Aydın ÇUBUKÇU
[email protected]
Yıllardır savaş gündelik hayatımızın bir parçası olageldi. Özellikle her türlü alçaklığın gübreliği halinde emperyalistlerin verimli tarlası haline gelen bölgemiz halkları, bir nefeslik olsun huzur görmüyor. Neden sonu gelmiyor savaşların? Bunun sebebi yalnızca kötülük ve hakimiyet hırsı mıdır? Yoksa savaşla beslenen ve doymak bilmez bir ejderhanın pençesinde yaşıyor olmamız mı?
Ejderhanın adı emperyalizmdir ve onun politikaları ve özellikle savaş politikaları kapitalist ekonominin işleyişini sağlayan araçlardır. Bir başka deyişle savaş olmaksızın emperyalizm nefes alamaz...
Bitmeyen savaşın kısa tarihi...
II. Emperyalist Savaş’tan sonra, yani 1940’lı yılların ortasından bu yana, yeni bir “Dünya Savaşı” çıkmadığına bakarak bazıları, emperyalizmin artık barışçıl bir çağa geçtiğini, hatta emperyalizmin kendisinin ortadan kalktığını propaganda etmeye başladı…
Yeni bir dünya savaşının olanaksız olduğunu ileri sürenler, SSCB, ABD ve Avrupa’yı kapsayan bir savaş modeli üzerinden düşünüyorlar ve böyle olmadıkça, dünyanın hemen her köşesinde patlayan silahları, uçuşan füzeleri, yüz binlerce sivil insanın, kadın-çocuk ayrımı olmaksızın can vermesini ölçü olarak almaya yanaşmıyorlar. Büyük savaşları konu edinen birçok filmde görürüz, uzaktan top sesleri gelmektedir, birkaç yüz metre ilerden tanklar, askeri kamyonlar geçmektedir, ama köylüler işlerine devam etmektedir. Ta ki işgal ordusu evinin kapısına dayanana kadar onlar için savaş yoktur; atı, öküzü ölmemiş, tarlası henüz postal izi görmemiş, damına bomba düşmemiştir, öyleyse galiba savaş yoktur!
II. Emperyalist Savaş sonrasında dünya, hiçbir zaman barış içinde olmadı. Güvenilir kaynaklara göre, 1945’ten günümüze kadar süren savaşlar ve iç çatışmalar, sonucunda 70 ila 100 milyon arasında insanın öldüğünü tahmin ediliyor. Avrupa’da dengeler yerine oturmuş, büyük güçler kendi aralarında doğrudan çatışmalara son vermiş ve görünüşte “dünya barışı” sağlanmıştı! Ama başta 1950-1953 Kore Savaşı ve 1955-1975 Vietnam Savaşı olmak üzere, bütün emperyalistlerin bir ucundan mutlaka bulaştığı irili ufaklı savaşlar hiç eksik olmadı. Asya, Afrika ve Latin Amerika aynı zamanda halk savaşları ve gerilla mücadelelerine açık sahne oldu...
I. Dünya Savaşı’nda ölenlerin sadece yüzde 5’i sivil iken, II. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybedenlerin içinde sivillerin oranı yüzde 66’ya yükselmiştir. 20. yüzyılın sonunu ve günümüzü de kapsamak üzere, sürüp giden savaşlarda ölenlerin yüzde 80’i sivil halktan oluşmaktadır. Bu korkunç rakam, dünyamızın genel durumu hakkında geçmişteki büyük savaşlarla kıyaslanabilecek bir görüntü sunmaktadır. Bu durum, önceki savaşlarla kıyaslandığında, daha ahlaksız, daha vahşi, daha insanlık dışı yöntemlerin kullanıldığı bir savaş sürecinde yaşadığımızı göstermektedir...
Bütün bunlar, emperyalizm açısından savaşın bir ihtiyaç olarak öneminin devam ettiğini gösteriyor. Her ülkede burjuvazi savaş yatırımlarına teşvik ediliyor, her türlü silah üretimi hızla devam ediyor...
Bugün savaş sanayisi, birçok ülkede aşırı sayılabilecek bir gelişme gösteriyor. Bazı ülkeler, geleneksel tehditlere maruz olmadıkları halde, silah ve mühimmat ticaretinin alıcı ya da satıcı konumunda yer alıyor. Türkiye gibi halkı yiyecek ekmeğini bulamayan kimi ülkeler bile yatırımlarının büyük bölümünü savaş araçları üreten tesislere yapabiliyor...
Başlıca emperyalistlerin savaş sanayilerini geliştirmek için sınaî ve teknik yatırımları giderek artıyor...
Bütün ülkeler, biyolojik, kimyasal ve nükleer silah depolamak, üretmek, alıp satmak için birikimlerinin önemli bir bölümünü seferber ediyor...
Savaş sanayisine yönelik bu büyük ilginin sebebi nedir? Sebep, yalnızca tehdit altında olmak ya da yayılma emelleri beslemek olarak görüldüğünde, bu özellikleri taşımayan ülkelerin tutumları nasıl açıklanabilir?
Bu açıdan bakılınca, dünya çapında şaşırtıcı gelebilecek bir manzara ortaya çıkıyor...
2009 yılı itibariyle savaş sanayisine en çok yatırım yapan birinci ülke Umman! Onu, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail, Yemen, Ermenistan, Eritre, Makedonya gibi ülkeler izliyor. Türkiye bu listede 17. sırada yer alıyordu...
