TOPLUMSAL MÜCADELELER, “KOMÜN-DEVLET ÇELİŞKİSİ” VE TOPLUMSAL KURTULUŞ MÜCADELELERİ...

TOPLUMSAL MÜCADELELER, “KOMÜN-DEVLET ÇELİŞKİSİ” VE TOPLUMSAL KURTULUŞ MÜCADELELERİ...

Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN yazdı...

Son yıllarda “kömün-devlet karşıtlığı” adı altında anlamlandırmakta zorlandığımız yeni bir çelişki türü türetilmiş ve özgürlükçü politikalara temel olarak sunulmuştur. Bu önerinin kaynağı ve gizemi nedir?
Düşünce ve felsefe tarihinde, daha tam olarak belirtecek olursak siyasi ve iktisadi düşünce tarihinde temellendirilmiş bir toplum-devlet çelişkisi vardır...

Bu çelişki tam biçimini modern toplumdan alır.Modern filozoflar Jean Bodin’den beri “egemenlik” kavramını merkeze alarak bu çelişkiyi açıklamak için büyük çaba harcamışlardır.Thomas Hobbes’un Leviathan adlı eserinden Hegel’in Hukuk Felsefesi’ne kadar uzanan 150 küsür yıllık siyaset felsefesi tarihinde buna bir kavram kazandırılmıştır...

Marx’ın Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi aynı zamanda bu kavramın bir açıklamasına ve eleştirisine dair 1843/44 yılına ait bir ilk denemedir. Doğal olarak 1859 yılına ait olan altyapı-üstyapı önermesi bu kavramın hem anlamlandırılması hem açıklanması hem de en olgun ilkesel eleştirisidir...

Bu eleştirinin hareket noktası, Hobbes’un toplum-devlet çelişkisini açıklamak için betimlediği toplum ve devlet arasındaki simetrik olmayan (asimetrik) ilişkidir. Buna göre egemenin ağzından çıkan sorgulanması mümkün olmayan, koşulsuz uyulmak zorunda olunan bir buyruk olarak doğrudan toplumun kulağına gitmektedir. Bireyi temel alan Hobbes, bu çelişkiyi modern toplumun büyük yapısal bir çelişkisi olarak ortaya koyar...

Bu düşünce ve felsefe tarihi hem genel olarak toplumun ve devletin hem özel olarak modern toplumun ve devletin kökenini hem de devletin karşısındaki burjuva(veya sivil) toplumunda bulunan dayanaklarını açıklar. 
Devlet üstyapı kurumlarıyla toplumsal bir temeli olmadan ayakta duramaz. Kendisine zorunlu olarak dayanak yaratmak zorundadır. Söz konusu dayanakları iki yanlı düşünmek gerekiyor. Birincisi, toplumsal-sınıfsal dayanak; ikincisi, birer ideolojik aygıtlar gibi çalışan, Gramsci’nin “sivil toplum” dediği kurumsal dayanaktır...

Gramsci’nin “sivil toplum” dediği ile klasik modern toplum ve devlet teorilerinde kullanılan “sivil toplum” kavramları birbirine karıştırılmamalıdır...

Devlet üretim alanında doğrudan etkin olmadığı sürece bir ekonomik güce sahip olmaz. Ekonomik bir güce sahip olabilmesi için ekonomik gücü elinde bulunduran sınıf ve tabakalara dayanmak zorundadır. Bu onun için olmak ya da olmamak meselesidir. Devlet doğrudan üretim alanında etkin olduğu zaman ise zaten toplumun ekonomik yapısına göre bir güç olarak şekil ve konum alır...

Devletin ideolojik aygıtlar olarak kurumsal dayanaklarına gelince; bunlar partiler, dernekler, yayın ve basın, radyo ve televizyon (bugün bunlara sosyal medya da dahil olmuştur), dini kurum ve örgütlenmeler, okul ve üniversiteler ve buna benzer birçok başka kurumlardır. Devletin kendi öz organlarının yanında sivil toplum örgütleri ideolojinin hem üretildiği hem de yayıldığı kurumlar olarak devlete toplum içinde ayrıca stabilize eden kurumlar olarak dayanak sunar ve sürekli yeniden oluştururlar...

İdeoloji üretme ve yayma işlevinin yanında sivil toplum kurumlarının başlıca işlevi son derece dinamik bir şekilde toplumsal rızayı örgütlemektir.Toplumu tüm yapılarıyla, ilişkileriyle, çelişkileriyle, kurumlarıyla; ekonomisiyle, politikasıyla, hukukuyla, ahlakıyla, eğitimiyle, metafiziğiyle; kısacası üretimden kaynaklanan maddi ekonomik ilişkileri ve ideolojisi ile bir bütün olarak açıklamayı amaçlayan altyapı-üstyapı önermesi bütün bu akıl emeğinin eleştirel bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır...

Son yıllarda akademik tartışmalar üzerinden olmak yerine daha çok sosyal hareketler üzerinden bir sosyal proje olarak ileri sürülen komün-devlet karşıtlığı, altyapı-üstyapı önermesinin geliştirilmesine kadar temel alınan toplumsal-sınıfsal çelişkilerin yerine geçirilmek istenmektedir. Dolayısıyla tüm bu akıl emeğinin de bir yadsıması, yıkımıdır.
Bu proje, büyük yapısal toplumsal değişiklikler yerine herkese kendi evinin önünü süpürmeyi öğütleyen Adornocu-Foucaultçu reformist yaklaşımın yanında 1990’lı yıllarda Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde dolaşıma sunulan ve oradan tüm dünyaya yayılan muhafazakar “Komünitarizm” (cemaatçilik) akımını esin kaynağı olarak alır...

Bu yaklaşıma göre, büyük toplumsal değişiklikleri amaçlamak mümkün değildir, bunun toplumsal-sınıfsal bir zemini de kalmamıştır. O halde küçük topluluklar kurarak devletin ve büyük tekellerin baskısına karşı direnmeye çalışmak en doğrusudur.
Bu projenin en ünlü savunucularından birisi Alasdair MacIntyre’dır. MacIntyre Troçkist-Marksist gelenekten gelir. Marksist yaklaşımlarından, kapitalizm eleştirisini yapısal ilişkilere dayandırmaktan vazgeçtikten sonra geliştirir cemaatçi (community based) direniş kuramını.
Son yıllarda sanki yepyeni büyük bir ilkeymiş gibi gündem yapılmaya çalışılan ve öz be öz solun da bir projesiymiş gibi sunulan sözüm ona komün-devlet çelişkisinin tüm gizemi budur...

Bu yaklaşım en kötü durumda tüm direniş odaklarını yok eder ve konformist bir ruhla sisteme yeniden entegre eder veya en iyi durumda toplumdan kaçan orta tabaka üyelerine köyler ve komünler kurma perspektifi açar. Her iki durumda da direnişçi ruhu çürütür. Oysa insanlığın özgür geleceği için bugün emek ve sınıf odaklı direnişin dünya çapında acilen örgütlenmesi gerekmektedir. Yoksa barbarlıkta çöküp yok oluş geri döndürülemez bir hal alabilir....

Önceki Haber Kendimizi önce Allah’a, sonra da bu aziz Millete emanet ediyoruz...
Sonraki Haber Londra DAY-MER Festivalinin 36.sı coşkuyla kutlandı...
Benzer Haberler
Rastgele Oku