Bunca yoksulluk, bunca yıkım, talan ve tahribatın etkilediği tüm kesimler birleşerek, “İklimi değil, insanca yaşam için bu sistemi değiştirelim!” diyerek mücadeleye yönelmeliyiz...
Sedat Başkavak
[email protected]
Öncesi bir yana geçtiğimiz 25 yıl, iklim değişikliği ve sebep olduğu kötü sonuçlar daha çok tartışılır hale geldi. Belediyeler, bakanlıklar, hükümetler hatta Birleşmiş Milletler (BM) iklim değişikliğini yavaşlatma, durdurma plan ve programları ilan ediyorlar. BM üyesi ülke yönetimleri ve bürokratları iklim konferanslarında son 30 yılda dünyadaki sıcaklığın sürekli artışına karşı alınacak önlemler tartışıyorlar. Azgın sömürüleri ve daha çok üretim için ekolojik yıkıma sebep olan fosil yakıtları sınırsızca tüketen, ormanları talan eden, toprağı sınırsızca işleyen şirketlerin sponsorluğunda dünyayı ısıtan ve kirleten politikaların sorumlusu iktidarlar, iklim değişikliğini durdurma ya da yavaşlatmayı konuştular, konuşuyorlar...
Eskisi gibi birkaç gün etkili olan sıcak hava dalgaları, iklim değişikliği nedeniyle uzun süreli oluyor. Dünya sıcaklığının 1-2 derecelik artışı, yağış rejiminin değişmesini de beraberinde getiriyor. Bu durumun sebep olduğu ani hava olayları nedeniyle bazen ani seller, çoğunlukla kuraklık olarak, bazen zirai don ya da orman yangınları gibi sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz...
1980 yılında dünyada 250 doğal afet sayılmıştı, 2023 yılında sadece 164 sel vakası raporlanmış. 2024 yılında doğal afetlerin yol açtığı zarar 368 milyar doları aşmış. Yaşanan bu süreç 800 bin kişinin yerinden yurdundan olmasına sebep olmuş. Son 40 yılda iklim kaynaklı afetler yüzde 80 artarken Avrupa kıtasında sıcaklığa bağlı ölüm oranı yüzde 30 artmış...
Ölümlerin verisi bile yok...
Dünyada her yıl 10 milyon hektar orman; madencilik, imara açma vs. nedenlerle yok oluyor. Orman azalınca yağış da azalıyor ve kuraklık da bu duruma bağlı olarak artıyor. Tüm bu gelişmeler ve yaşanan afetler en çok yoksul işçi emekçi kitleleri etkiliyor. Tıpkı deprem gibi her yer sallanıyor ama evi başına yıkılan işçi, emekçi, köylü, yoksullar oluyor...
Güneş herkesin tepesine doğuyor ama yakıcı etkisi nedeniyle sıcaktan etkilenenler işçiler oluyor. Örneğin gün doğarken tarım alanlarına çalışmaya giden tarım işçileri güneşin yakıcı sıcağı altında çalışırken tüccarlar, ihracatçılar klimalı odalarında kaç kamyon ürün toplanıp yüklendiğini ve hesaplarına yatacak parayı hesaplıyorlar...
Yakıcı sıcağın altında tozun toprağın içinde madenler çıkarılıyor, otobanlar, duble yollar yapılıyor, yollar süpürülüp çöpler toplanırken işçiler ölümüne çalışırken, patronlar serin odalarında hangi ihaleden ne kadar kazandığını hesaplıyor...
İskenderun’da güneş altında hazırolda saatlerce bekletilen iki askerin aşırı sıvı kaybı nedeniyle çoklu organ yetmezliği sonucu ölmeleri tartışılıyor ama tarımda, inşaatta, madende çalışırken ölen işçiler için vadesi bu kadarmış deniliyor...
İklim değişikliği yeteri kadar geliri yoksa; yoksul emekçi ailelerini evinde bile nefes alamaz hale getirerek ölümüne sebep oluyor. Avrupa kıtasında sıcaklığa bağlı artan yüzde 30 ölümün bir kısmı da bu nedenledir ama Türkiye’de gerçek anlamda önleyici, koruyucu ve veriye dayalı bir sağlık sistemi olmadığından benzer ölümlerin istatistiki verisi bile bulunmuyor...
Zirai don tüm kesimleri etkiledi...
Tezgahlarda 600 liraya satılan kiraz için “Bu sene kiraz az oldu, serbest piyasada fiyat böyle oldu” denildi. Oysaki nisan ayında yaşanan zirai don kayısı, kiraz vb. sert çekirdekli meyveler başta olmak üzere üzümden elmaya, buğdaydan bademe pek çok tarım ürününü etkiledi...
