Prof Dr. İzettin ÖNDER...
[email protected]
Fotoğraf : Fatih POLAT…
Emperyalizm; bazen savaş görüntüsüyle, bazen demokrasi ve özgürlük görüntüsüyle, bazen de olağan ekonomik işlem görüntüsüyle kendisini perdeleyen, her hal ve koşulda kapitalizmin temel gıdasını sağlayan siyaset harikasıdır!
Görüntüsü ne olursa olsun emperyalizm, devletler arası ilişkilerin politik görüntülü fakat özünde ekonomik çıkar amaçlı saldırı yöntemidir. Emperyalizm süreci, tarihin farklı zaman boyutlarında farklı veçhelerle zuhur ettiği gibi, günümüzde Ortadoğu’da yaşandığı üzere, tarihin her aşamasında ortaya çıkan ya bölgesel hakimiyet sağlama amaçlı, ya da siyasal güç ve ekonomik çıkar amaçlı, hatta küresel hakimiyet kurma amaçlı saldırıdır. İlk dönemlerin askeri müdahale ve saldırganlık modellerinin günümüzde ekonomik ve ticari ilişkilere ve Ortadoğu’da görüldüğü üzere farklı hedeflere yönelmiş olması işin özünü değiştirmemektedir...
Ne ilginçtir ki, tarihin derinliklerine gömüldüğü düşünülen “inferno” vahşeti sanki bir ulusun bilinçaltını temizleme deneyimine benzer şekilde farklı yöntemlerle adeta yeniden tarih sahnesine çıkıyor olması siyaset psikolojisinin ilginç araştırma alanı olsa gerek! Nitekim Ortadoğu’da yaşanan cehennem ne Engels’in tanımladığı emperyalist ilişkiyi, ne de çağımızın küresellşeme olarak bilinen örtülü sömürü ilişkisini andırmaktadır. Bu nedenle, Ortadoğu’da yaşananları örtülü emperyalist ilişki olarak değil, en kaba hali ile ülkelerin işgali ve arazinin güçlülerin tercihi doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi olarak görmek gerekir. Gerek İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında egemenliğin İngiltere’den ABD’ye geçmesi, gerek bölge koşullarının değişmiş olması ve oluşan yeni güç dengelerinin bölge üzerindeki çıkarının farklılaşması bölgenin yeniden şekillendirilmesini gerekli kılmıştır. Tarihin bu aşamasında tarihsel süreçleri okuyamayan ve derinliğine anlayamayan bir kadronun Ortadoğu eş başkanlığı görevine soyunması salt Ortadoğu ülkelerinin değil, Sevr’le medeni dünyaya adım atmış Türkiye’nin de o medeni dünyanın lehine ufkunun karartılmasında etkili olmuştur...
Garabete bakın ki, İsrail bölge komşu devletten herhangi birinin nükleer güce sahip olmasına olumlu bakmazken, kendisi Ortadoğu’da nükleer güce sahip tek ülke olarak kimseye hesap vermeden ve hiçbir denetime tabi olmadan barınabilmektedir! Belki de İran’a taraf çıkma girişimlerinde bulunan bazı devletleri bu amaçlarından saptırmak amaçlı da olsa gerek, yüreklere su serpici barış yapılmış olmasına rağmen, geçmişin İngiltere’sinin yerini almış olan günümüzün Büyük Ağabeyi ve İsrail’in Ortadoğu üzerindeki hakimiyet projesi henüz bitmemiş olup, daha yürüyeceği çok yol var gibi gözükmektedir. Bugün Ortadoğu’da yaşananlar, İsrail’in ve ABD’nin tercihleri doğrultusunda ABD-İsrail iş birliğinde yürütülen bir tür arazi temizliğidir. Arazi temizliği ifadesinin çirkinliğine rağmen kullanmam mazur görülmelidir, zira yıllardan beri İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zulüm ve nihayet ABD’nin de işin işine girerek Ortadoğu’yu hallaç pamuğu gibi atma girişiminin, emperyalizmin bu uygun ifadesi dışında başka bir yaklaşımla, mesela akılla mantıkla açıklanabilir bir tanımı olabilir mi?
