Okan Bent ÖNOK yazdı...
Erkek egemen bir toplumda kadın olmak, çoğu zaman görünmez kalmaktır. Gölgeye çekilmen beklenir, konuşursan “haddini aşarsın”, kendini savunursan “geçimsiz” olursun, özgürlük istersen “yoldan çıkmış” muamelesi yersin. Ama bir gün doğurursun ya, işte o zaman birden kıymete biner adın...
Yılın sadece bir günü, Anneler Günü’nde şiirler, çiçekler, gözyaşları… Sosyal medya allı pullu paylaşımlarla dolup taşar. “Cennet annelerin ayakları altındadır” cümlesi dört bir yana yayılır. Güzel, hoş da… Aynı toplum, o kadını ancak anne olduğunda hatırlar. Anne değilse? E, geçmiş olsun. O kadın, o koltukta eksiktir artık...
Kadın, sadece doğurunca değil; düşününce, yazınca, direnince, yaşayınca da insandır. Hayalleriyle, emeğiyle, teriyle, inadıyla vardır. Onu sadece doğuran, katlanan, sabreden biri gibi görmek büyük ayıptır. Hatta düpedüz aşağılamadır...
Kadını sadece annelikle sınırlamak, onu kafese tıkmak gibidir. Kafesin adı ister “annelik kutsaldır” olsun, ister “ailenin temelidir”… Sonuç değişmez: Kadın kendi hayatının sahibi olamaz. Oysa bu saygı, yalnızca doğurana değil, doğurmayana da verilmelidir...
Bakın etrafınıza, her yerde örnek dolu. Akademisyen Zeynep Hoca, 38 yaşında, çocuğu yok. Kendini bilime, öğrencilere, topluma adamış. Ama hâlâ “Ee çocuk düşünmüyor musun?” diye soruyorlar. Sanki çocuk doğurmayınca tüm başarıları çöpe gidiyor...
Öte yanda Ayşe var. Tekstil atölyesinde çalışıyor. Üç çocuk annesi. Sabahın köründe kalkıyor, çocuklara kahvaltı hazırlıyor, sonra servise koşuyor. Akşam yorgun argın geliyor, yemek yapıyor, evi toparlıyor. Eşi çıkıp “Senin çalışmana ne gerek var?” diyor. Kadının emeğini sanki hobi sanıyor. Kadıncağız her gün hayatta kalma savaşı veriyor ama kimsede takdir yok, destek hiç yok...
Bu iki örnek, toplumun çarpık terazisini gösteriyor: Anne olmayana “n’oldu, kısır mısın?” bakışı; anne olana ise “çalışma, çocuğuna bak” dayatması. Kadının bir türlü kendisi olması istenmiyor. Ya doğur, sus; ya sus, çalış. Ama ne olursan ol, fazla görünme...
Hele ki çocuk istemeyen kadına yapılan muamele tam rezalet. Berlin’de yaşayan Elif anlatıyor: “Çocuk istemediğim için yıllardır ya ‘bencil’ oldum ya da ‘fikrin değişir’ lafına maruz kaldım. Sanki fikrim değil, hastalığım değişecekmiş gibi.”
Bu baskılar, kadınlara “sen tek başına yetmezsin” demenin dolambaçlı yolu. Sözde kutsiyetin arkasına saklanmış, kıstırılmış bir özgürlük düşmanlığı. Oysa annelik, ancak kadın isterse ve hazırsa kutsaldır. Mecburiyetle kutsallık olmaz. Kutsal olan; kadının kendi hayatına sahip çıkabilmesidir...
Evet, annelik zordur. Büyük emek, büyük sabır ister. Ama bu, kadının tek varlık sebebi değildir. Kadın; öğretmendir, gazetecidir, işçidir, sanatçıdır. Kadın sadece doğurmaz; yaratır. Sadece susmaz; konuşur, döner yumruğunu masaya vurur. Ve vurmalıdır da...
Kadınların doğurduğu çocuk kadar, kurduğu cümle de, verdiği mücadele de değerlidir. Ama ne yazık ki, kadın doğururken alkışlanır, doğurduktan sonra yalnız bırakılır. İşten atılır, terfi ettirilmez, kreş bulamaz. Sonra da kalkıp bir demet çiçekle işi toparlayacağımızı sanırız. Yemezler...
Her şeyi yapan, ama hiçbir şeyde adı geçmeyen kadını alkışlamayacağız da kimi alkışlayacağız? Kadın hem çocuk baksın, hem ev geçindirsin, hem şikayet etmesin, hem de bir gülümsemeyi yeterli saysın öyle mi? Yok öyle yağma...
Kadının değeri çocuk sayısıyla değil, insanlığıyla ölçülür. Onun yaşam hakkı, eşitlik hakkı, kendi bedenine dair söz hakkı tartışmaya kapalıdır. Ne zaman ki bu haklara koşulsuz saygı gösterilir, işte o zaman gerçekten “medeniyiz” diyebiliriz...
Bugün, çocuğunu kucağında büyüten kadına saygım sonsuz. Ama çocuk istemeyen, yalnız kalmak isteyen, başka hayaller peşinde koşan kadına da en az o kadar saygım var. Çünkü kadın olmak, annelikle sınırlanamaz. Kadının yolu, onun seçimidir. Başkasının değil...
Bilimden sanata, sokaktan meclise, fabrikadan sahneye… Kadınlar her yerde. Çünkü kadın sadece doğurmuyor; yazıyor, söylüyor, yönetiyor, direniyor. Kadın sadece “anneyim” demiyor; “buradayım” diyor. Hem de bağıra çağıra!
Ve biz ne yapıyoruz? Kadını sadece bir gün hatırlıyoruz. Hayır. Bu böyle gitmez. Kadın yılda bir gün değil, her gün görülmeli. Her gün değer verilmeli. Her gün desteklenmeli...
Anne olan, olmayan, olmak isteyen ya da istemeyen tüm kadınlara selam olsun. Saygı, çiçekle değil, eşitlikle gösterilir. Kadına saygı; koşulsuz, amasız, lakinsiz olur. Yoksa o saygı değil, laf kalabalığıdır...