Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN yazdı...
Son yıllarda son derece seçkici, indirgemeci bir bakışla belirlenen ‘YERLİ’ ve ‘MİLLİ’ olan her şeye resmi olarak özel önem atfediliyor. Negatif fenomenolojik okumayla tikellik mutlaklaştırılıyor; buna karşın evrensel olan tikelden dışlanıyor, yok sayılıyor, görmezden geliniyor...
Fakat insanlık dünyayı düşünmeye, dünyadaki şeyleri sembolleştirmeye, giderek sınıflandırıp kavramlaştırmaya, sonra kavramın bizzat kendisini düşünmeye başladığından beri hep tikel olan ile evrensel olanı beraber düşünmeye çalışmıştır. Bu, bütünü kavrama çabasından kaynaklanır…
Bunu bazen evrensel olandan hareketle bazen de tikel olandan hareketle yapmaya çalışmıştır. Çok tanrılı inançlar tikel olanda evrenseli, tek tanrılı dinler evrensel olanda tikeli kavrama çabasının ürünüdür...
Bugün pozitifleşmiş dinlerin herhangi bir kavram kaygısı bulunmamaktadır.
Modern felsefenin kurucuları ‘rasyonalist’ Descartes ve ‘empirist’ Hobbes, faklı biçimlerde de olsa tikel olanda evrensel olanı kavramlaştırmaya çalışır. Descartes’ın doğuştan gelen ide teorisi tikelde hâli hazırda kuruluşunda evrensel olanın olduğunu göstermeyi amaçlar aslında...
Hobbes’un ve Locke’nin empirizmi ve atomculuğu evrenselli reddetme üzerine kurulu değildir, evrensel olanın da maddi olduğunu göstermeyi amaçlar. Rasyonalizm ile empirizm arasındaki temel yöntemsel farklardan birisi, belki de en önemlisi budur...
Spinoza, yeniçağ felsefesinin ortaçağ felsefesine karşı zorunlu olarak giriştiği yıkımda önemli değerlerin de bir tarafa itildiğinden hareket ettiği için, tek taraflı yıkmak yerine kapsayıp aşma diyalektik çabasının ürünü olarak evrensel olanın (tanrı/doğa) kavramına geri döner...
Leibniz’in çok çevrilen, çok az okunan ve öğretilen Monadolojisi, onun geç dönem metafiziğini temsil eder ve bir bakıma Spinoza’ya karşı evrenselin tikelde kavranmasının zorunluluğunu ontolojik olarak temellendirmeye çalışır. Monadlar evrenin aynasıdır, tikel temsilidir çünkü…
Bu ilerleyen düşün mücadelesinin doruk noktasını Hegel’in sistemi oluşturur. Hegel önce ontolojik bakımdan tikel olanda evrensel olanı kavramanın bir zorunluluk olduğunu göstermeye çalışır. Varlığın anlamı hareket ve dolayısıyla oluşumdur. Evrensel oluşum tikeli vücuda getirir...
Sonra Hegel tikel olanda evrensel olanın bir oluşum, varolma ve yokolma olarak kavranmasının ancak nesneler ve özneler arasılık olarak düşünülebileceğini göstermiştir ve bunu kavramların oluşumuna ve tarihsel ilişkilerine uyarlamıştır.Böylece Hegel tikelde evrenselin hem maddi dünyada, hakikatte tüm ilişkilerde hem de düşüncede kavramlar arası ilişkide ve yargıda kavranabileceğini göstermiştir...
Marx’ın özgün katkısı tikelin özgürleştirilmesinin ve özgürleşmesinin olanağını göstermiş olmasında yatar.İnsanlık tarihinin düşüncede yöntemsel-bilimsel olarak ulaştığı doruk noktası budur. Bu kısa bakış bile evrenseli yoksayan ‘yerli’ ve ‘milli’ olanı kuramlaştırma çabasının mitolojik dini düşüncede dahi tarihsel olarak herhangi bir dayanağının olmadığını gösteriyor...
Bu çaba olsa olsa kısa erimli politik amaçların teorik temeli varmış gibi gösterilme çabasının bir ürünü olabilir. Bu da bilimsel olarak mümkün değildir. Politika teoriye dayanır. Önceden belirlenmiş politik amaçların kuramsallaştırılması mümkün değildir...
Bilimsel olarak her bakımdan yanlış olan bu yöntemde ısrar edilirse hakikate, hakikatin içerdiği her şeye, yanlışta ısrar edene de şiddet uygulamaktan başka bir şey yapılmamış olur. Siyaset, ereğin belirlenmesi, taktiklerin düşünülmesi de zorunlu olarak bilimsel olmak zorundadır...