İrfan Erdoğan...
Fotoğraf : İrfan Erdoğan…
[email protected]
Beş günlük Londra gezimizin ikinci önemli durağı elbette ki dedem Karl Marx’tı. İki üç günümüzü sağdan soldan gezerek geçirince bir ara neredeyse dedemin mezarına gitmeyi unutuyorduk. Allahtan çabuk aklımıza geldi de Temmuz'un 7 sini hemen tez elden dedemin mezarına gitmeye ayırdık...
Ayın 7 sinde ne olursa olsun kesin dedemin mezarına gidecektik, kararımız böyleydi. Çünkü günlerimiz kalmıyordu bir,ikincisi Almanya’dan geliyorduk bir daha gelme olanağımız olmayabilirdi.Ya da başka şeyler araya girer gidemeyiz düşüncesiyle ayın 7 sinde kesin gitmekte anlaştık çocuklarla...
Yine her zaman olduğu gibi 7 Temmuz sabahı kahvaltımızı yapıp ardından biraz dinlendik. O gün hava yağmurlu görünüyordu ama biz o gün mezarlığa gitmeye kararlıydık,neyseki yağmur da yağmadı. Öğleye doğru hazırlığımızı yaptık ve yine her zaman olduğu gibi bir resepsiyon çalışanından yarım yamalak ingilizcemizle bir taksi çağırttık. Bizi mezarlığa götürecek olan taksi de fazla gecikmeden hemen geldi...
Gelen taksiciyle selamlaşıp hoş beşten sonra,taksiciye dedemin mezarının bulunduğu HİGHGATE mezarlığının adresini verdik ve hep birlikte taksiye binerek mezarlığın yolunu tuttuk. Taksicimiz bu defa Kamerun'lu bir vatandaştı konuşup anlaştığımız kadarıyla,çok da candan bir insandı. Ancak elimizdeki planda mezarlık kaldığımız otele çok uzak olmamasına rağmen bizi epey dolaştırdıktan sonra nihayet mezarlığın ana kapısına getirdi...
Yine aynı şekilde ücretimizi ödedikten sonra taksici de bizi mezarlığın kapısına bırakıp gitti. O arada hemen mezarlığın ğirişinde bulunan geçiş kulübesindeki görevli bayana yanaşarak önce mezarlık giriş ücretimizi ödedik ve Dil bilmediğimiz için sadece Karl Marx dedik ama bayan dedemin mezarını ziyaret etmek istediğimizi anlayınca bu defa elini kaldırıp karşısına uzatarak direk gidin sonra sola dönün vs ingilizce bir şeyler tarif etti. Biz de anlamadık ama yes yes diyerek anlamış gibi heyecanla mezarlığın içine doğru yürüdük...
Sanırım elli yüz adım yürüdük yürümedik, dedemin görkemli anıt mezarına ulaştık. Oraya vardığımızda biz yalnızdık, ziyaretçi olarak. Sonra aradan üç beş dakika geçti geçmedi yeni gelenlerle sayımız ona ulaştı. Bir daha dedemizi göremeyiz telaşıyla elimizdeki cep telefonlarıyla bol bol dedemin anıt mezar fotoğraflarını çektik...
Bir ara el yordamıyla bizden başka oraya gelen ziyaretçilerle tarzanca konuşup hangi ülkeden geldiklerini sorarak tanışmaya çalıştık. Onlar,bizi anlamasalar da aynı dünya görüşünü paylaşmamızın yüzü suyu hürmetine bize tebessüm ederek sevgi ve saygıyla bakarak gülümsediler tabi...
Sonra aklıma geldi dede hepimizin dedesi ve hepimiz Marksizmi savunduğumuza göre birlikte enternasyonal birer birer fotoğraf çekelim diye teklifte bulununca hep birden sevinerek kabul ettiler. Ardından da birlikte günün anlam ve önemine uygun o günü de fotoğrafladık böylece...
Ziyaretimiz sona ermişti ama dedemin anıt mezarının bakımsız oluşu beni çok üzmüştü. İnanın o anıt mezar Almanya’da olsaydı mükemmel bir şekilde bakılıp korunurdu. Ancak Londra belediyesi hiç bakmadığı gibi aldığımız duyumlara göre de zaman zaman ırkçıların saldırılarına da maruz kalmış...
Neticede taaaa Almanya’dan gidip Londra'da dedemizi ziyaret ettik sonunda. Ama Londra belediyesi dedemin anıt mezarına layıkıyla bakmadığı için de üzülerek,öfkelenerek buruk ayrılsak da dedemin dünyanın dört bir yanından her gün ziyaretçi akınına uğraması dünya işçi sınıfının onun ideallerine nasıl sahip çıktığını ve ne kadar ihtiyacı olduğunu da bize gösteriyordu...
Her şeye rağmen gözümüz arkada kalmadı…