Yol,roman olmaktan çok, bir çeşit kişisel manifesto gibidir...

Yol,roman olmaktan çok, bir çeşit kişisel manifesto gibidir...

Nebat BÜKREK yazdı...

Okuma listemde yer almazken neden elim sık sık yol hikayelerine gidiyor, bilmiyorum. Belki kaçış, içinde bulunduğumuz bunaltıcı gündemden uzaklaşma isteği. Belki de yorgunluk, soluklanma, güç toplama çabası… Tarih şaşırtıcı döngülerle doludur: Kimi zaman toplumlarda ya da bireylerde onlarca yıl yaprak kımıldamaz; yaşam olağan akışında sessizce sürer...

Ama bazen de onlarca yılda gerçekleşmeyecek olaylar, birkaç ay, hafta ya da gün içinde yaşanır. İnsanlar bu hız karşısında algılamakta zorlanır, yorumlamakta tökezler, bir çıkış yolu arar. İşte böyle zamanlarda yolculuk etkili ilaçtır...

Jack London’ın Yol adlı kitabı, yazarın en kişisel ve otantik eserlerinden biridir. Roman olmaktan çok, bir çeşit kişisel manifesto gibidir. Amerika’daki vahşi sömürü düzeninin kenara ittiği insanların hikayesi, genç bir adamın dünyayı tanıma macerasıyla birleşir; ortaya sert ama edebi bir şölen çıkar...

Okur, kahvesi eşliğinde romantik bir özgürlük şarkısına kapıldığını sanırken, bir anda karanlık bir sefalet günlüğünün içine çekilir. Yol, yalnızca bir kaçışın değil, hayatın ta kendisinin alegorisidir. London, açlığı, sefalet ve yersiz yurtsuzluğu aktarırken, aynı zamanda yolculuğun getirdiği özgürlüğü de hissettirir...

Demiryolu vagonlarına kaçak binmek, kasaba kasaba iş aramak, yakalanınca karakollarda gecelemek…

Hepsi özgürleştirici bir deneyimle aşağılayıcı bir toplumsal konumu yan yana getirir. Yazar yalnızca acıyı anlatmaz; tren yollarında karşılaştığı karakterleri, yol arkadaşlığının sıcaklığını, özgürlüğün sarhoş edici yanını da dile getirir...

Kitap bittiğinde, Martin Eden’in oluşumuna zemin hazırlayan sosyalist duyarlılıkların ve toplumcu bakışın ipuçlarını görürüz. London’un genç yaşta açlık, eşitsizlik ve adaletsizlikle yüzleşmesi, eserlerine insanın doğayla ve toplumla mücadelesine dair güçlü temalar olarak yansır...

Dili yalındır, süsleme azdır; yaşadıklarını olduğu gibi, çıplak gerçekliğiyle sunar. Bu sadelik okura samimiyet verir. Kitap yalnızca edebi bir metin değil, aynı zamanda dönemin sosyal tarihine de ışık tutar. Hobi kültürü, tren yolculukları, yol üstü dayanışma ve şiddet, gerçekçidir...

Toplumun işsizlere, evsizlere, kimsesizlere bakışı serttir; çoğu kasaba onları dışlar, polis şiddeti sıradanlaşır. Böylece kitap, 20. yüzyıl başı Amerika’sının sınıfsal eşitsizliklerine dair canlı bir tanıklık sunar. Sonunda okuyucu, yolun cazibesine kapılsa da aslında gidemeyeceğini hisseder ve yönünü yeniden gündeme çevirir...

* Bu bir editöryal haberdir.

Önceki Haber Talaz’ın Oğulları Özet...
Sonraki Haber Ölüm fabrikaları: Nazi Toplama Kampları...
Benzer Haberler
Rastgele Oku