Yunus Emre'ye dair bazı düşünceler...

Yunus Emre'ye dair bazı düşünceler...

Prof. Dr.Doğan GÖÇMEN yazdı...

(Yunus Emre'nin Facebook'ta paylaştığım "İşitin Ey Yarenler" ve "ilim Kendin Bilmektir" şiirlerine dair yürütülen tartışmada ortaya atılan sorulara ve ileri sürülen düşüncelere ilişkin kısa bir değerlendirmemi sunuyorum. Düşüncelerimi Yildiz Akman'ın bir sorusu üzerinden giderek formüle etmeye çalıştım. Aşağıdaki düşüncelerin tartışmayı teşvik etmek amacıyla taslak halde yayınlandığını ayrıca belirtmek istiyorum. Yanıtımı birbirini tamamlayan beş parça olarak sunuyorum...

SORU: Yildiz Akman: Şu "hakkı bilmektir" e takıldım.Dindarlar bunu kendilerine yontar... 

YANIT BİR...

Sevgili Yildiz hekimim, öncelikle anlamlı sorunuz için çok teşekkür ederim. Sizin sorunuza yanıt üzerinden tartışmaya ilişkin bir bütün olarak birşeyler demek istiyorum. Umarım uygundur...

Düşünce ve felsefe tarihinde felsefenin şiir yolu ile dile dökülmesi vardır. Bizim düşünce tarihimizde şairlerimizin ve ozanlarımızın çoğu felsefeyi bu yolla dile getirmeyi seçmişlerdir. Yunus bunlardan birisidir, Aşık Veysel de ve Neşet Ertaş da. Bu nedenle onlara filozof değildir dememek gerekir...

Shakespeare ve Goethe örneğin birer büyük ozan ve şairdirler. Ama aynı zamanda birer büyük filozofturlardır da, çünkü eserlerinde büyük bir felsefi düşünceyi dile getirirler. Rönesans İnsanı kavramını Shakespeare ve Faustçu insan kavramını Goethe'ye borçluyuz. Goethe Faustçu insan kavramını yaratırken tarihsel olarak yaşamış bir insanı, Faust'u ölçü olarak alır...

Faust ise tam anlamıyla bir Shakespearcidir ve zaten Goethe kendi Faustçu insan tipini yaratırken Shakespeare'den tahmin edemeyeceğimiz kadar esinlenmiştir. Hegel'in Tinin Fenomenolojisi'nde felsefi olarak temellendirdiği insan tipi Faustçu, yani Shakespearci insan tipidir.Felsefi bir düşünceyi veya duruşu dile getiren şiir ile felsefi bir duruşu temellendiren bir metin arasındaki ilişki sıkça böyle çok yakındır...

YANIT İKİ...

Sizin doğrudan sorunuza, yani "Kişi Hakk'ı bilmektir" dizesinde ifadesini bulan düşünceye gelince: Şiiri bütünselliğinde görmek gerekir. Yunus bu şiirinin ilk dörtlüğünde, insanın tüm bilme çabasının amacını belirlemektedir. Buna göre insanın tüm bilme ve okuma çabasının amacı, insanın kendisini bilmesi için gerekli epistemolojik koşulları oluşturmaktır...

İnsanın bilme çabasının konusu dünya veya evrendir. Bunun için doğanın, toplumun, insanın kendisinin bilinmesi gerekmektedir. Bu kapsamlı bilgi insana kendini bilme olanağı sunar. Şiirin ikinci ve üçüncü dörtlükleri doğrudan "Hakkın" bilinmesini talep etmektedir. İkinci dörtlükte genel olarak okumanının amacının Hak bilgisine ulaşmak olduğu söyleniyor. Üçüncü dörtlükte bir yandan ikinci dörtlükte söylenen tekrarlanırken, aynı zamanda okumanın, dolayısıyla Hakkı bilmenin sonsuz veya ucu açık bir süreç olduğu, hiçbir zaman tamamlanamayacak, fakat arayış sürdükçe insanın olgunlaşması beraberinde gelecek olan bir süreçtir. Yani insan olgunlaştıkça kendisini daha çok bilip tanıyacaktır. Bitmez bir çaba olan okumanın ve Hakkı bilme çabasının böyle bir amacı ve sonucu vardır. İnsanın kendisini bilmesi, Hak bilgisine yaklaştıkça daha çok mümkün olacaktır...

YANIT ÜÇ...

Üçüncü dörtlükte Hakkı bilmenin sadece bir okuma işi olmadığına, hakkı bilmek için itaat etmenin de, yani verilen emir ve görevlerin yerine getirilmesinin de yetmediğine işaret edilir. Öyleyse burada kanımca kilit soru, Hakkın ne olduğu ve Hakkı bilmenin ne anlama geldiğine ilişkin sorudur. Bu sorulara yanıt vermek için kanımca önce birinci dörtlükte ifade edilen şiirin genel anlamını hatırlamak gerekir. Şiirin genel amacı insana kendisini nasıl bilebileceğinin yolunu ve yöntemini göstermektir. İnsanın kendisini bilmesi, insanın ahlaklı bir yaşam sürmesi için gerekli epistemolojik önkoşulu sağlamak demektir...

Tüm mitoloji, teoloji ve felsefe bu önkoşulun nasıl sağlanacağına dair birer öneri geliştirip sunar. Fakat sorunun yanıtını verebilmek için aynı zamanda dördüncü dörtlüğe de bakmak gerekmektedir. Bu dörtlük insana daha sonra Aşık Veysel gibi dört kitabın dördü de haktır, yani doğrudur diyor. Öyleyse Hakkı bilmek bir yerde doğru yolu bilmek demektir. Bu insana kendisini bilmesi için gerekli olan doğru güzergahı, yani yaşam tarzını gösterecektir...

