Türkiye’nin Düzeni ve Bugünün Kaosu: Emperyalizm, BOP ve Solun Çöküşü Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme...

BİROL KESKİN YAZDI...
[email protected]

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu siyasal, ekonomik ve toplumsal krizler manzumesi; yüzeysel değişimlere değil, yapısal dönüşümlere muhtaç bir düzenin göstergesidir. Bu düzenin tarihsel temellerini ve çözülme dinamiklerini anlamak için Doğan Avcıoğlu' nun 1968’de yayımlanan Türkiye’nin Düzeni adlı eser, hâlâ güncelliğini koruyan bir çerçeve sunmaktadır...

Kitap, yalnızca dönemin fotoğrafını çekmekle kalmaz; aynı zamanda bugünü anlamak için gerekli olan siyasal sezgiyi ve teorik araçları da sağlar...

Bu eserde çizilen tablo, Türkiye’deki burjuvazinin ulusal nitelikten uzak, işbirlikçi ve bağımlı bir karakter taşıdığı tespitine dayanır. Siyasal iktidarın halk sınıflarından kopuşu, ekonomik kalkınmanın dışa bağımlı ve dengesiz doğası ve devletin, halkın taleplerini bastırmakta gösterdiği ısrar, bu bağımlılık ilişkilerinin sürekliliğini sağlar. Bugün bu yapısal sorunlar, yalnızca derinleşmiş değil, küresel bir projenin –Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)– parçası olarak sistematik biçimde yeniden üretilmektedir...

BOP, sözde “demokratikleşme” ve “reform” adı altında bölge halklarını etnik ve mezhepsel temelde ayrıştırmayı; bölge devletlerini ise zayıf, parçalanmış ve denetlenebilir yapılar hâline getirmeyi amaçlamaktadır. Türkiye’nin bu projenin taşıyıcı aktörlerinden birine dönüşmesi, yalnızca dış politikada değil, iç politikada da kutuplaşmayı ve krizleri derinleştirmiştir. Komşularıyla savaşan bir Türkiye, içeride halkıyla barışamayan bir Türkiye’ye dönüşmüştür...

Kürt meselesi de bu bağlamda yalnızca etnik değil; tarihsel, sınıfsal ve yapısal bir meseledir. Kitapta, Doğu ve Güneydoğu’daki feodal yapının sürdürülmesi ve kalkınmanın kasıtlı olarak engellenmesi, bu sorunun temelini oluşturur. Çözüm yerine bastırmayı, müzakere yerine kriminalizasyonu tercih eden devlet aklı, bugün hâlâ aynı çıkmazdadır. Siyasi temsiliyetin yokluğu, yerinden yönetimin önünün kapatılması ve güvenlikçi politikalar, yalnızca Kürt halkını değil, Türkiye’nin tüm halk kesimlerini siyasal dışlanmışlıkla yüz yüze bırakmaktadır...

Bununla birlikte, Türkiye solu da bu sürece yeterince direnç gösterememiştir. 1980 darbesiyle kesintiye uğrayan halkçı ve sınıf temelli siyaset, 2000’li yıllarda kimlik siyaseti ve kültürel elitizme evrilmiş; sol, kitlesellikten ve toplumsal tabandan uzaklaşarak marjinalleşmiştir. Emekçi sınıfların gerçek gündeminden kopan sol siyaset, kendini liberal reformculuk ile popüler radikal retoriğin arasında bir kısır döngüye mahkûm etmiştir...

BOP’un içerideki en tehlikeli yansımalarından biri ise, etnik ve mezhepsel ayrışmaların sistematik biçimde körüklenmesidir. Sünni-Alevi, Türk-Kürt, göçmen-yerli gibi fay hatları, emperyal projeler tarafından bilinçli biçimde derinleştirilmekte; bu fay hatlarının yönetimi, “idare edilebilir kaos” stratejisiyle yürütülmektedir. Böylece, halkın sınıfsal ortaklıkları görünmez kılınmakta; böl-parçala-yönet yöntemi içeride de işler hâle gelmektedir...

Tüm bu gelişmeler ışığında açıkça görülmektedir ki, emperyalizmi, kapitalizmi ve sınıf ayrımlarını anlamadan Türkiye’nin bugünkü krizini kavramak mümkün değildir. Ne yazık ki, Türkiye’deki egemen entelektüel çevreler bu yapısal ilişkileri ısrarla göz ardı etmekte; siyaseti burunlarının ucunu bile göremeden, günübirlik tepkilerle şekillendirmektedir. Siyasal vizyon eksikliği, toplumsal körlükle birleştiğinde, mevcut düzenin sürmesine katkı sunan bir tür “aydın restorasyonu”na dönüşmektedir...

Türkiye solu ise bu tarihsel kavrayıştan giderek uzaklaşmış; halktan kopuk, örgütsel olarak dağınık ve ideolojik olarak muğlak bir konuma savrulmuştur. Halkçı-devrimci gelenekle bağları zayıflamış; Avcıoğlu’nun çizdiği üretimci, bağımsızlıkçı ve sınıf temelli çizgi, yerini kültürel solculukla harmanlanmış liberal bir kimliğe bırakmıştır...

Oysa ki Türkiye, düzenin devamı ile düzenin köklü dönüşümü arasında bir eşikte durmaktadır. Bu eşiği aşmak, günübirlik tepkilerle değil, kurucu bir siyasal tahayyülle mümkündür. Bu tahayyülün imkânı hâlâ halkta, üretici sınıflarda ve sömürünün karşısında duran örgütlü bilinçtedir. Türkiye’nin Düzeni, yalnızca bir geçmiş eleştirisi değil; aynı zamanda bir gelecek tasarımıdır. Yeter ki bu tasarım, yeniden hatırlansın; yeniden halkla buluşsun...

Önceki Haber İnsanı Anlamak: Erdem mi, Beklenti mi?
Sonraki Haber "Hukuk, İktidarın Fahişesidir" — Türkiye’de Adaletin Yitimi Üzerine Bir Deneme...
Benzer Haberler
Rastgele Oku