Atilla KESKİN yazdı...*
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 6 Mayıs 1972 günü katledildiler.
Üç yiğit devrimcinin idamına onay verenler çoktan tarih sahnesinden silindi.
Üç fidan ise yiğitlikleri, inançları,dik duruşları ve ütopyolarına bağlılıklarıyla her 6 Mayıs'ta yeniden doğuyorlar...
Onların katliamı bir hukuk cinayetidir.İdam kararını veren mahkemenin Başkanı Ali Elverdi :” Aldığım kararlar hukuki olmaktan çok siyasidir” demişti.
Doğrudur, Elverdi'nin verdiği idam kararı bütünüyle siyasidir.
Yoldaşlarım Özgürlük, eşitlik, adalet mücadelesinde dimdik duran gencecik devrimcilerdi, daha güzel bir dünyanın kurulması için isyan etmenin haklı olduğunun kavgasını veriyorlardı. Mevcut statükaya, haksızlığa karşı isyan edilmesi egemenlerin korkulu rüyasıydı. Bu isyan ateşi küçücük de olsa söndürülmeli ve gelecek kuşaklara örnek olmasının önüne geçilmeliydi. İdamların arkasındaki gerçek neden budur.
6 MAYIS'A NASIL GELİNDİ…
1960'lar gerek dünyada gerekse Türkiye'de toplumsal kavganın giderek yükseldiği yıllardı. Latin Amerika'da, Afrika'da özgürlük ve bağımsızlık için halklar mücadele ediyordu. Küba'da verilen gerilla mücadelesiyle Amerika'nın desteklediği yönetim devrilmiş, sosyalizme giden yol açılmıştı. Vietnam'da Amerika'nın dev gibi askeri gücü yenilmişti ve kaçmak zorunda kalmışlardı...
1968 yılında tüm Avrupa'da, hatta Amerika'da öğrenciler, işçiler, emekçi halk daha güzel, daha eşitlikçi bir dünya için isyan etmişlerdi.
Türkiye'de de kitlesel bir canlılık vardı. Üniversitelerde öğrenciler halkçı bir eğitim için boykot ve işgaller yapıyor, işçiler ekonomik hakları için fabrikalarda greve kalkıyor, yoksul köylüler toprak ağalarının topraklarını işgal ediyor, henüz adı tam konmamış da olsa Kürt Halkının hakları için Doğu Miting'leri yapılıyordu...
Böylesi bir ortamda ülkesini ve halklarını seven gencecik insanlar, kavrayabildikleri kadar sosyalist inançlarıyla isyan etmeyi, mevcut düzeni yıkıp, hakça bir düzen kurmak için kavga vermeyi bir hak olarak görüyorlardı...
1970'lerin silahlı mücadeleyi temel alan örgütler böyle ortaya çıktı. Bunlardan birisi de: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan , Sinan Cemgil gibi devrimcilerin önderlik ettiği Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'ydu. Amacımız;kırsal alanda başlayacak bir gerilla mücadelesiyle sosyalist Türkiye'ye giden yolda, önce bağımsız ve demokratik bir Türkiye'nin kurulmasıydı. Bu amaçla Malatya'nın kırsal bölgesinde ilk gerilla grubu eğitime başlamıştı...
Şehirde bazı eylemleri gerçekleştiren yoldaşlarımız Deniz, Yusuf ve Hüseyin İnan dağ grubuna katılmak için yola çıkmışlardı. Deniz ve Yusuf'un bindiği motorsiklet bozulunca,tamir için durdukları kasabada tanınmışlar ve çatışmak zorunda kalmışlardı. Bu çatışmada Yusuf ağır yaralanmış Deniz ise kurşunu bitinceye kadar çarpıştıktan sonra tutuklanmıştı. Birkaç gün sonra Hüseyin de bir ihbar sonucu yakalanmıştı,
İki aydır dağda bulunan gerilla grubu yeterince deneyim ve donanım sahibi değildi. Buna rağmen grup ikiye ayrılmış, bir grup Kürecik üssünü basmak ve Cezaevindeki yoldaşlarının serbest bırakılması için eylem yapmaya karar vermişti...