Atatürk’ün veciz ifadesiyle savaş, sadece ve sadece bir ülkenin düşman işgalinden kurtarılması amacıyla silaha sarılma halini meşru kılar. Onun dışındaki tüm durum ve koşullarda savaş devletler eli ile gerçekleştirilen uluslararası katliam ve kıyımdır. Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan da meşru bir savaş değil, her yönü ile bir katliam ve kıyımdır. Geçmişte ABD Dışişleri Bakanı Condolleezza Rice’ın kafamıza çaktığı gibi, Ortadoğu’da bazı ülkeler tarihten siliniyor, bazı ülkelerin sınırlarının değiştirilmesi zorlanıyor, yeni bir ülke ya da ülkeler yaratılıyor. Doğal olarak tüm bu süreçler insanların yerlerinden yurtlarından edilmesi, hatta vatansız bırakılmaları, çocukların geleceğinin çalınması ve benzeri vahşet uygulamaları ile yaşanıyor. Muazzam bir inceleme konusu: Çağdaş bir sosyosiyasal katliam! Tabii ki, tüm bu işlemler dünyamıza özgürlük, yöre halkına demokrasi getirilmesi adına yapılıyor! Ne yaparsınız; çaresizliğin çaresi: Çaresiz kalınca, ister istemez bu acı duyguyu yücelterek kısmen kabullenmeye, kısmen meşrulaştırmaya çalışıyoruz! Bir ağabeyi ve şımarık yandaşının tatmini amacıyla ülkelerin felakete sürüklenmesi 21. yüzyılın insanlık ve demokrasi anlayışının sonucu olsa gerek! İşte kapitalizmin şişirerek kabarttığı güç sahibi mafevk ülkelerin madun ülkelere insanlık, demokrasi, hatta ülkelerin selameti adına silah zoruyla dayattığı demokrasi görüşü!
İşte şimdi geldik işin özüne. Zira günümüzde yaşanan vahşeti insani duygularla kınamadan önce, bizzat kapitalizmin kuruluşu ve yerleştirilişinin de kan ve kin üzerine gerçekleştirilmiş olduğunu hatırlamamız gerekmez mi? 1793 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni de aynı büyük güçler hazırlamadılar mı? İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde Geçmişin Cemiyet-i Akvam’ın yerine kurulmuş olan Birleşmiş Milletler ise devam eden kıyıma karşı kılını dahi kıpırdatamamaktadır. Evet, kıpırdatamamaktadır, kıpırdatamaz da, çünkü veto hakkını haiz beş büyük devletten ABD, Fransa ve İngiltere olarak üçü Batılı’dır. Hal böyle olunca, o yüce Birleşmiş Milletler, tam da kendine yakışır şekilde yansızlık rolü oynamaktadır. Bu yüce güce yakışan da böyle davranmaktır! Fail mefulü nakzeder mi?
İran, tüm ambargolara rağmen beklediği saldırıya karşı oldukça başarılı karşılık verdi. Tabii ki oyun henüz bitmedi. Ortadoğu’da cehennem yaşanırken, ister istemez Türkiye halkı olarak biz de tedirgin olmaktayız. Olasılık düşük de olsa, bir yönü ile NATO’ya rağmen savaşın ülkemize sarkması düşünülürken, bir yönü ile de komşu devletlerde yaşanan sıkıntılardan kaçan insanların ülkemizde sığınma çaresi sorun olarak karşımızda yükselmektedir. Her iki duruma karşı ülkenin kavi durmasının sağlanması hükümetlerin her dönemde hassasiyetle üzerinde durması gereken bir konudur. Doğal olarak ilk akla gelen savunma politikası bağlamında savunma araç ve gereçlerini üst düzeyde hazır bulundurmaktır. Bu durum savunma bütçesi ile ilgilidir. Bir de F tipi savaş uşaklarının son modelleri ile ilgili yaşanan sıkıntılar var. Bu meselenin dış politika boyutuna hiç girmeyelim, zira hâlâ Osmanlı’nın en güçlü konumundaki imparatorluk zihniyeti ile halk uyutulurken, keşke bu uyutma numarasına merkez ülkeler de kahkahalarını bir tarafa bırakıp, akıllı uslu uysalar. Ne güzel olurdu, değil mi!
Dış ilişkileri Osmanlı imparatorluk gücüne dayandırarak, dış alemi dikkate almasak da, iç alemde gönlümüz rahat; uyut uyutabildiğin kadar! Fakat ülkede iç alemi iç barış konusunda uyutma o kadar kolay gözükmemektedir. Zira iç barış, komşularla kurulacak dış barış kadar kolay olmamaktadır. Güçlü bir iç barış, halkların ülkeye tam aidiyet duygusu ile kenetlenmesini gerektirir. Gelecekten umudu kırılmış gençler ülkeyi terk ederken, patron cebine milyonları indirirken yaşama sevincini yitirmiş emekçiler umudunu belki de öbür dünyaya havale etmişken hangi halk hangi özveri (kaldı mı ki!) ile birbiri ile kenetlensin ki! Söz konusu kenetlenme olmadığı sürece halkların dağınıklığı ve birbirine kin ve düşmanlık hisleri ile bakmaları ülkenin parçalanması ve felakete sürüklenmesinde düşman silahından daha etkili olur. Her şey o kadar aleni cereyan etmektedir ki, buradan geriye yazılacak her şey boş hamle ile sütun doldurmanın ötesine geçmez! Şunu söyleyerek bu yazıyı sonlandırmam gerekir diye düşünürüm: Saplantı halinde salt bugününü düşünen her siyasetçi ve yandaşı, şunu unutmamalıdır ki, yarın mutlaka gelecektir!
NOT : Bu yazı Günlük Evrensel Gazetesi'den alınmıştır...