Cemal AKÇA yazdı...
[email protected]
Geçen hafta sonu, iki günlük MEG – Edebiyat Buluşması için Almanya’daydım. Son etkinlik Duisburg’ta yapılıyordu. Kalabalığın arasında birden bir ses duydum:
— “Dostum!”
Bir baktım, karşımda yazar Sırrı Ayhan! Elinde kahvesi, yüzünde her zamanki o muzip gülümsemesiyle bana doğru geliyor...
— “Sırrı! Sen de mi geldin?” dedim.
— “Ben gelmezsem edebiyat eksik kalır dostum,” dedi gülerek, sonra aniden ciddileşti.
— “Ama senin saçlar….Yahu bu ne hâl?”
Ben daha “Ne olmuş?” diyemeden kulağıma eğildi:
— “Dostum, seni tıraş etmek için Den Haag’a geleceğim.”
Bir kahkaha attım, “Yine başladı,” dedim içimden. “Adam roman yazarken de böyle dramatik!”
Vedalaşırken yeniden söyledi:
— “Takımlarımı alıp geleceğim dost, hazırlıklı ol!”
Ben hâlâ şaka sanıyorum tabii. Elimi sıktı, bana iki kitabını imzalayıp verdi:
— “Oku bunları, sonra saçını keseriz,” dedi.
Baktım birinin arka kapağında daha önce çektiğim ilginç bir fotoğrafa yer vermiş. Göstererek;” çok teşekkür ederim, çektiğin bu fotoğraf çok beğeniliyor. Bilincine sağlık.”dedi.
Emeğinin böylesi bir yerde değerlendirilmesi, karşık duygular sardı beni. Öğrendiğim bir kaç Kürtçe kelimeden ; zor spas.”dedim. (Çok teşekkür ederim.)
-Ne güzel, her dost diyen, günde bir iki kelime öğrense arkadaşlığımız, dostluğumuz çok daha iyi gelişecek.” dedi.
Gerçekten başka dillerden de öğrendiğim bir kaç kelimeyi muhataplarıyla sohbetlerde araya sıkıştırdığımda karşılıklı daha sıcak bir ortama döndüğüne tanık olmuştum.
Hollanda’ya döndüm, kitaplardan birini okumaya başladım. Daha dördüncü öyküye yeni gelmiştim ki telefon çaldı.
— “Alo?”
— “Dostum, adresini yaz bana.”
— “Niye, yeni kitap mı göndereceksin?”
— “Yok, ben geliyorum.”
— “Nereye geliyorsun?”
— “Sana.”
— “Saçımı kesmeye mi?”
— “Evet, ne sandın? Söz verdim, unutmam ben.”
Ciddiydi.
O kadar ciddiydi ki, istemsizce adresi yazdım.
Ertesi gün, iş yerinde kapıdan biri girdi. Elinde küçük bir valiz, yüzünde zafer kazanmış komutan edası.
— “Selam dostum!”
— “Yok artık! Gerçekten geldin mi?”
— “Söz namustur,” dedi, valizi yere bıraktı. “Bir kahve ver hele.”
Oturduk, kahveleri içtik. Yanında bir dosya dolusu çizim de getirmiş.
— “Kızımın işleri,” dedi, “üç yaşından beri çiziyor. Ona Sergi açıyorum.Sergileneceklere senin de fikrini merak ettim.”
— “Ben ressam değilim ama…”
— “Olsun, yıllarını objektifin ardında geçiriyorsun. Gez gör arpaçık diye ilginç kareleri donduruyorsun. Senin çektiğin fotoğraflara rast geldiğimde biraz inceledim. gözün ve parmağın iyi hikayeli kareler yakalıyor. Söyle bakalım, nasıl?” Bir kaç dakika inceledim yüze yakın, küçük büyük çizim. Yaşına göre güzel ve ilginç resimler.
“Yetenekliymiş, renk duygusu da çok iyi.”
— “Bak ben de öyle diyorum, ama çocuk bana pek inanmıyor!”
“Bunların bazılarını kaliteli kağıda bastırıp sergilesek, devamında, birlikte o resimlerle Resim ve Sanat akademisine gidip daha iyi olanaklar bulunmasını rica edeceğim...
Kahkahalar eşliğinde birkaç çizimi tarayıp bastım. O sırada Sırrı dükkânı gözden geçiriyordu. Birden durdu, bana baktı.
— “Dostum, burası güzelmiş ama kalabalık. Ben buraya saçını kesmeye geldim, biliyorsun.”
— “Evet ama…”
— “Ama’sı yok. Bu iş yarım kalmaz. Hadi, eve gidelim.”
Bir an baktım, ciddi.
Başka çare yoktu. “Tamam,” dedim, “buyur gidelim.”
Yolda bir balıkçıya girdik. “Buranın balığı çok meşhurdur. Hangi balıktan yemek istersin.”
-Usta sensin. Tavsiyene uyacağım.”
-İki çeşit ısmarladım. Karşılıklı ...”
-Çok teşekkür ederim...
Eve geldik. Banyoya girdi, şöyle bir göz gezdirdi.
— “Tamamdır,” dedi, “burası uygun.”
Sonra o meşhur valizi açtı: makaslar, taraklar, sprey, havlular… Hepsi yerli yerinde.
— “Sen bu işe gerçekten hazırlanmışsın,” dedim.
— “Ciddiyet her işin yarısıdır dostum,” dedi...
Boynuma önlüğü sardı, makası eline aldı.
— “Hazır mısın?”
— “Sanki ameliyata giriyoruz…”
— “Sus bakalım, konuşursan makas kayar!”
Sonra başladı o müthiş ses: çıtır, çıtır, çıtır…
Makas sanki elektrikli hızar gibi çalışıyor.
— “Yahu, on yıldır bu kadar net makas sesi duymamıştım,” dedim...
— “O senin suçun dostum, bakımsızlık olur mu hiç? Saçın isyan etmiş.”
Yarım saat sonra makası kapattı, aynaya baktı.
— “Oldu bu,” dedi, “artık bir yazara yakışır dostun var.”
— “Şu an kuaför reklamı gibi hissediyorum.” Hem yazarsın, hemde berber. Dostluk da bir sanattır.”
Kahvelerimizi bir kez daha tazeledik, biraz edebiyat, biraz hayat konuştuk.
Valizini topladı, kapıya yöneldi.
— “Dostum,” dedi, “bu tıraş, 244 kilometrelik dostluğun bedelidir.”
Arkasından baktım.
Bir yazar, elinde makas, biraz da dostunun saçını kesmek için kilometrelerce yol gelmişti.
O akşam aynaya baktım. Saçlarım kısalmıştı ama içim büyümüştü...
Meğer insana en yakışan tıraş, dost eliyle yapılanıymış.
4 Kasım 2025 -Den Haag…
* Bu bir editöryal haberdir.








