*Cemal AKÇA yazdı...
[email protected]
Fotoğraf : Cemal T. AKÇA...
Ağabey köyü ilkbaharda öyle bir şenlenirdi ki, National Geographic ekibi gelse “Biz bu bölümü yayınlamayalım, gerçek dışı olur” deyip dönerdi. Doğa, resmen abartarak çalışırdı. Toprak yağmur görünce mis gibi kokar, ağaçlar çiçek açmaktan birbirine hava atardı. Kiraz, “Ben beyaz çiçek açarım” diye böbürlenir; vişne, “Benimki daha gösterişli,” derdi. Şeftali ağaçları ise “Ben hem çiçek açarım hem tüylenirim, alın size doğa harikası!” diye narin narin sallanırdı...
Arılar deseniz, sabah mesaisine servissiz başlardı; vızır vızır çalışırlardı. Güneş de sahnede başrol oyuncusu gibi her yere parıltı saçar, hele öğleye doğru “benim spot ışığım yeter” dercesine kızışırdı...
Ama…
Bu doğa tiyatrosunda sahneye çıkınca alkış alan, selfie çekilen, dedikodusu yapılan başrol oyuncuları başka biriydi: Leylekler!
Dakik Misafirler ve Gayrimenkul Tercihleri...
Her yıl aynı tarihlerde gelirlerdi. Belli ki ellerinde göçmen kuş ajandası vardı: “Mart’ın 27’si, saat 09:40: Ağabey köyüne iniş.” Hiç şaşmazlardı. Leylek'lerden biri geçen yılki yuvaya döner, diğeri yeni yer bakardı. “Geçen sene komşular çok çocuk yapmıştı, sabah akşam ötüş ötüş…” diyerek başka bir elektrik direğine geçerdi...
Yuvalar için aradıkları tek şey yükseklik ve manzaraydı. Elektrik direği olur, kavak ağacı olur, bazen mahallenin internet vericisi bile olurdu. Hatta bir sene biri cami minaresine kondu, imamla sabah ezanı konusunda anlaşamayınca taşındı...
Bir defa kondukları yuvada da duruşları ayrıydı. Öyle bir poz verirlerdi ki, sanki “Burası bizim yazlık villa. Havuz yok ama manzara şahane” der gibi… Hatta geçen sene biri, pencereden onları izleyen Aynur yengeme şöyle bir gagasını yana yatırıp poz bile vermişti. Kadın hâlâ çerçeveletip duvara astı o anı...
Leylek gören dilek tutar ya hani, işte köyde Mart sonu gökyüzüne bakan çocuk sayısı, yeryüzüne bakanlardan fazlaydı.Mustafa geçen sene tavuklara dalmıştı. Zeynep, duvara çarptıktan sonra duvarı dilemişti. Küçük Veli ise bir çukura düşüp üç saat orada kalınca, dileği “leylek değil, kurtarıcı olsun” diye güncellendi. Ama olsun, hepsi yüzünü göğe dikmiş bekliyordu...
Ve bir gün…
“LEYLEKLERRR GELİYOOOORRR!!!”
diye bir bağırış koptu. Köy adeta siren sesine dönüştü. Pencereler açıldı, dedeler bastonuyla, çocuklar taşla (ne alaka bilmiyorum) göğe bakmaya başladı. Mahallede kısa süreli bir elektrik kesintisi yaşandı ama kimse umursamadı. O anın tek önemi leylekti!
Bizim evin karşısındaki elektrik direğinde bir yuva vardı. Hani şu “kafanı camdan uzatsan leyleğin gagası burnuna değer” dediğimiz mesafede. Yengem derdi ki, “Bu yuvada aynı çift oturuyor, tam 17 yıl oldu. Benden daha istikrarlılar.”
Her yıl gelirler, yumurtlar, yavrular büyütür, sonra “Haydi Afrika, valizleri toplayın!” der gibi süzülerek giderlerdi...
