Birol KESKİN'den...
[email protected]
Türkiye siyasetinde tarihi bir paradoks yaşanıyor: İktidar partisi oylarında tarihi bir düşüş kaydederken, ana muhalefet partisi CHP de kendini hiç olmadığı kadar köşeye sıkışmış hissediyor. Bu, bir boks maçında, rakibiniz yorgun ve yara almışken, sizin de ringin kenarındaki hakemin sürekli sizin aleyhinize işaret etmesi gibidir. CHP, her hamlesinde sadece rakibinin değil, "sistemin" de vereceği tepkiyi hesaplamak zorunda...
Kuşatma Altındaki Muhalefet: Kayyum, Yargı ve Gölge Davalar...
CHP, bir yandan Ekrem İmamoğlu'nun yargı süreci, kayyum tehdidi ve belediyelere yönelik sistematik baskılar ile en güçlü kozu etkisizleştirilirken, diğer yandan partinin kendisinin de kapatılma riski ile burun buruna. Bu "kuşatılmışlık psikolojisi", partiyi doğal refleksi olan "ihtiyatlılık" ve "merkeze oynama" stratejisine daha da fazla hapsediyor...
Bu kuşatma sadece CHP ile sınırlı değil. Muhalefet cephesinin diğer kanadında, DEM Parti, ikili bir kıskacın altında:
a) Bir yanda, HDP'ye açılan kapatma davasının gölgesi altında siyasi varlığını sürdürme mücadelesi veriyor.
b) Diğer yanda, "yeniden açılım" söylemleriyle kendi tabanı nezdinde sınanıyor. Bu sürece dair belirsizlik, partiyi hem tabanına karşı açıklama zorluğuyla baş başa bırakıyor hem de siyasi enerjisini hedefsiz bir bekleme moduna hapsediyor...
İki parti arasında doğal bir diyalog ihtiyacı, bu maksatlı olarak yaratılmış gerilim alanında "işbirliği" olarak yaftalanıp, her iki tarafın da seçmeni üzerinde korku ve tepki yaratmak için kullanılıyor.
İçsel Tıkanıklık ve Dış Baskının Kısır Döngüsü…
İşte CHP'nin oylarını %35 bandında sabitleyen ve daha ileri taşıyamamasının ardında yatan gerçek, tam da bu ikili kıskacın yarattığı felçtir. Parti:
a) Dışarıdan: Yargı, kayyum ve kapatma tehdidiyle stratejik manevra alanı daraltılmış,
b) İçeriden: Bu kuşatma altında kendi geçmişiyle (milletvekili dokunulmazlıkları gibi) yüzleşememenin ve net bir kimlik inşa edememenin sancısını yaşıyor...
Bu koşullar altında "Neden daha güçlü bir alternatif olamıyor?" sorusunun cevabı, sadece CHP'nin iç dinamiklerinde değil, üzerindeki ağır baskıda aranmalıdır. İktidar, muhalefeti bir seçenek olmaktan çıkarıp, sadece "kontrol altındaki bir muhalefet" konumuna indirgemeyi hedefliyor...
Çıkış mümkün mü? Stratejiyi baskı üzerinden yeniden tanımlamak...
Bu kadar ağır bir kuşatma altında klasik siyaset tarifleri işlemiyor. CHP'nin önündeki yol, bu kuşatmayı kıracak yeni bir dil ve strateji geliştirmekten geçiyor:
1. Mağduriyet Siyasetinden, Direngen Umut Siyasetine Geçiş: Kuşatma altında olduğunu sürekli vurgulamak bir mağduriyet söylemi yaratır. Bunun yerine, "Bize rağmen başardıklarımız" (İstanbul ve diğer CHP'li belediyelerdeki somut hizmetler) vurgulanmalı. Baskı, bir "direniş ve alternatif yaratma" hikayesinin parçası haline getirilmeli...
2. Güven İnşasını Merkeze Almak: Bu ortamda seçmen için en değerli şey "güven"dir. CHP, kendi tabanına "beni yok etmeye çalışıyorlar çünkü başarılı olmaktan korkuyorlar" güveni verirken, merkez seçmene de "bu baskılar beni daha radikal değil, daha adil ve birleştirici yapıyor" mesajını somut politikalarla taşımalı.
3. Demokrasi Mücadelesini Ortak Payda İlan Etmek: HDP'ye yönelik kapatma davasının yarattığı gölge, sadece bir partinin değil, tüm muhalefetin ve demokrasinin meselesidir. CHP, doğrudan ittifak zorunluluğu olmaksızın, "siyasi partilerin kapatılmasına karşı olmak" gibi demokratik ilkeleri savunarak, kuşatmayı demokrasi cephesinde kırmaya çalışmalı...
Son söz...
Belki de CHP'nin kendisine sorması gereken asıl soru şu: Türkiye, bu kuşatmayı yarıp yeni bir siyaset dilini zorla dayatanlardan mı, yoksa kuşatmanın ağırlığı altında ezilip "olması gereken muhalefet" rolüne razı olanlardan mı hatırlayacak? Tarih, genellikle risk alanları yazar. Halkın aradığı, köşeye sıkışmış bir partinin tedirginliği değil; baskıya rağmen ayakta duran ve "bu ülkenin tüm renkleriyle onurlu bir geleceği" inşa etmek için net bir planı olan bir alternatiftir...
* Bu bir editöryal haberdir.