Mersin’de badem, Malatya’da kayısı üreticileri tadımlık bile bulamadılar. İklim değişikliğinin bir sonucu olarak yaşanan zirai don nedeniyle üretici köylüler hem yaptıkları masraf hem de ürün alamadan geçen bu dönem ve gelecek yıla hazırlanmak için yapacakları masrafı borçlanarak yapmak zorunda kalırken bir kuruş gelir elde edemediler. Köylü gelirsiz kalırken kısmen zarar görmeyen bölgelerden gelen tarım ürünleri ise 10 katı fiyatına satıldığı için halk da alıp yiyemedi...
Bugün yaşanan kuraklık nedeniyle ayçiçeği baş tutmazken tane verimi ise yok denecek kadar az durumda. Aydın, Denizli ve bazı illerde sulu tarım yapılan yerlerde kuraklık nedeniyle yüzde 50 daha az su verildi...
Dolayısıyla verim düştü. Bir yanda soğuk ve ayazdan korunaklı seralar diğer yanda küçük üretici köylüler. Bir yanda serasında, fabrikasında bastır parayı al suyu diye oynayan tarım tekelleri diğer yanda susuzluk nedeniyle ayçiçeği, şeker pancarı tarlada yanan köylüler. Bir yanda kilosu 600 de olsa alıp yiyen varsıllar, diğer yanda soğukta donan, sıcakta yanan ama kira, elektrik, su, telefon ve zaruri mutfak harcamalarına anca yetişen yoksullar...
Tekellerin iklimini bozmak için...
Emekçi halk kitleleri bu durumdayken “Cumhurbaşkanımızın ilan ettiği 2053 net sıfır emisyon ve yeşil kalkınma hedefinin kritik eşiği olan kanunu yasalaştırıyoruz” diyerek Meclisten geçirdikleri İklim Kanunu’nun bırakalım iklim değişikliğini durdurmayı, yavaşlatacak önlem bile ortaya koymadığını gördük...
Net sıfır emisyon, yeşil kalkınma dediler ama iklim değişikliğinin en önemli sebeplerinden biri olan fosil yakıtların terk edilmesi bir yana, azaltılması için bile bir hedef ve program ortaya koymadılar. “Daha temiz ve verimli üretim sürecine katkı sağlayacak” dedikleri İklim Kanunu’ndan 21 gün sonra, Meclis’te kabul edilen torba yasa ile Maden Kanunu’nu çıkardılar...
Böylece “net sıfır emisyon için yutak alanları” diye adlandırılan ormanlar maden şirketlerinin talanına ve tahribatına açıldı. Ormanların maden şirketlerinin talanına açma görev ve yetkisi, görevi maden ve petrol işleri olan MAPEG’e verildi. BM’de iklim konferanslarına sponsor olan tekel konumundaki kömür, petrol vb. maden şirketlerinin yerli iş birlikçileri de kendileri için “Daha temiz ve verimli üretim sağlayacak” İklim Kanunu ve torba yasayı tıkır tıkır Meclisten geçirdiler...
Aslına bakarsanız herkesin kendi iklimi durumunu yaşıyoruz. Enerji ve maden şirketleri için oluşan yasa düzenlemeleri, iktidar uygulamaları vs. ülkeyi tamamen maden sahasına dönüştürüyor. Yoksul emekçi halk kitleleri için oluşan iklim ise tıpkı ülke politik ortamı gibi bütün azametiyle üzerimize basıyor...
Ne köylülerin “Bu sene olmadı gelecek yıla bakalım” diyerek ne de işçi emekçi kitlelerin “Elbet bir yerde duracak, hep böyle gidecek değil ya” veya “Bunun yaptığını biri gelir bozar” demesiyle üzerimize çöken; sağlığımızdan, geleceğimizden ve canımızdan eden bu iklim değişikliğini durdurabiliriz...
Kapitalist üretim ve talan devam ettiği sürece ya da kapitalizm son bulmadıkça iklim değişikliğinin ağır sonuçları da değişmeyecektir. Bunca yoksulluk, bunca yıkım, talan ve tahribatın etkilediği tüm kesimler birleşerek,“İklimi değil, insanca yaşam için bu sistemi değiştirelim!” diyerek mücadeleye yönelirsek başta enerji ve maden olmak üzere tekellerin iklimi bozulacak, bizim iklimimiz yeşile dönecektir...
NOT : Bu yazı Günlük Evrensel Gazetesi'nden alınmıştır…