31 Mayıs 1972 tarihinde Nurhak dağlarında, İnekli köyü yakınlarında baskına giden grup pusuya düşmüş ve Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan öldürülmüş, Mustafa Yalçıner ise yaralı olarak yakalanmıştı.Yoğun takip sonucu grubun diğer üyeleri de yakalanmış ve THKO'lular Mamak Askeri Cezaevinde biraraya getirilerek Birinci THKO davası açılmıştı.
DAVA SÜRECİ...
Savcı Baki Tuğ biz 18 THKO'lu için idam cezası istiyordu."Anayasayı tağyir, tebdil...” diye başlayan iddianamede. Anayasayı, ve Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmekle suçlanıyorduk. Oysa bizi yargılamak için yüksekte oturan sözde hakimlere emir verenler darbe yapmış, ortalıkta ne kanun, ne hukuk kalmıştı. Bizi sözde yargılayanlar adı hakim olan emir kulu subaylardı...
Yenilmiştik, ama davamızın haklılığına sapasağlam inanıyor, ütopyamızı koruyorduk. Yenilmiştik ama teslim olmamıştık. Mahkeme salonuna “ Kahrolsun faşizm, kahrolsun emperyalizm,” diye sloganlar atarak yumruklarımız havada girdik. Şaşırmışlardı.Yurt sevgisi, halk sevgisi, ütopyaya bağlılığın ne olduğunu bilmeyen egemenlerin hizmetçileri ne yapacaklarını şaşırmıştı. Biz elleri kelepçeli gençlere dipçiklerle vurarak susturmaya çalıştılar. Mahkeme salonuna girerken bir yoldaşımızın başından kanlar akıyordu. Bizi gören Savcı bozuntusu Baki Tuğ“Asacaksın bunları, teker teker sallandıracaksın” diye bas bas bağırıyordu...
"Hâlâmı Sosyalizm, hâlâ mı kahrolsun emperyalizm” diye çıldırmış kimi subaylar, başta da general Faik Türün askerleri yarmış, tekme tokat bize girişmişlerdi. Bir avuç gencecik insanın,bu kutsal devlete! karşı çıkma cesaretini nereden bulduklarını anlıyamıyorlardı...
Mahkeme sürecinde hiçbir zaman yargılanan olmadık.Tersine karşımızda, yukarda oturan hakim bozuntularını egemenlerin ve Amerikan'ın uşağı oldukları için hep aşağıladık.Türkiye'de mahkemeler çok yavaş işliyor, diye hep eleştirilir. Doğrusu bu bizim mahkeme için söylenemezdi! Yıldırım hızıyla sürdürüldü dava. Darbecilerin acelesi vardı. Bizlerin bir an evvel ipini çekmek, böylece gelecek kuşaklara korku salmak ve egemenlere verdikleri sözü yerine getirmek istiyorlardı...
Aradan neredeyse yarım asır geçti, buna rağmen mahkemede idam kararı verilen anı bugün gibi anımsıyorum.İkişer,ikişer mahkemeye getirilmiş ve karar okunmuştu. Birçok yoldaş, karar verildiğinde slogan atmıştı. Hüseyin İnan yoldaşımla birlikte hakim bozuntularının önüne çıkarılmıştık. Ortada oturan Ali Elverdi'nin yüzü kıpkırmızı, bize bakmadan kararı okuyor. Korkuyordu belki ama üzülmediği kesindi. Hüseyin İnan'a bakıyorum. Yüzünde muzip bir gülümseme var. Sanki: Telaş etmenize gerek yok. Bu kararı vereceğinizi biliyorduk, vereceğiniz karar umurumuzda bile değil”, diyen bir gülümseme bu...
