T. AKÇA yazdı...
Fotoğraf : T. AKÇA…
Derler ki…
Ağrı Dağı herkese yüzünü göstermez.
O, gökyüzünün eteğinde kurulmuş nazlı bir sırdağdır; heybetiyle susar, sessizliğiyle konuşur...
Ne zaman bir yürek temiz, bir niyet saf, bir kalp sabırlı olursa, işte o zaman aralar bulutlar perdeyi.(O şanslılardan biri de benim) Ama çoğu zaman…
Tepesi sisle örtülüdür, ya da beyaz yorgan misali bulutla sarılmıştır.
Sanki gökler onu dünyadan kıskanır da gözlerden saklar...
Kimi sabahlar, güneş doğarken nazlı bir geline döner Ağrı.Zirvesi altın gibi parlar, yamaçlarından nurlar sızar.Fakat çok sürmez; dağ yine çekilir içine,
Gök perdesini yeniden örter yüzüne.
İşte bu yüzden halk ona “Nazlı Dağ” der.
Çünkü kendini sadece gönlü sabırlı olana, aşkı taşıyabilene gösterir...
Evvel zaman içinde, zamanın da zaman olduğu bir çağda, göklerin yeryüzüne âşık olduğu, yıldızların insanlara selâm verdiği uzak bir ülkede, iki dağ kardeş yaşarmış.
Biri heybetli, sessiz, vakur; adı Büyük Ağrı…
Diğeri kıpır kıpır, ateşli ve kıskanç; adı Küçük Ağrı imiş...
Bu iki kardeş, yerle göğün nikâhına şahitlik eden ulu dağlarmış.Ama zamanla Büyük Ağrı daha çok sevilmiş, daha çok saygı görmüş.
Güneş her sabah onu ilk selâmlarmış.Bulutlar onun başında dönermiş,Kar onun zirvesinde ayrı beyaz, ayrı kutsal görünürmüş.
Yolcular ona yönünü sorar,Kervanlar önünden geçerken dua edermiş...
Küçük Ağrı ise bu sevgiyi kıskanırmış.
“Ben de onun kadar yükseğim,” dermiş içinden.“Benim de içimde ateş yanar. Benim de rüzgârım dağılır dört bir yana…”
Günlerden bir gün, gökyüzünün perilerinden biri – adı Serengül olan – yeryüzüne düşmüş.
Bir kar tanesi gibi sessiz, bir dua gibi saf inmiş Büyük Ağrı’nın eteklerine.O günden sonra iki dağ da gönlünü kaptırmış bu göksel varlığa.Büyük Ağrı, aşkını içine gömmüş;
Rüzgâra fısıldamış ismini Serengül’ün.
Sessizce sevmiş; sevdiği fark etsin diye değil, içi ısınsın diye…
Küçük Ağrı ise aşkını saklayamamış.
Her gece etrafını alev gibi sararmış duygular.
Her sabah gözlerini Serengül’ün baktığı yöne diker, “Ben de varım!” dermiş; “Ben de sevebilirim!”
Lakin Serengül’ün kalbi, ancak sabır taşıyanın olmuş.O, Büyük Ağrı’nın suskunluğunda bir huzur,Sabırlı duruşunda bir sonsuzluk bulmuş...
Küçük Ağrı kıskançlıktan deliye dönmüş.
Bir gece gökyüzünü çatlatırcasına kabarmış.
Ateşini kusmuş, toprağı sarsmış.
Yıldızlar bile titremiş o gece.
Ama o öfke, yeri de göğü de incitmiş...
Tanrı, bu kavganın ve kıskançlığın karşısında bir hüküm vermiş:
“Aşk, sabırsız kalplere emanet edilmez.
Kibire düşenin dili taş olur.
Ey dağlar, ey kardeşler,
Bundan böyle konuşmayacaksınız.
Aşkınızı da hasretinizi de sonsuzluğa fısıldayacaksınız.”
Ve o anda Büyük Ağrı, aşkın yüküyle taşa dönmüş.Zirvesinde hâlâ Serengül’ün son vedası gizliymiş.Küçük Ağrı ise boynunu bükmüş, uzakça bir noktada donmuş kalmış.
Sonsuza dek sadece bakabilmiş abisine…
Ne ses, ne nefes…
Derler ki…
Ne zaman bir âşık sabırla sevdiğine kavuşmayı beklerse…
Ne zaman bir kardeş, kırdığı kardeşi için dua ederse…
Ağrı Dağları’nın eteklerinde hava birden yumuşar.Bulutlar dağılır.Ve bir anlığına Nazlı Dağ yüzünü gösterir...
Çünkü o, hâlâ aşkı anımsar...
T.Akça..