Birol KESKİN yazdı…
1 Mayıs yalnızca bir tarih değil, bir direniş hafızasıdır. Bu tarihsel gün, insan emeğinin metalaşmasına karşı verilen evrensel mücadelenin sembolü; üretim sürecinde görünmez kılınan bedenlerin ve seslerin sahneye çıktığı bir varoluş alanıdır. Sömürü düzeninin dayattığı yapısal eşitsizliklere karşı yükselen bu çağrı, aynı zamanda özgürlük ve onur arayışının etik bir zemine oturtulmasıdır.
Kapitalist sistem, insanı ekonomik bir özneye indirgerken emeği yalnızca bir üretim girdisi olarak konumlandırır. Bu indirgeme, yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda ontolojik bir şiddettir. Neoliberal politikaların normalleştirdiği güvencesizlik ve geleceksizlik hali, yalnızca bir kuşağın değil, insanlığın ortak tahayyülünü ipotek altına almaktadır...
Oysa emek, yalnızca üretimin değil; yaşamın da yaratıcısıdır. Kolektif bilgi, dayanışma pratiği ve tarihsel hafıza; emeğin kendisini sadece yeniden üretmesini değil, aynı zamanda dönüştürmesini sağlar. Bu nedenle diyoruz ki: “İnsan emeği metalaştırılamaz; çünkü insan, salt bir üretim aracı değildir.”
Tarih, baskı rejimlerinin değil, direniş hatlarının haritasıdır. Paris Komünü’nden Petrograd Sovyetlerine, 1968’in öğrencilerinden Gezi Parkı’na, Şili’nin isyanından Rojava’nın kolektif öz-yönetimine kadar her isyan, yalnızca bir patlama değil, bir ontolojik itirazdır...
Ezilenlerin birlikte hareket ettiği her tarihsel moment, yeni bir tahayyülün kapılarını aralamıştır. Ve bugün de bu tarihsel süreklilik içinde “Artık yeter!” diyen sesler, yalnızca tepki değil; bir alternatif inşa etmenin sesidir.
1 Mayıs, yalnızca taleplerin ifade edildiği değil, bir gelecek tahayyülünün doğduğu gündür. Bu tahayyülde:
Emek sömürülmez, kutsanır.
Kadınlar, göçmenler, gençler ötekileştirilmez; eşitliğin kurucu öznesi olur.
Doğa nesneleştirilmez; yaşamın bir parçası olarak korunur.
Bu yeni ontoloji, yalnızca ekonomik ilişkilerin değil, sosyal ilişkilerin ve duygusal bağların da yeniden kurulmasını öngörür. Yani mesele yalnızca sistemin eleştirisi değil; alternatif bir yaşamın poetikasının kurulmasıdır.
Mücadele, bir güne sığmayacak kadar süreklidir. Fabrikalarda, üniversitelerde, sokaklarda, dijital platformlarda; emeğin olduğu her yerde örgütlenmeli, direnmeliyiz. Çünkü:
Zafer, bir rastlantı değil; örgütlü emeğin ürünüdür.
Umut, bireysel bir duygu değil; kolektif bir inşadır.
Özgürlük, yalnızlıkta değil; dayanışmada filizlenir.
1 Mayıs, yalnızca bir anma değil; başka bir dünyanın mümkünlüğünü hatırlatan bir çağrıdır. Bu çağrıya kulak veren her birey, yalnızca direnişe değil; insanlık onuruna da sahip çıkmaktadır.
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Enternasyonal Emek Dayanışması!
Yaşasın Eşit, Özgür ve Sömürüsüz Bir Gelecek Umudu!