Örgütlenmezsek, hepimiz birer Erol Eğrek’iz...

Örgütlenmezsek, hepimiz birer Erol Eğrek’iz...

Fırat TURGUT yazdı...
[email protected]

İstanbul’un göbeği sayılabilecek Şişli’de, bir adam son nefesini verdi. Erol Eğrek, 48 yıllık hayatının son on yılını, patronların cebine attığı tazminatının peşinde koşarak geçirdi. Hayatının son gününde, aslında elinde bir silah değil, sadece haksızlığa uğramış bir işçinin çığlığı vardı. Ama işçinin bu çığlığı sermayenin tasmalıları tarafından boğuldu...

Bu olay, bir işçinin onurlu yaşam arayışının, sermaye sınıfının kibirli tahakkümü altında nasıl canice sona erdirildiğini gösterdi.

Kapitalist düzen, bireylerin yaşamlarını kontrol etmekle kalmaz; onların umutlarını ve özlemlerini de acımasızca çalar. Erol Eğrek, Çalık’ın Türkmenistan’daki fabrikasında on yıl çalıştı. Ama patronlar, onun alın terini bir kâğıt parçasına indirgediler: “Tazminat.” Sonra o kâğıdı bile çöp kovasına attılar. Eğrek, mahkemeleri kazandı, ama adalet sermayenin kasasına kilitlenmişti...

Ve sonunda, o koca holdingin önünde, bir avuç korumanın yumrukları altında can verdi. Bu, tesadüf değil, sistemin işleyişinin ta kendisiydi...

Erol Eğrek’in henüz kanı kurumadan, kimileri tarafından sosyal medya paylaşımları hatırlatılıyor, hem de neredeyse suçlanarak: “Çalık’a sövüyor, CHP’ye sövüyor ama AKP’yi destekliyor. Çalık neye güvenerek tazminatımın üstüne yatabiliyor dememiş, bu şirket neden AKP Genel Merkezinin dibinde dememiş...”

Erol Eğrek’in, memleketin en büyük sermayesine karşı mücadele ederken, sermayenin iktidarından taraf bir tutum sergilemesi, kapitalizmin henüz sınıf haline gelememiş tek tek işçiler üzerindeki ideolojik etkisini yansıtır. Kapitalistler, işçileri kendi çıkarlarına uygun bir bilinçle yönlendirir. Kapitalizm, sömürüsüyle yalnızca işçinin ürettiği artı değere el koymaz, aynı zamanda onun bilinç düzeyini de kontrol eder. Eğrek için de bu geçerliydi. Emeğinin sömürüsü karşısında ölümü göze alabilecek kadar öfkeliydi; ancak bu öfke, sistemin köklerine değil, yüzeyine yöneldi. Bir işçi kendisini sömüren düzenin sürdürücüsü olan siyasete inanmış, o düzenin adamları tarafından öldürülmüştü. Sermaye, yalnızca fabrikalarda değil, zihinlerde de sömürür. Eğrek, belki de ölene kadar, düşmanını dost sanmaya devam etti...

Erol Eğrek’in hikayesi, yalnızca fiziksel bir ölümle değil, aynı zamanda manevi bir çöküşle de ilgilidir. Kapitalizmin bireyler üzerinde yarattığı psikolojik baskı, onları bir yandan emeğin sömürüsüne, diğer yandan ideolojik bir teslimiyete zorlar. Eğrek’in sisteme yönelik çelişkili tavrı, bu psikolojik tahribatın bir sonucudur...

Kapitalizm, bireyi yalnızca fiziksel anlamda değil, aynı zamanda ruhsal anlamda da öldürür. Eğrek’in adalet arayışı sırasında yaşadığı umutsuzluk ve sonunda gelen trajik ölüm, sistemin bireye uyguladığı çok yönlü baskıyı açıkça ortaya koyar...

Eğrek’in yaşadığı çelişkiler, aynı zamanda toplumun bireyi kıskaç altına alma biçiminin de bir örneği, toplumun belirli kesimlerinin çelişkisi... Toplumun belirli kesimleri bir yandan bu cinayet üzerinden Çalık Holding şahsında kapitalistlere lanet okurken, diğer yandan işçiyi bu düzenin kurbanı olduğunda yalnız bırakır, hatta hedef gösterir. Eğrek öldürüldükten sonra, sosyal medyada başlayan ‘kısmi’ linç kampanyası tam da buraya oturuyor. Bu sistemde mekanizma da böyle işler zaten: “Suçlu ölenin kendisidir.” Bu tutum, Eğrek’in sistemin yüzeyine yönelen öfkesine ne kadar da benziyor!

Bugün, Eğrek’in kanı, Şişli’nin kaldırımlarında kuruyor. Ama onun hikayesi, işçi sınıfına bir uyarı olmalı.  Aslında Eğrek’in katli, işçi sınıfının örgütsüzlüğünün bedelidir. Örgütlenmezsek, hepimiz birer Erol Eğrek’iz...

Not: Bu yazı Günlük Evrensel Gazetesi'nden alınmıştır…

Önceki Haber Kadın düşmanı iktidara karşı, öfkemizi örgütlülüğümüzde birleştirelim...
Sonraki Haber Kadın, Anne, Birey !
Benzer Haberler