Yusuf Karadaş
[email protected]
Fotoğraf :Günlü Evrensel Gazetesi…
Geçtiğimiz pazar günü İmralı’da Öcalan’ı ziyaret eden Dem Parti İmralı heyeti, pazartesi de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü. İmralı’daki görüşme sonrasında Dem Parti tarafından yapılan açıklamada Öcalan’ın; “Sürecin yeni bir aşamaya girdiğini ve heyetin Erdoğan ile yapacağı görüşmenin tarihi nitelikte olacağını” söylediği belirtilmişti. Heyetin Erdoğan ile görüşmesinden sonra yapılan kısa açıklamada ise, “Görüşmede, sürecin ilerlemesi konusunda karşılıklı iradenin devam ettiği vurgulandı” ifadesi yer aldı. Önümüzdeki günlerde ilk PKK’li grupların silah bırakma töreniyle sürecin yeni bir aşmaya gireceği belirtiliyor. Ancak ilk açıklamada Süleymaniye’den canlı yayımlanacağı belirtilen silah bırakma töreninin daha sonra “güvenlik nedeniyle” basına kapalı yapılacağı duyuruldu. Ardından da Dem İmralı heyetinin Adalet Bakanı Tunç ile yapacağı görüşmenin “yoğunluk” nedeniyle ertelendiği açıklaması geldi…
Kürt sorununun çözümü konusunda bir iradenin ortaya çıktığı, ülkedeki diğer siyasal gelişmelerin bu süreci desteklediği koşullarda PKK’nin silah bırakması, ‘tarihi’ bir gelişme olarak nitelenebilir. Ancak bırakalım demokratik çözümü, sürecin başladığı günden bu yana ülkedeki iktidar blokunun muhalefeti ezmek için her türlü demokratik hak ve özgürlüğü ayaklar altına aldığı, saldırılarını adım adım genişlettiği koşullarda aslında bu sürecin kendisi kritik bir eşiğe girmiş bulunuyor…
PKK’nin silahlı bir örgüt olarak ortaya çıkışının Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün ve devletin baskı politikalarının bir sonucu olduğu, Arınç gibi iktidar bloku içindeki isimler tarafından da defalarca dile getirilmişti. PKK’nin kendisini feshedip feshetmeyeceği, mücadelesini hangi biçim ya da yöntemlerle sürdürüp sürdürmeyeceği kararını elbette örgütün kendisi/lideri verecektir. Ancak bu durum alınan/alınacak kararların Kürt sorununun çözümüne ve ülkenin demokratikleşmesine hizmet ettiği oranda ‘tarihi’ bir nitelik kazanacağı/kazanabileceği gerçeğini değiştirmiyor.
Yeni süreç en başından iki uçlu bir süreç olarak ortaya çıkmıştı…
İktidar bloku bu süreci hem dış ve hem de iç politikada karşı karşıya kaldığı riskleri ortadan kaldırmak ve kendi politik çıkarları için bir fırsata dönüştürmek istiyordu. İç politikada ‘kent uzlaşısı’ örneklerinde olduğu gibi Dem Parti (Kürt ulusal demokratik hareketi) ile CHP’nin birlikteliği ekonomik ve siyasal olarak ciddi bir sıkışmışlık yaşayan (Birinci parti olma pozisyonunu kaybeden) iktidarın bekası için önemli bir tehdit yaratıyordu. İktidar, “terörsüz Türkiye” adını verdiği yeni süreçle bir yandan milliyetçi kesimleri yedekleme ve öte yandan da Kürtlerde beklenti yaratarak muhalefeti bölme ve etkisizleştirme politikasına alan açma hesabı yapıyordu…
Öte yandan Öcalan’ın çağrısı ile PKK’nin silah bırakma ve fesih kararları, devlet ve iktidarın her türlü demokratik hak ve talebi “terörizm” parantezi içine almasının ve demokratik çözüm yönünde adım atmamasının temel gerekçesini de ortadan kaldırıyordu. Dolayısıyla yeni süreç, demokrasi mücadelesinin daha birleşik ve güçlü hale getirilmesi için de olanaklar yaratıyordu. Özellikle iktidarın CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı İmamoğlu üzerinden başlattığı 19 Mart operasyonuna karşı ortaya konan ortak mücadele tutumu, iktidarın saldırısını kısmen geriletici bir rol de oynamıştı…
Gelinen yerde ise, bu iki uçlu sürecin giderek iktidarın politik hesap ve çıkarlarına doğru evrilerek kritik bir eşiğe geldiği tespitini yapmak gerekiyor.
İktidar, Öcalan ile yapılan görüşmeler ve PKK’nin silah bırakması sonrasında kurulacağı belirtilen Meclis komisyonu üzerinden Kürt hareketini süreci bozamayacağı bir noktada tutmaya ve bu sürece dair beklentiyi de zamana yaymaya dayalı bir taktik izlemeye çalışıyor. Böylece muhalefetin iki önemli odağını birbirinden ayırabildiği oranda CHP’ye yönelik operasyonları bütün muhalefeti baskı altına alıp etkisizleştireceği bir noktaya götürmek istiyor. Üstelik bu politikayı Demirtaş, Kavala, Atalay hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamadan, hasta tutuklular için bile hiçbir adım atmadan yürütüyor…
Kimi Kürt milliyetçi ve burjuva çevreleri yeni sürece ve iktidarın saldırılarına dair “Dün Kürtler saldırı altındayken, belediyelere kayyımlar atanırken CHP susuyordu. Biz bugün niye onlar için mücadele edelim” yönlü bir propaganda sürdürüyor. Kürt halkının onlarca yıldır sürdürdüğü mücadeleyi ve ödediği bedelleri kendi çıkarları temelinde iktidarla pazarlık yapmak için kullanmak isteyen bu çevrelerin bu argümanı ilk bakışta doğru görünebilir. Ancak bugün mesele CHP’yi savunup savunmama meselesi değildir. İktidar, CHP üzerinden sürdürülen saldırılarla bütün muhalefeti ezmeyi hedefliyor ve bu hedefine ulaşması en çok onlarca yıllık mücadele ve ağır bedellere rağmen Kürt halkının ulusal-demokratik hak ve talepleri için bir tehdit oluşturuyor. Başka bir deyişle bu sürecin giderek daha fazla iktidarın kontrolüne girmesi, Kürt halkı ve bütün demokrasi güçleri için büyük bir tehlike yaratıyor…
Silah bırakma töreniyle PKK’nin yeni bir adım daha atacak olması önemsiz değildir. Ancak bu adım, iktidarın “terörsüz Türkiye” adını verdiği ve hiçbir demokratik-hukuksal adım atmadığı sürecin kritik bir eşiğe gelmiş olduğu gerçeğini de değiştirmiyor: Ya müzakere süreçlerinin mücadele süreçleri olduğu gerçeğine uygun olarak tam hak eşitliği ve demokratik bir gelecek için birleşik bir mücadele hattı kurulacak ya da dikta rejimine giden yol, bu ‘iyi niyet taşları’ üzerinden döşenecek!
NOT : Bu yazı Günlük Evrensel Gazetesi'nden alınmıştır…