Ama o yıl işler karıştı...
Çünkü…
Bir yavru leylek uçmayı beceremedi.
Yani… Denedi. Ama daha çok “uçmuyorum da sürünüyorum havada” gibiydi. Sağa çarp, sola çarp, kafa aşağı gaga yukarı…
Kanadı hafif yamuktu. Bakışları ise: “Ben şimdi tam olarak neyim?” der gibiydi. Diğer leylekler giderken bizimki “Ben kış da göreceğim, belki hoşuma gider” diyerek köyde kaldı...
Köylüler birden organize oldu. Sanki herkesin içinde gizli bir kuş sever uyanmıştı.
– Yadullah Amca haşlanmış yumurta getirdi.
– Aysel ekmek doğradı.
– Muhtar Aliriza bayat lavaşla geldi, ama leylek öyle bir baktı ki… “Şimdi bunu sen mi yiyeceksin, ben mi?” ifadesi vardı suratında.
Hatta içinden şöyle dediği duyuldu: “Çay da getirseydin bari. Ayıptır.”
Leylek, her ikramı başını hafifçe eğerek nezaketen kabul etti. Ama o bakış… Hep hafif bir yargılama vardı...
Kış geldi, yapraklar sarardı, soba boruları duman tüttürdü. Derken bir sabah…
Bizim yamuk kanatlı, kendi çapında hasarlı leylek bir havalandı ki görmelisiniz! Köyün üstünde üç tur attı. Tam bir gösteri uçuşu! Hani şu Türk Yıldızları 30 Ağustos’ta geçit yapar ya, bire bir kopyası!
Ve süzülerek gökyüzüne karıştı...
Ama giderken de boş gitmedi:
Kanadını şöyle bir sallayıp sanki,
“Beni unutmayın haaa!” dedi.
O anda ağlayanlar oldu. O kadar duygusaldı...
Köy odasında herkes sahiplendi.
– “Ben su veriyordum.”
– “O beni görünce başını kaldırıyordu.”
– “Ben ona fısıltıyla ninni söyledim.”
Biri “Ben ona Azerice öğretmiştim,” dedi.
Derken bomba haber geldi:
Leylek 80 kilometre ötedeki Aralık ilçesinde görülmüş!
Ama oradakiler de “Bu bizim leylek!” diyince ortalık karıştı.Köy muhtarı ile Aralık Belediye Başkanı arasında başlayan atışma, mahkemeye taşındı...
Hakim ilk duruşmada bilirkişi istedi ama leyleğin pasaportu yoktu. Duruşma 8 ay sonraya ertelendi. Daha dava görülmeden,Mart bile gelmeden, Ağabey Leyleği geri döndü!
Ama bu sefer öyle süzülmedi: adeta kuş dansı yaptı!
Köyün üstünde döndü, inmeden önce üç takla attı, sonra eski yuvaya indi.
İlk selfie Mahmut’un balkonundan geldi. Ama telefonlar soğuktan donunca video çeken olamadı...
10 gün geçmeden, diğer leylekler de geldi.
Yuvalar doldu, çatı kalmadı, bazı leylekler soba borusuna kondu.Biri bacaya konunca, dumanı görünce erken göç etti. Ağabey Leyleği’nin yanına başka bir leylek geldi. Eski sevgilisi mi, kuzeni mi, Tinder’dan mı tanıştılar bilinmez...
Ama şu kesindi:
Ağabey köyü artık sadece bir köy değil, resmen “Leylekler Tatil Köyü” olmuştu.
Girişte tabela bile düşünüldü:
“LEYLEKLERE ÖZEL – MANZARALI, ELEKTRİKLİ, GÜRÜLTÜSÜZ YUVA GARANTİLİ”
Ve altında: “Ağabey’e gelen göç etmez...
*Yazan fotoğraf sanatçısı : Cemal T. AKÇA
11 Nisan 2025, Ağabey / Kars...