Birol KESKİN yazdı...
Fotoğraf : İrfan Erdoğan…
İnsanın iç dünyası da doğa gibi döngüseldir; varoluşun kadim ritmine ayak uydurur. Nasıl ki ilkbaharda doğa renklenir, sonbaharda yapraklar toprağa dönerse, insan ruhu da sevinçle hüzün, umutla yorgunluk arasında salınır. Kimi zaman içimizde bir güneş doğar; kimi zaman kurşuni bulutlarla örtülür ruhumuz. Bu değişkenlik, varlığın özüdür; hayat dediğimiz, bu inişli çıkışlı devinimin ta kendisidir…
Yaşamın evrelerine direnmeden, onları olduğu haliyle kabullenebilmek; yağmurda ıslanmayı da, güneşte ısınmayı da göğüsleyebilmek—işte bu, içsel olgunluğun izidir. Her mevsim bir gerçeği fısıldar kulağımıza; ve her ruh hali, bizi biraz daha "insan" kılar…
Modern zamanlar, başarıyı çoğunlukla maddi ölçütlerle sınırlar: unvan, servet, şöhret. Oysa gerçek başarı, insanın iç dünyasında biriktirdiği iyilikte, merhamette, sağduyuda ve erdemde saklıdır…
İyilik, büyük ve gösterişli eylemlerle değil; çoğu zaman bir tebessümde, bir sessiz dinleyişte, bir omuza dokunuşta tezahür eder. Bu küçük ama içten gelen eylemler, bir başkasının dünyasında derin yankılar uyandırabilir ve belkide derin izler bırakabilir. Ve çoğu zaman, dönüp dolaşıp sahibinin yüreğini de onarır—bir dostluk, bir iç huzuru olarak…
İyilik ve samimiyetle dolan bir yürek, görünmeyen bağları örer. İnsan, iyi kalmaya çabaladıkça, yaşamın daha derin katmanlarına nüfuz eder…
Umut ise geleceğe dönük bir iç ışık, varoluşun en sessiz ama en direngen sesidir. Zor zamanlarda bile tutunacak bir dal, yön verecek bir pusula olur. Umutsuzluk anında dahi devam edebilmenin gücü, insanın içsel ışığını korumasıyla ilgilidir…
Hayat, plan kadar tesadüflerle de şekillenir. Belirsizliğin içindeki potansiyel, umudu besler. Yolun nereye varacağını her zaman bilemeyiz; fakat yönümüzü içimizdeki sesten alırız. Umutla atılan her adım, geleceğin toprağında filiz verir…
Doğadan uzaklaşmak, insanın kendi özünden de kopuşudur. Zira insan, doğanın minyatür bir yansımasıdır…
Bir ağacın kökleri sabrı, gövdesi direnci, yaprakları umudu anlatır. Doğayla kurulan her sevgi bağı, insanın kendi iç dünyasına duyduğu saygının da bir yansımasıdır.
Aynı şekilde, başkasına duyulan sevgi de öz-sevgiyle başlar. Sevgi, geçici bir duygu değil; bir varoluş biçimidir. Sevgiyle yaklaşan, yaraları sarar; sevgiyle yaşayan, hayatı yeşertir…
Bir insanın hayatına dokunabilmek, onun görünmeyen yarasına merhem olabilmek—işte bu, insan olmanın en asli anlamlarından biridir. Zira bizler, birbirimizi iyileştirme kudretine sahip varlıklarız…
Kimi zaman bir kelime, bir bakış, ya da yalnızca "seni anlıyorum" demek bile, bir insanın içinde kilitli kalmış kapıları aralayabilir…
Dünyayı değiştirmek büyük bir hayal gibi görünse de, bir yüreğe umut vermek, bir kalbe nefes aldırmak—gerçek dönüşümün ilk adımıdır. Ve çoğu zaman bu değişim, sessizce yapılan bir iyilikle başlar…
Umut, iyilik ve sevgi—bu üçlü değer, bir hayat felsefesine dönüştüğünde, yaşam yalnızca sürdürülmez; anlam kazanır. Her yeni gün, bu değerleri dünyaya ekmek için bir tohumdur…
Kendine ve hayata inançla yaklaşan bir insan, yalnızca kendi yolunu değil, başkalarının yolunu da aydınlatır. Zira dünyada bırakılan en derin izler, sevgiyle atılmış adımların izidir…