Kavel Alpaslan / BERLİN...
Nazi Almanyası 1941 haziranında Sovyetler Birliği’ne savaş açtığında askere alınıp Doğu Cephesi’ne gönderilen yüz binlerce Alman gencinden biri de yirmi yaşındaki Heinz Kessler’dir. Bir otomobil tamircisi, Aşağı Silezyalı. Fakat göğsündeki gamalı haç ya da gri üniforması sizi yanıltmasın, onun kalbi cephenin diğer tarafında atıyor. Kessler, kendini bildiğinden beri emekçi ve yine kendini bildiğinden beri komünist…
Nazi Almanyası o günlerde gücünün doruğundadır. Gafil avladığını düşündüğü Sovyetler Birliği’nin üzerine meşhur Barbarossa Harekatı ile yürürken kentler ve kasabalar birbiri ardına düşer. Kessler’in komutanı operasyonun başlamasından henüz üç hafta sonra genç askeri yanına çağırır ve ona bir Sovyet birliğine yaklaşıp istihbarat toplama görevi verir. Kessler, komutanın dediğini yapar. Sovyet birliğine gizlice yaklaşır yaklaşmasına, ancak onlar hakkında bilgi toplamak için değil Kızıl Ordu’ya katılmak için!
Bu yeni cepheye vardığında tek başına değildir. Benzer sebeplerle Kızıl Ordu’ya geçen diğer Alman askerlerle tanışır. Savaş boyunca Nazi yönetimine karşı propaganda çalışmaları yapan Özgür Almanya Ulusal Komitesine (NKFD) dahil olur. Nazi askerlerini firara davet eden radyo yayınları seslendirir, esir alınan Alman subayları sorgular, savaş esirleri arasında örgütlenme çalışmaları yapar…
Firarının ardından hakkında Almanya’da kendisine yokluğunda ölüm cezası verilir. Üstelik tek hüküm giyen kendisi değildir; annesi tutuklanıp Ravensbrück Toplama Kampına gönderilir. Savaşın sonunda Kızıl Ordu bu kampı özgürleştirinceye kadar annesini göremez…
Kurtuluştan yıkılışa…
Memleketine döndüğünde ölüm cezası bir tarafa, artık Kessler tüm gençliğiyle sosyalist yeni bir inşanın parçasıdır. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin (DAC-namıdiğer Doğu Almanya) kuruluşunda yer alır, yüksek görevler üstlenir. En sonunda 1985 yılında Savunma Bakanlığına getirilir. Kessler son ana kadar koruduğu bakanlık görevini DAC’ın yıkılışına kadar sürdürür. Fakat bu dönem inşa süreci gibi parlak değildir. Her ne kadar Sovyetler Birliği’ndeki çatırdama sinyallerine DAC, daha temkinli yanıtlar vermiş olsa da 1989 yılında Berlin Duvarı yıkılır…
Kessler ise yaşanan çözülme sürecinde geri adım atmayan isimlerden biri olarak tarihe geçer. Savunma Bakanlığı görevinin de ağırlığıyla birlikte Doğu Almanya’nın ilhakından sonra 7 yıl hapis cezasına çarptırılır…
Kaybedilen hakların özgürlüğü…
1980’lerin sonlarında hız kazanan ve Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle sonuçlanan süreç, özgürlük getiren Berlin Duvarı mitinin aksine tüm dünya halklarının üzerine kara bir bulut olarak çöker. Neoliberal kuşatma ile birlikte yoksullar daha da yoksullaşırken tüm emekçiler onlarca yıllık mücadele ile kazandıkları sosyal hakları bir bir yitirmeye başlar. Başta eski sosyalist ülkeler olmak üzere geleceksizlik geçtiğimiz yüzyıla oranla korkunç bir sorun haline gelir…
Böylesi bir atmosferde yaşanan yıkımın getirdiği travma tüm dünyada, sosyalist hareketlerden kimi kişilerin ya da kurumların ‘yeni düzene’ dahil olmak için vaftiz sırasına girmesine neden olur. Zayıf iradeler bir yenilgide darmadağın olup ‘yeni arayışlar’ adı altında reformizme sürüklenirken Kessler gibiler henüz yıkılan sosyalist iktidarların üzerindeki duman tüterken dahi inancından bir şey kaybetmez…
1996’da bir gazetecinin ‘Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte Avrupa halklarının özgürlüğe kavuştuğunu, bunun hakkında ne düşündüğünü’ sorması üzerine Kessler, özgürlük tanımını 1990’larda kaybedilen haklarla birlikte ele alır: “Tabii, Doğu Avrupa’da insanların tadını çıkarttığı yeni özgürlük hakkında anlatılanları ben de duydum. Ama özgürlüğü nasıl tanımlıyorsunuz? Evet, bugün Doğu Avrupa’da milyonlarca kişi iş sahibi olmaktan özgür, güvenli sokaklardan özgür, sağlık hizmetlerinden özgür, toplumsal güvenceden özgür.”