Mamak Cezaevine getirildiğimizde ayrı ayrı hücrelere konuyoruz. Benim hücrem Deniz'inkine bitişik. Deniz her zamanki gibi, hiçbir şey olmamış gibi şakalarını sürdürüyordu.Bir üst mahkeme üç yoldaşımızın idam kararını onamış, diğerlerininkileri ise müebbete çevirmişti. Biz de bu yönde bir karar alınacağını çok iyi biliyorduk. Cezaevine gelen kimi üst rütbeli subaylar açıkça “ bazılarınızı idam etmemiz gerekir, böyle bir ceza verilmezse, bundan sonra da devlete karşı isyan etme cesaretini gösterenler çıkabilir,” diyordu...
Göstermelik bir parlemantoda idam kararları onaylandı. Karar günü Demirel Meclis salonuna Üç'e Üç, ... Üç'e Üç...diye bağırarak girmişti. İlkel bir öç alma duygusuyla 1960 darbesinde Yassıada'da idam edilen Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun intikamı olarak üç yoldaşımızın idamı isteniyordu.
Denizlerin idamını engellemek için birçok eylem yapıldı. Kızıldere'de ondan çok devrimci onları kurtarabilmek için eylem yaptılar ve acımasızca katledildiler...
Jandarma, Kuvvetleri Komutanının kaçırılma teşebbüsü, Bulgaristan'a kaçırılan uçak sonuçsuz kaldı. Ve yoldaşlarımız 6 Mayıs'ta Mamak Cezaevinde kaldıkları arka hücrelerden alınıp Ulucanlar Cezaevine götürülerek idam edildiler.
Ama yoldaşlarımızın idam sehpasındaki tavırları ve son sözleri gelecek kuşaklar için bir onurlu duruş ve son sözleri de bir manifesto niteliğindeydi. Üçü de idam sehpasında cellatın idam etmesine olanak vermedi, kendi idamlarını altlarındaki sandalyeyi tekmeleyerek kendileri gerçekleştirdi. Deniz Gezmiş:
“ Yaşasın Türkiye halkının bağımsızlığı;Yaşasın, Marksizm-Leninizm'in yüce ideolojisi, yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi; kahrolsun emperyalizm!”
Yusuf Aslan:” Ben halkımın bağımsızlığı ve mutluluğu için şerefimle bir kere ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şrefsizliğinizle hergün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz.Yaşasın devrimciler; kahrolsun faşizm!”
Hüseyin İnan :”Ben, şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı, bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler; kahrolsun faşizm!”
İdam sehpasında yoldaşlarımın haykırışları, ütopyalarına, inançlarına ve halklara bağlılıklarının en özlü ifadesidir...
ONLARIN MİRASINA SAHİP ÇIKMAK...
Her altı Mayıs'ta binlerce yaşlı-genç insan onların mezarlarının başında toplanarak anıyorlar. Peki bugünün Türkiye'sinde onların mirasına nasıl sahip çıkacağız. Onların mücadelesi ortadadır. Bugün her türlü ayrımcılığa karşı çıkmadan, işçilerin, emekçilerin haklarını savunmadan, statükonun yıkılması için kavga vermeden onların mirasına sahip çıkmak olanaksızdır...
Şunu da son olarak belirtmeliyim: Kimi Kemalistler, kimi statükaya dört elle sarılanlar da yoldaşlarıma sahip çıkıyor. Ama bu sahiplenme iş Kürt Halkının özgürlüğünü savunmaya gelince hemen sessizleşiyorlar. Oysa son nefesinde Deniz yoldaşımın Kürt ve Türk halkının ortak mücadele etme arzusu ortadadır. Yine gencecik yaşında yazdığı Türkiye Devriminin Yolu broşüründe Hüseyin İnan kardeşim: Türkiye'deki tüm emekçilerin çıkarlarına en uygun çözüm yolu bölgesel özerklik olacaktır. Bölgesel özerkliğin sınırları ve kapsamını ancak, aynı sosyal ve iktisadi yaşantıya sahip olan halkların kendileri tayin eder...”demişti. Bugün özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesinde dimdik durmadan Kürt Halkının Özgürlük mücadelesinin yanında yer almadan onların mirasına sahip çıkılamaz...
*Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın mücadele arkadaşı...