Cennetin Anahtarı...

Cennetin Anahtarı...

Cemal AKÇA yazdı...

[email protected]

Bir zamanlar, her gördüğü güzel yere saray yaptırmaktan büyük keyif alan bir kral varmış. Ne zaman bir tepe, bir vadi, bir göl kenarı görse, gözleri ışıldar, hemen emir verir, oraya ihtişamlı bir saray kondurturmuş. Saraylar öyle gösterişli olurmuş ki, altın kaplamalı tuvaletler, gökyüzüne uzanan kubbeler, gümüş şelaleler bile eksik olmazmış. Bu ihtişam karşısında halk mest olur, krala methiyeler düzermiş...

Halk coştukça kral da kabarır, kabardıkça da yeni hayaller kurarmış. “Madem halkım bu kadar mutlu oluyor, neden daha büyük bir saray yaptırmayayım?” diye düşünmüş bir gün. Ama bu seferki sıradan bir saray olmayacakmış. Öyle bir yapı inşa ettirecekmiş ki Dünya’nın dört bir yanından gelenler bu ihtişam karşısında hayranlıktan dili tutulacak, düşman krallar kıskançlıktan çatlayacakmış...

500 odalı devasa bir saray yapacağım!

Fakat kral, kendisini “çok demokrat” ilan etmiş biriymiş. Ne kadar büyük bir hükümdar da olsa, halkın fikrini almadan böyle büyük bir işe girişmek istememiş. Çünkü bilir ki halk, en doğru kararı verecek olandır!

Balkonuna çıkıp altındaki geniş avluya toplanan kalabalığa seslenmiş:
— Ey halkım! İtibardan tasarruf olmaz. Dünya’nın en büyük sarayını yaptırmak istiyorum, ne dersiniz?

Avluyu dolduran binlerce kişi hep bir ağızdan:
— İsterüüüüüüük!padışahım çok yaşa...

Kalabalığın sesi öyle güçlü çıkmış ki, sarayın sütunları titremiş, camlardan biri çatlamış, avlunun kenarındaki yaşlı bir duvarcı ustası heyecandan bayılmış. Kral bu coşkuya kayıtsız kalamamış, göğsünü kabartarak bir besmele çekmiş ve kükremiş:
— Tamam anlaşıldı! Allah’ın izniyle yarın 500 odalı sarayın temelini atıyorum!

Tam bu sırada, avlunun en ucundan, paçavralar içinde, saçı sakalı birbirine karışmış bir adam ellerini açarak bağırmış:
— Sen Allah’ın bize lütfusun, 500 oda yetmez, 1000 odalı olsun!

Kral, bu sözleri duyunca bir anda heyecandan ayaklarını yere vurmuş, sarayın balkon korkulukları zangırdamış. Kendini daha da coşkulu hissetmiş:
— Seni mi kıracağım? Seni kıracağıma başımı kırarım! 1100 odalı saray yapacağım ki Dünya bizi kıskansın, çatlasın! Tabi ki sizin için yapıyorum, sizin itibarınız için!

Tam bu sırada, halkın arasından bir başka adam dizlerinin üstüne çökmüş, gözyaşlarını avuçlarına doldurarak bağırmış:
— Al beni yanına, kölen olurum reisim! Karım da sana kurban olsun, karın olsun!

Bu sözler, kralın yüreğine öyle dokunmuş ki, gözleri dolmuş. Hemen emir erlerine dönüp:
— Getirin bu fedakâr vatandaşı buraya!

Halktan biri kutsal bir emaneti taşır gibi adamı kucaklamış, omuzlarında taşıyıp balkona çıkarmışlar. Kral, bu adamı elleriyle havaya kaldırmış ve halkına seslenmiş:
— Ey halkım! Hep derim, ben sizin kölenizim! Bakın, bu fakir vatandaşı yarın zengin yapacağım! Ne yaptıysam sizin için yaptım!

Bu sözleri duyan halk, o anda büyük bir aydınlanma yaşamış gibi hep birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış. Kimileri sarığının ucunu, kimileri gömleğinin kolunu,kimileri sakalını ıslatmış. Tam o sırada, daha iki dakika önce balkona çıkarılan adam kendinden geçmiş bir halde tekrar haykırmış:
— Sen peygambersin reis! Sana dokunmak sevaptır!

Ve işte o an… İşte o an, kalabalığın içinde bir patlama olmuş gibi herkes bir anda çılgına dönmüş. “Reise dokunmak cennet tapusu almak demektir!” düşüncesi bir kıvılcım gibi yayılmış. On binlerce kişi, kralın olduğu balkona doğru akın etmiş...

Korumalar, halkı durdurmak için coplarını kaldırmış ama nafile! Kalabalık coşkun bir sel gibi önlerine ne çıktıysa yıkmış, geçmiş. Korumalar silahlarını çekmiş ama gözyaşları içinde bağıran halkın inancını durdurmak mümkün değilmiş...

Ve tam o esnada, sarayın büyük kapıları açılmış, kral halkın sevgisiyle yücelmiş, iki yana kollarını açarak göğe bakmış, gözleri dolu dolu, büyük bir gururla haykırmış:
— İşte halkın sevgisi! Dünya bizi kıskansın, çatlasın!

Halk ise, gözyaşlarıyla krallarına ulaşmaya çalışırken, sarayın yapımı hızlanmış. Her gün odalar eklenmiş, her gün saray biraz daha büyümüş. 500 odadan 1100 odaya, sonra 5000… Nihayet, saray öyle büyük olmuş ki kral bile içinde kaybolur olmuş. Öyle ki, bir gün kral sabah kahvaltısını yapmak için yola çıkmış, ama bir daha geri dönememiş...

Arama kurtarma ekipleri dört bir yana dağılmış, günlerce odaları taramışlar. Ancak nafile! Kral, kendi sarayının içinde kaybolmuş gitmiş. Günler sonra, sarayın en ücra köşesindeki altın işlemeli devasa bir kapının ardında sadece kralın cübbesi bulunmuş...

Bunun üzerine vezirler bir araya gelip doktorları çağırmışlar. Doktorlar, hüzünle başlarını sallayarak, “Keşke reise bir çip taksaydık” demişler.

Ama ne yazık ki bu sözleri duyan halk, “Reizin götüne çip taktırmayız” diyerek doktorları ülkeden kovmuşlar....

Arkası yarın...

8 Şubat 2018
T.Akça
Den Haag.

Önceki Haber Ağrı dağının gölgesinde...
Sonraki Haber Ağabey Leyleyi - 2
Benzer Haberler
Rastgele Oku