Birol KESKİN yazdı…
[email protected]
Maskeler takarsınız, bukalemun suretler,
Her renkte bir yalan, her gölgede bir ihanet.
Arsız yürekleriniz, sevgisiz ve hayasız,
Tutsaksınız servetin soğuk zincirlerinde.
“Hak için yaşarız!” dersiniz, göğsünüz kabarık,Oysa hak, çöldeki serap — yitik bir feryat.Hukuk, tozlu raflarda unutulmuş bir destan,Adalet, mazlumun gözyaşında boğulan bir figan...
Anadolu’nun kırık taşlarında,
Ekmeksiz sofraların gölgesinde,
Hırslarınız dipsiz bir kuyu — doymaz,
Altınla ördüğünüz ağ hiç bitmez.
Bilirsiniz, çıplak geldiniz bu dünyaya,
Kefensiz gideceksiniz, bir avuç toprakla.
Lanet olsun size, insanlığın gölgesi!
Ama bilin: Harabelerde filizlenir isyanın tohumu...
Ekmeksiz çocukların, yitip giden umutların,
Bir sabah ışığında kırılacak zincirleri.
O gün ne tahtlarınız, ne altınlarınız, ne zenginlikleriniz,Ne de yalanlarınız kurtaracak sizi...
Gölgeleriniz diz çökecek toprağa,
Mazlumun gözlerinde yanacak gerçek ateşi.
Kaçışınız yok — olmayacak da asla,
Zulmünüz, kendi kuyunuzda boğulacak bir yılan!
Önceki HaberHizalama baskısı altında bir "süreç"
Sonraki Haber Anlamanın Zahmeti, Önyargının Konforu Üzerine...
İnsanlar çoğu zaman birbirlerini anlayamazlar. Bu durum yalnızca iletişim eksikliğinden değil, daha derin bir zihinsel ve duygusal dirençten kaynaklanır. Anlamak, basit bir duyma eylemi değil; dinlemek, empati kurmak ve kendi içsel önyargılarımızla yüzleşmeyi göze almak demektir. Oysa bu süreç, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde oldukça zahmetlidir...
Sosyolojik açıdan bakıldığında, bireyler toplumsal roller, kimlikler ve kültürel kodlar çerçevesinde birbirlerini kalıplara sokar. Bu kalıplar, sosyal yaşamı düzenlemeyi kolaylaştırsa da bireysel özgünlüğü ve derinlikli anlayışı örter. Toplum, çoğu zaman "öteki"ni dinlemekten çok, tanımlamakla yetinir. Önyargılar, bu noktada işlevsellik kazanır; çünkü kişinin karşısındakini anlamak için harcayacağı zihinsel ve duygusal emeği ortadan kaldırır. Bu da toplumsal yabancılaşmayı besler...
Psikolojik perspektiften bakıldığında ise, insan zihni enerji tasarrufuna programlıdır. Hızlı, sezgisel ve otomatik karar alma biçimleri, özellikle karmaşık sosyal durumlarda devreye girer. Empati kurmak, zihinsel çabanın yanı sıra duygusal cesaret de gerektirir. Çünkü karşımızdaki kişinin iç dünyasına temas etmek, bazen kendi karanlığımızla da yüzleşmeyi gerektirir. Bu yüzden önyargılar, içsel savunma mekanizmaları gibi çalışır; zihni zorlayıcı olanı dışarıda bırakır, basit ve güvenli olanı içeri alır...
Oysa edebiyat bize, bir başkasının iç dünyasına girmenin ne denli dönüştürücü olabileceğini öğretir. Bir karakterin acısını, özlemini ya da yalnızlığını hissetmek, okuru kendi benliğinin ötesine taşır. Ne var ki gerçek yaşam, bir roman gibi sabırla okunmaz. İnsanlar, diğer insanların hikâyelerine vakit ayırmaktan çok, onlara başlık koymayı tercih eder. Bu da derinlikli ilişkilerin yerini yüzeysel etkileşimlerin aldığı bir çağın kapılarını aralar...
Sonuç olarak, anlamak çabadır; önyargı ise kolaylık. Anlamak, insanın hem kendi içine hem de başkasının dünyasına doğru yaptığı bir yolculuktur. Bu yolculuk, rahatsız edici sorularla, duygusal yüklerle ve kırılganlıkla doludur. Ama aynı zamanda gerçek yakınlığın, samimiyetin ve insan olmanın da kapılarını aralar. Önyargı ise kısa yoldan hüküm verir; karşısındakini duymadan tanıdığını sanır, karmaşığı basite indirger, bireyi anonimleştirir...
Oysa birini anlamaya çalışmak, onun acısına, sevincine, korkusuna temas etmeye cesaret etmektir. Belki de bizi gerçek anlamda insan yapan şey, tam da bu çabadır—zor olana rağmen sebat edebilmek, ötekini bir tehdit değil, bir hikâye olarak görebilmek. Çünkü anlamak, bir tür sevgi biçimidir. Ve sevgi, her zaman zahmetlidir; ama zahmete değer olan tek şeydir...