şekilde ebedi barış demektir ve bu, Kopernikçi Dönüş olarak adlandırılan yeni dünya görüşünde temellendirilmiştir. Güneş merkezli dünya görüşünün dayandığı Giordano Bruno tarafından geliştirilen ve temellendirilen sonsuzluk kavramı, uzayda her şeyi her şeye bağlamakla ve böylelikle de gerçek kavramının önkoşulu olan bütünü yakalamanın da kavramsal koşulunu sağlamakla barışın ebedi barış olarak alınıp kavranmasının da olanağını yaratmıştır...
Öyleyse, temelinde Brunocu modern sonsuzluk kavramı olan çağdaş barış kavramı, bütüncül bir bakışa sahiptir ve bu bakışı sahiplendiği için içeriğini hemen her şey için temellendirici olan ‘gerçek’ kavramı oluşturmaktadır...
Türkçede günlük hayatımızda barış kavramının anlam tarihini, modernlikle birlikte barış kavramının içeriğinde yaşanan yapısal değişiklikleri dikkate almayan kavramsallaştırmalara gidildiğine ve “onurlu barış”, “onursuz barış”, “negatif barış”, “pozitif barış” gibi barış kavramının anlamına ve anlam tarihine hiçbir katkısı olmayan kavramlar türetildiğine tanık oluyoruz. Bu, barış kavramı toplumumuzu hep ilgilendiriyor ve uğraştırıyor olmasına rağmen kavramın anlam tarihine ve içermelerine ilişkin ne kadar az vakıf olduğumuzu gösteriyor...
Örneğin “onursuz barış”, baskı altında kabul edilen bir durum olması nedeniyle bir esirlik durumu değil midir? Eğer öyleyse bu durumu barış kavramıyla açıklamak mümkün müdür? Barış kavramının önüne “onursuz” sıfatını koymakla durum daha da içinden çıkılmaz oluyor. Barış ilkesel olarak pozitif bir durumdur. Eğer bu önerme geçerli ise, yani barış durumu ilkesel olarak pozitif bir durum ise, bu durumda “negatif barış” aslında barışın olmadığı bir durumdur...
Barışın olmadığı bir durumu barış kavramıyla adlandırmak mümkün müdür? Bu türlü son derece sorunlu kavramsallaştırmalar anlık veya günlük durumu kurtaramaya yarayabilir belki bir an için, fakat bakışımızı yanılttığı için sonunda eylemlerimizin ve yaşamımızın içeriğini çarpıtıp çürütmekten başka nasıl bir işleve sahip olabilir? Bu nedenle yeni ilişkileri ve durumları kavramlaştırırken kavramların anlam tarihine, geçirmiş oldukları büyük anlam değişikliklerine, anlam devrimlerine hâkim olmak gerekiyor. Bu, en başta da barış kavramı için geçerlidir, hep barışı aramıştır, ama savaşmak zorunda kalmıştır. Bu bakımdan modern çağ insanlığın nihayet tüm kanlı tarihini geride bırakıp ebedi barışı gerçekleştirmesi için her koşulun oluşup olgunlaştığı çağdır..