Arif NACAROĞLU yazdı...
[email protected]
Halk pazarı, yangın yeri. Yıllar önce Almanya’da görünce çok şaşırıp, hallerine acıdığım(?) Almanlardan beter olduk. Karpuz dilimle. Domates tane ile. Zamanı geçmiş semiz otlarını ağır çeksin diye sürekli sulayan pazarcıya çıkışan teyze…
“Yok ablam, ıslatmazsak soluyor. Sen 5 lira eksik ver.” diye sırıtarak müdafaaya geçen, para üstü önündeki önlüğün derin cebinde değil de Arabistan’ın Zemzem kuyusunun dibindeymiş gibi kolunu omuzuna kadar önlüğe sokup karıştıran pazarcı kalfası…
Pazar yeri burası. Her çeşit insan var. Küfeli hamal. “Birileri taşıyamayacağı kadar torba doldurur da ben eve kadar götürüp 3, beş kuruş nafakamı çıkartırım” umuduyla yaşı çokları beyhude tarıyor. Kiraz çiftlerinden küpe yapmış pazarcı daha çok orta yaşlılar geçerken, “Kiraz 200” diye gerdan kırıyor. Belli ki Necla, “Ayol. Bu fiyata kiraz yenir mi, anca küpe olur. Altın gibi.” Esprisi soğancının gürültüsüne karışıp, duyulmuyor…
Pazar yeri burası. Herkes mutlu. Aldıklarından, sattıklarından çok sohbetten, bağırışlardan, söylenmelerden mutlu. Bir de hep bir gibi olanların aynı yerde toplanmış olmasından. Tanıyan, tanımayan birbirine laf atıyor, fikir veriyor, tezgah tarif ediyor. Pazarı 3 kez tavaf etmeden tek bir maydanoz bile almayan tecrübe, 4’üncü turunda neyin nerede iyi ve ucuz olduğunu bellemiş olmanın huzuruyla kayısı seçiyor. Yarım kilo. Az olan az, çok olan yine az alıyor…
Pazar yeri olur da siyaset olmaz mı? Herkes şikayetçi, herkes muhalif, ama bazıları az, bazıları çok muhalif. “Tek kelime söylersem 2 yıl 7 aydan başlar” diye susan emekli, muhtemel Kazım veya Mülayim veya onun gibi bir şey işte, bir amca. Belli ki memur, belki de adaletten emekli…
Kırmızı tişörtlü gençler “İmamoğlu’na özgürlük” yazılı tişörtleriyle “Söylenme, söyle. İmza ver. Bir imza dünyayı kurtarır” kuvvetiyle pazarı turluyorlar…
Pazarcının muzırı bir yandan ıslatıyor, bir yandan bağırıyor…
“Başka torbada arama. Başka yerde bulamazsın. Torbadan çıkan turpun tazesi, büyüğü buradaaaa.”
Tezgah komşusu sırıtıyor…
“Turbınan, şalgamınan satış yapılmaaaazzz. Havucun uzunu burdaaaaa. Al. İster rendele, limonla, ister dikine bölüp turşuya baaass. ”
2 kilo patates ve bir küfe bilgi alıp çıkıyorum…
Pazar yeri burası. Ne uygarlıklar batırıp, ne uygarlıklar yaratan…
Halk pazarı, yangın yeri. Yıllar önce Almanya’da görünce çok şaşırıp, hallerine acıdığım(?) Almanlardan beter olduk. Karpuz dilimle. Domates tane ile. Zamanı geçmiş semiz otlarını ağır çeksin diye sürekli sulayan pazarcıya çıkışan teyze…
“Yok ablam, ıslatmazsak soluyor. Sen 5 lira eksik ver.” diye sırıtarak müdafaaya geçen, para üstü önündeki önlüğün derin cebinde değil de Arabistan’ın Zemzem kuyusunun dibindeymiş gibi kolunu omuzuna kadar önlüğe sokup karıştıran pazarcı kalfası…
Pazar yeri burası. Her çeşit insan var. Küfeli hamal. “Birileri taşıyamayacağı kadar torba doldurur da ben eve kadar götürüp 3, beş kuruş nafakamı çıkartırım” umuduyla yaşı çokları beyhude tarıyor. Kiraz çiftlerinden küpe yapmış pazarcı daha çok orta yaşlılar geçerken, “Kiraz 200” diye gerdan kırıyor. Belli ki Necla, “Ayol. Bu fiyata kiraz yenir mi, anca küpe olur. Altın gibi.” Esprisi soğancının gürültüsüne karışıp, duyulmuyor…
Pazar yeri burası. Herkes mutlu. Aldıklarından, sattıklarından çok sohbetten, bağırışlardan, söylenmelerden mutlu. Bir de hep bir gibi olanların aynı yerde toplanmış olmasından. Tanıyan, tanımayan birbirine laf atıyor, fikir veriyor, tezgah tarif ediyor. Pazarı 3 kez tavaf etmeden tek bir maydanoz bile almayan tecrübe, 4’üncü turunda neyin nerede iyi ve ucuz olduğunu bellemiş olmanın huzuruyla kayısı seçiyor. Yarım kilo. Az olan az, çok olan yine az alıyor…
Pazar yeri olur da siyaset olmaz mı? Herkes şikayetçi, herkes muhalif, ama bazıları az, bazıları çok muhalif. “Tek kelime söylersem 2 yıl 7 aydan başlar” diye susan emekli, muhtemel Kazım veya Mülayim veya onun gibi bir şey işte, bir amca. Belli ki memur, belki de adaletten emekli…
Kırmızı tişörtlü gençler “İmamoğlu’na özgürlük” yazılı tişörtleriyle “Söylenme, söyle. İmza ver. Bir imza dünyayı kurtarır” kuvvetiyle pazarı turluyorlar…
Pazarcının muzırı bir yandan ıslatıyor, bir yandan bağırıyor…
“Başka torbada arama. Başka yerde bulamazsın. Torbadan çıkan turpun tazesi, büyüğü buradaaaa.”
Tezgah komşusu sırıtıyor…
“Turbınan, şalgamınan satış yapılmaaaazzz. Havucun uzunu burdaaaaa. Al. İster rendele, limonla, ister dikine bölüp turşuya baaass. ”
2 kilo patates ve bir küfe bilgi alıp çıkıyorum…
Pazar yeri burası. Ne uygarlıklar batırıp, ne uygarlıklar yaratan…