Güncellenen bilgiler ise sıralamanın çok değiştiğini gösteriyor: Çin, Rusya, Hindistan, Suudi Arabistan, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Polonya ve 10. sırada Türkiye...
Basitçe, ileri emperyalist ülkeler genel refah düzeyini tahrip edici biçimde etkilemeyen bir harcama düzeyinde kalırken, görece sanayi ve teknoloji bakımından geri ve emperyalizme bağımlı ülkeler silahlanma ve genel olarak savaş yatırımları yapma uğruna ağır bedeller ödemeyi göze alıyorlar. Bu yalnızca “caydırıcı güç olma” kavramıyla ifade edilen ve “savaşı önlemeye yönelik” olduğu iddia edilen masum bir silahlanma değildir. Elbette emperyalist-kapitalist ilişkiler sistemi, bütün ülkeleri birbirinin muhtemel tehdidi haline getiriyor, herkesi “komşusundan korkmaya” ya da komşusunun kaynaklarını ele geçirmek için sinsi hesaplar yapmaya zorluyor. Kimse kendini güven içinde görmüyor, kimse olası sorunların barış içinde halledilebileceğine inanmıyor. Fakat gelişme düzeyi ne olursa olsun, her ülkede kapitalizm açısından esas mesele savaşın bizzat “kârlı bir yatırım alanı” olarak görülmesidir...
Savaşın faydaları!
Emperyalistler açısından savaşın ekonomik ve politik faydalar sağladığı pek çok araştırma tarafından doğrulanmış, sayılarla gösterilmiştir. Genel olarak savaş ve savaş sanayisinin kapitalizmin sorunlarını çözmek, sermaye birikimini ve merkezileşmesini hızlandırmak açısından “olumlu” etkileri olduğu kanıtlanmıştır...
Birkaç maddede özetlemeye çalışalım:
Askeri harcamalar ve savaş sanayisi, sermaye birikimine olumlu katkılar sunmaktadır...
Bazı koşullarda, askeri harcamaların yükseltilmesi, kapitalist sistemin devamlılığı için yarar sağlayabilmekte ve askeri harcamalar, devletin iktisadi canlanmayı finanse etme yollarından biri haline gelmektedir...
Bu kapsamda öncelikle kapitalist sistemde devlet, sistemin sürekliliğini sağlamak amacıyla askeri harcamaları artırabilmektedir...
Bugün Türkiye’de çok açık biçimde görülebileceği gibi, savaş sanayisindeki yerli kapitalistler, devletçe himaye edilirler. Askeri sanayinin burjuvaları, bir bakıma imtiyazlı burjuvalardır. (Hele bir de damatsa!)
Askeri harcamalar, devletin ekonomiye müdahalesini istemeyenlerce bile, “ulusal güvenliğin sağlanması veya terörizmle mücadele” kapsamında desteklenirler. Eğer bu alanda birden fazla şirket varsa, bunlar arasındaki rekabet ölümcül boyutlar kazanabilir. Birbirlerini casuslukla, vatana ihanetle, “yerli ve milli” olmamakla falan suçlayarak devre dışı bırakmaya çalışabilirler. Zira silah sektöründe artı-değeri az sayıda şirket elde edebilmektedir...
Savaş sanayisinde faaliyet gösteren şirketler, genellikle düşük vergi uygulamalarından yararlanmakta ve bu da kâr oranını yükseltmektedir...
Savaş, kapitalist ekonomiye dolaylı sonuçlarıyla da faydalar sağlar. Bombalamalar ya da savaşın diğer yıkıcı etkileri sonucunda yıkılan kentlerin, ulaşım ve haberleşme ağlarının, tarımsal üretimin yeniden inşası, yeni yatırım ve kâr alanları açmaktadır...
Savaş, egemen sınıflara, ekonomik faydalarının yanı sıra, siyasal faydalar da sağlar. Savaş ve savaş sanayisi, toplumsal denetim mekanizmalarını güçlendirmekte, yönetici sınıfların siyasi ve ekonomik iktidarını sağlamlaştırmakta etkili olmaktadır...
Savaş, egemen sınıflar için ideolojik hegemonyanın pekiştirilmesi bakımından da güçlü bir araçtır. Milliyetçiliği, dinsel ideolojileri, diğer halklara ve ırklara karşı düşmanlığı güçlendiren faşist teorilerin yayılması ve toplumsal etki gücü kazanması, savaş ortamında daha da kolaylaşmaktadır...
Bunu yanı sıra, özellikle savaş sanayisinde çalışan işçiler üzerinde ücret, sendikalaşma, her türden örgütlenme serbestliği, özgür tartışma ve düşünme gibi konularda da ağır baskı uygulanmaktadır. “Milli güvenlik” gerekçesiyle basın-yayın kurumları üzerindeki baskıya ve yönlendirmeye imkân tanıyan, gerici ve faşist propagandaya meşruiyet kazandıran özellikleriyle de genel olarak toplumun baskı altında tutulmasına yol açmaktadır...
Sonuç olarak, savaş kapitalizmin kurtarıcı meleği, emekçi halkların ise Azrail’idir...
Kaynaklar:
- Feride Berna Uymaz Yılmaz, “20. Yüzyılda Savaşların Uzun Dalgaları Ve Sınaî Çevrimlerdeki Etkileri” başlıklı doktora tezi...
- Copilot
NOT : Bu yazı Günlük Evrensel Gazetesi'nden alınmıştır…