Fakat ozanımız aynı zamanda dört kitabın "manası" "bir elifde" bellidir diyor. Elif, Arap alfabesinin ilk harfidir. Fakat elif aynı zamanda "benzerlik" anlamına da gelmektedir. Öyleyse ozanımız sanki Rotterdam'lı Erasmus gibi dört kitabın farklı yollar göstermesine karşın hepsinin yolunun manasının aynı veya benzer olduğunu söylüyor...

Ozanımızın burada uygulamış olduğu ilkeye felsefede biz "çoklukta birlik" ilkesi diyoruz. Okumanın amacı veya Hakkı bilme çabasının ereği elifi, yani biri, anlam çokluğuna bütünlük kazandıran bir veya benzer anlamı bilmektir. Yunus'un burada dört kitaba bireden işaret etmekle insanlık kavramı ile iş gördüğünü ayrıca vurgulamaya gerek var mı bilimiyorum...

YANIT DÖRT…

Şimdi artık doğrudan Hak nedir sorusunu sorabiliriz. Hakkın bilinmesi için gidilen yolun insana kendisini bilmesini sağladığını artık biliyoruz. Hakkın bilinmesi için seçilen sayısız yola rağmen hepsinin bir amaca götürdüğünü de biliyoruz...

Hakkı bilmenin tek başına okuma ve itaat etme, verilen emirleri ve öngörülen rituelleri yerine getirmenin de Hakkı bilmeye tek başına yetmediğini de biliyoruz. Hakkı gerçek anlamda bilmek demek, basit bir şekilde bir takım kural ve uygulamalarla yetinmemek demektir...

Yani hakkı bilmek için farklı yollar tarafından öngörülen formalist kuralların ötesine geçmek ve kendini arayışı bir yaşam biçimi haline getrmek demektir. Hakkın ne olduğu tam olarak bilinmese de Hak arayışının kendisi insana kendisini bilmesini, yani ahlaklı olmasını, doğru yolu bulmasını sağlayacaktır...

Öyleyse Hak nedir? Öncelikle belirtmeliyim ki, Yunus Emre burada pekala bildiği yüce anlamına gelen Arapça "Allah" kavramını kullanmıyor. Bunun yerine Anadolu'da yerleşik ve çok daha orijinal olan Hak kavramını kullanmayı tercih ediyor. Şimdiye kadar söylediklerimizden ve şiire yakından bakınca Yunus Emre'nin Hak kavramından (doğru) yolu ve amacı anladığı anlaşılmaktadır...

Yol ve amaç insanın kendisini bilmesi ve ahlaklı bir yaşam sürmesinin ne olduğu ve bunun nasıl mümkün olduğunu keşfetmesiyle ilgilidir. Hak kavramı diğer taraftan hakikat veya varlık anlamına gelmektedir. Bu bakımdan insanın kendisini bilmesi, hakikati veya varlığı bilmesi demektir. Hakikatin veya varlığın bilinmesi ise, hakikatte veya varlıkta benzer olanın, yani birliği sağlayanın bilinmesi anlamına gelmektedir. İnsan böylece bildiği hakikatte veya varlıkta kendini de bilebilecektir...

YANIT BEŞ/SON...

Son olarak Hak kavramının Tanrı anlamına gelen boyutuna bakalım. Bu sorunun yanıtı aynı zamanda Yunus Emre'nin tasavvufçu olup olmadığı sorusuna da bir yanıt içerecektir. Bu şiirinde Yunus, insana Hakkı ve kendini bilme yetisi kazandıracak olan bilimin amacını bilgi olarak tanımlıyor, inanç olarak değil. Bu bakımdan ozanımız son derece modern bir şekilde örneğin 18./19. yüzyılda Alman filozofu Hegel gibi bilgiye ve bilmeye öncelik tanımış olmaktadır. Ne karşısında?

İnanma karşısında. Hegel bilmediğimiz şeye inanmamız mümkün değildir diyor...

Yunus genellikle inanma çerçevesinde ele alınan Hak kavramını bilim ve bilgi kavramı çerçevesine taşımış olmaktadır. Bilimin ve bilginin konusu zorunlu olarak bu dünyadır, bu dünyanın dışında başka bir dünya değildir. Zaten Yunus da tek bir Haktan bahsetmektedir. Bu da bilgi kavramıyla çalıştığı için ancak bu dünya olabilir. Sonuç olarak: Eğer tasavvufun temel kavramı bilim ve bilgi değil de inanç ise, ozanımızın bir tasavvufçu olarak tanımlanması mümkün gözükmemektedir...

Peki Yunus dindar mıdır? Hak kavramı, yol, erek ve varlık anlamlarında değil de Tanrı anlamında alınırsa, yani kavram son derece zengin anlamına karşın tek bir anlamında alınırsa  ozanımız dindar olarak tanımlanabilir. Ama bu durumda Yunus'un Tanrısının dünyevi ve dünyaya içkin olduğunu hatırlamak gerekir. Yunus'un Tanrısı tek tanrılı dinlerde olduğu gibi aşkın değildir. Bu da onu, nasıl ki Avrupa Rönesansının kaynağı İtalyan ozan Dante ise, Anadolu'nun Rönesansının başlangıcı ve kaynağı yapmaktadır, tasavvufun ve mistisizmin değil...

Şiirin son mısrası ozanımızın "İşitin Ey Yarenler" şiirinde övgü konusu yaptığı aşka çağrı gibidir...

Önceki Haber Goethe ve Türkali  : "Genç Werther'in çektiği acıları" ve " Bir Gün Tek Başına"
Benzer Haberler
Rastgele Oku