Siyaset sahnesinden çekilmeyen Kessler, daha sonrasında Almanya Komünist Partisi (DKP) içerisinde faaliyet yürütür, hatta 2011 yılında ilerleyen yaşına rağmen bu partinin Berlin Belediye Başkanı adayıdır.
“İnancı günlük modaya kurban etmek”
Tahmin edilebileceği üzere burjuva-liberal medyada onun hakkında çok fazla beylik itham kaleme alınır. Ölüm haberini fırsat bilenler, Kessler’e ‘Korku devletinin mimarı’ ya da ‘Değişen dünyaya rağmen ideallerine hâlâ bağlı kalan bir ahmak’ dediler. Fakat bugün Kessler’in bir asırlık hayatını değerli kılan, düşüncesinin çekirdeğini değiştirmeden yaptığı zorlu seçimlerde yatıyor. Kessler hem hayatının hem de ülkesinin iki kritik anında geri adım atmaz…
Kessler’in siyasi iradesine odaklanınca onu kusursuz bir aziz ilan ediyor değiliz. Şüphesiz, farklı bir açıyla hayatına yaklaşıyor olsaydık görev yaptığı süre içerisinde ya da sonrasında eleştirilebilecek yönleri konuşabilirdik. Ne de olsa gerçek anlamda kıymeti olan eleştiriler, hayatı tek bir boyuttan okuyan burjuva-liberallerin lensinden çıkmıyor. Fakat Kessler’in 97 yıllık hayatına ilk bakışta gözümüze çarpan şey, savaş cephelerinde başlayan hikayesinin, son anına kadar bir süreklilik gösteriyor oluşu. Zihnimizde zaferlerle ve yenilgilerle karşılaşsa da yıkılmayan bir dalgakıran inşa etmiş bir komünistin hikayesini görüyoruz. 97 yaşında öldüğünde gardırobundaki üniforma, 20 yaşındayken karşı cephedeki kızıl bayrağın altında giydiği üniformadır…
Tarihin gelgitlerinde sular yükselirken sağlam durabilmek hiç de görüldüğü kadar basit bir şey değil. Şimdiki zamanın ruhu öylesine baştan çıkartıcı bir şey ki, insan akıntının yönünü kolay kolay kestiremiyor.
Kessler’in bu konu hakkındaki sözleriyle bitirmek gerekirse:
“Bazı konularda konumumu değiştiremem. Komünist düşüncelerimi, günün modasına kurban etmeyi reddediyorum. Demokratik merkeziyetçiliğe ve devrimci sosyalist partiye olan inancımı koruyorum. Şu anda yürürlükte olan sistemler insanların ekonomik, sosyal ve çevresel sorunlarını çözmüyor. Başka yollar bulunmalı. Yeni toplumsal yapılar ortaya çıkacak. İnandığım sosyalist ilkeleri benimseyen bazıları da bunlara dahil olacak.”
NOT : Bu yazı Günlük Evrensel Gazetesi'nden alınmıştır...