23 Nisan ; Demokrasinin Dinamik Projesi…

23 Nisan ; Demokrasinin Dinamik Projesi…

23 Nisan ; Demokrasinin Dinamik Projesi…

Birol KESKİN yazdı…

23 Nisan 1920, Türkiye’nin siyasi tarihinde önemli bir kırılma noktasıdır. Bu tarih, monarşik egemenlik anlayışından ulusal egemenlik paradigmasına geçişin somut ifadesi olarak, modern Türkiye’nin siyasi meşruiyetinin temel dayanağını oluşturur. Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, yalnızca bir yönetim biçiminin değişimi değil, aynı zamanda iktidarın kaynağının ilahi ya da hanedani bir güçten alınıp halk iradesine devredilmesidir. Bu dönüşüm, Osmanlı’nın yüzyıllardır süren teokratik ve mutlakıyetçi düzeninin çöküşünün ardından, bir ulusun kendi kaderini yeniden inşa etme iradesini temsil eder…

Kurtuluş Savaşı’nın zorlu koşullarında, farklı toplumsal kesimlerin bir araya gelerek oluşturduğu bu meclis, sadece bir yönetim organı değil, aynı zamanda Anadolu’daki direnişin siyasi ve moral merkezi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda egemenlik, geleneksel olarak “kut” anlayışıyla meşrulaştırılan ve padişahın şahsında tecelli eden bir olguydu. Ancak 20. yüzyılın başlarında yaşanan çöküş, bu anlayışın artık işlevsiz kaldığını gösterdi. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, bu tarihsel momentte, Weber’in “meşru otorite” teorisinde belirttiği türden bir rasyonel-yasal otorite inşa etmeyi amaçladı…

“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi, bu bağlamda, mutlak iktidarın aksine, halkın kolektif rızasına dayanan bir siyasi sistemin temelidir. Bu ilke, yalnızca bir siyasi slogan değil, aynı zamanda modern Türkiye’nin toplumsal sözleşmesinin temel taşıdır. Ancak, bu geçiş süreci, farklı etnik ve dini grupların entegrasyonu gibi karmaşık sorunlarla karşı karşıya kalmış, bu da ulusal egemenlik kavramının erken Cumhuriyet döneminde nasıl tanımlandığını anlamak için önemli bir bağlam sunar…

23 Nisan’ın kurumsallaşması, yalnızca bir yönetim organının oluşturulması değil, aynı zamanda bir ulusun kendi kaderini tayin hakkını (self-determination) kullanma iradesidir. Bu durum, Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” sorusuna verdiği yanıtla örtüşür: Bireylerin ve toplumların “kendi akıllarını kullanma cesareti” göstermesi. Meclisin açılışı, Türk halkının bu cesareti gösterdiği andır. Bu cesaret, yalnızca bir savaşın kazanılması için değil, aynı zamanda modern bir ulus-devletin inşa edilmesi için gerekli olan kolektif bilincin oluşumunda da belirleyici olmuştur. 23 Nisan, bu anlamda, bir halkın kendi tarihini yazma sürecine giriştiği bir eşiktir…

Ancak, ulusal egemenliğin sürekliliği, salt kurumsal bir yapının varlığına indirgenemez. Arendt’in “kamusal alan” kavramını hatırlatarak, egemenliğin ancak aktif yurttaş katılımıyla anlam kazandığını vurgulamak gerekir. Bu nedenle, 23 Nisan’ın sembolik değeri, yalnızca tarihsel bir olayı anmak değil, aynı zamanda demokratik katılımın ve sivil sorumluluğun sürekli yeniden üretilmesini sağlamaktır. Günümüzde, bu kamusal alanın sınırları, dijital platformlar ve sosyal medya ile genişlemiş, ancak aynı zamanda kutuplaşma ve siyasi gerilimlerle sınanmıştır. Özellikle X platformunda 23 Nisan’la ilgili paylaşımlar, genç nesillerin bu günü hem bir ulusal gurur kaynağı hem de demokratik hakların savunulması için bir hatırlatıcı olarak gördüğünü gösteriyor. Ancak, aktif yurttaşlığın önündeki engeller, Arendt’in idealize ettiği kamusal alanın pratikte ne kadar işlevsel olduğunu sorgulamaya açıyor…

23 Nisan’ın çocuklara armağan edilmesi, yalnızca sembolik bir jest değil, aynı zamanda siyasi devamlılığın nasıl sağlanacağına dair felsefi bir meseledir. Çocukların siyasi bilinçle yetiştirilmesi, demokrasinin geleceği açısından hayati önem taşır. Bu bayram, bu nedenle, gelecek nesillere “egemenliğin millete ait olduğu” fikrini aktarma aracıdır. Ancak, bu idealin gerçekleşmesi, eğitim sisteminin eleştirel düşünceyi ve demokratik değerleri ne ölçüde teşvik ettiğine bağlıdır. 2025 itibarıyla, Türkiye’de eğitimde artan merkeziyetçilik ve ideolojik vurgular, çocukların siyasi bilinçle yetiştirilmesi hedefini zorlaştırabilir. 23 Nisan kutlamalarının okullarda nasıl düzenlendiği, müfredatta bu tarihe nasıl yer verildiği, bu felsefi vizyonun pratikteki yansımalarını anlamak için kritik bir ölçüttür.

23 Nisan, Türkiye’nin siyasi tarihinde bir başlangıç noktasıdır, ancak ulusal egemenlik statik bir kavram değildir. Bu egemenliğin anlamı, her kuşağın kendi tarihsel bağlamında yeniden yorumlaması gereken dinamik bir olgudur. Bu nedenle, 23 Nisan’ı anmak, yalnızca geçmişi hatırlamak değil, aynı zamanda demokratik değerleri geleceğe taşıma sorumluluğunu üstlenmektir. Bugün, 23 Nisan’ın anlamı, yalnızca ulusal bağımsızlık değil, aynı zamanda küresel meseleler bağlamında da yeniden düşünülüyor. Örneğin, iklim değişikliği, dijital haklar ve toplumsal adalet gibi konularda aktif olan genç nesiller, ulusal egemenliği daha kapsayıcı ve evrensel bir perspektifle ele alıyor. Bu, 23 Nisan’ın sadece bir Türk bayramı değil, aynı zamanda evrensel demokratik değerlerin bir sembolü olarak da görülebileceğini gösteriyor…

Birol Keskin

Önceki Haber Çocuklara kıymayın efendiler...
Sonraki Haber EMEP İstanbul İl Örgütü: Yaşamak için örgütlenelim!
Benzer Haberler