"...Gerçekçiliğin geçmiş, şimdiki ve gelecek bütün Zola'larından çok daha büyük ustası Balzac"
***
Tahir ŞİLKAN yazdı...
Balzac gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden biridir. Balzac bilimsel sosyalizmin kurucularının da; eserlerini kurarken, en çok yararlandıkları yazarların başında gelir. Karl Marks ile F. Engels, Balzac'ın iyi bir okuru ve hayranıdır...
Karl Marks, Kapital’in III. Cildinde, çok beğendiği ve birden fazla kez okuduğunu ifade ettiği "Köylüler" romanında anlatılan hikayenin, başka bir yönüne dikkat çeker:
”… Genellikle, gerçekçiliği derinlemesine kavrayışıyla dikkati çeken Balzac, son romanı Köylüler’de, bir küçük köylünün, tefecisinin sevgisini yitirmemek için nasıl ona birçok küçük iyiliklerde bulunduğunu ve bu emekleri kendisine nakit paraya mal olmadığı için de ona karşılığında bir şey vermemiş oluşuna nasıl şaşıp kaldığını çok güzel anlatır. Tefeciye gelince, o bir taşla iki kuş birden vurmaktadır. Hem ücretler için nakit giderken tasarruf ediyor, hem de kendi iş alanı elinden alınmakla yavaş yavaş iflasa giden köylüyü gitgide tefeciliğin örümcek ağına sarıyor.”
***
Balzac’ın edebiyattaki önemi konusunda, bilimsel sosyalizmin kurucularından F. Engels, Laura Lafargue’ye (Karl Marks’ın ortanca kızı) şunları yazar: “… Bu arada tek tük şeyler yerine, biriktirip yalnızca Balzac okuyarak, koca adamın doyasıya keyfine vardım. Fransa’nın 1815’ten 1848’e kadarki tarihi, bütün o Vaulabelle’lerden, Capefigues’lerden, Louis Blanc’lardan ve tutti quandi’lerden çok daha fazlasıyla onda var. Hem de açık açık! O şiirsel adaletinin içinde nasıl da bir devrimci diyalektik yatıyor!..”
Balzac'ın, romanlarında "neyi" anlattığını, F. Engels şöyle ifade eder: "(Bir edebiyat eserinde) ...Yazarın görüşleri ne denli gizli kalırsa sanat yapıtı için o denli iyi olur. Benim sözünü ettiğim gerçeklik, yazarın kendi görüşlerine rağmen kendine bir geçit bulabilir...
İzninizle bir örnek vereyim. Gerçekçiliğin geçmiş, şimdiki ve gelecek bütün Zola'larından çok daha büyük ustası saydığım Balzac, "İnsanlık Komedyası"nda, 1815'ten sonra kendi kendine yeniden çekidüzen vermiş ve elinden geldiğince "Eski Fransız Nezaketi" bayrağını yeniden dikmiş soylular topluluğu karşısında yükselmekte olan burjuvazinin, 1816 ile 1848 arası gittikçe ilerleyen atılımlarını bir tarihçe biçiminde neredeyse yılı yılına anlatarak, Fransız "sosyetesi"nin harika bir tarihini verir...
Öyle ki, ekonomik ayrıntılarda bile (sözgelişi, Devrim'den sonra menkul ve gayrimenkul mülkiyetin yeniden bölüştürülmesi konusunda) bütün o dönemin meslekten tarihçilerinden, iktisatçılarından ve istatistikçilerinden öğrendiklerimden daha fazlasını ondan öğrendim. Hiç kuşkusuz Balzac, siyasette bir Lejitimistti; (Lejitimistler: 1792'de, Fransa'da devrilen Burbons'lara bağlı olan ve toprak aristokrasinin çıkarlarını temsil eden kimseler) büyük eseri, hatırlı toplumun kaçınılmaz çöküşü üstüne sürekli bir ağıttır; göçmeye mahkum sınıfadır bütün yakınlığı...
Ama bütün buna rağmen, en derinden yakınlık duyduğu o adamlarla kadınları, yani soyluları hareket etmeye başlattırınca yergisi en acı yergi, alayı en acı alay olur.
Gizlemediği bir hayranlıkla her zaman sözünü ettiği insanlarsa kendi en sert muhalifleri, o sıralarda (1830-1836) gerçekten halk kitlelerinin temsilcileri olan ve Paris'te barikat savaşı veren kahramanlardır...
Balzac'ın böylece kendi sınıfsal yakınlıklarını ve siyasal önyargılarını çiğnemek zorunda kalmasını, sevgili soylularının göçmesinin gerekliliğini görmüş ve onları bundan daha iyi sonu hak etmeyen kimseler olarak çizmiş olmasını ve geleceğin gerçek insanlarını, o zaman için kimler olabilecekse artık onları, görmüş olmasını, bunun ben gerçekçiliğin en büyük zaferlerinden biri ve koca Balzac'ın en görkemli yönlerinden biri olarak kabul ediyorum..."
***
Balzac, "On üçlerin Romanı-III-Altın Gözlü Kız" romanının 'Parisli Çehreler' başlıklı bölümünde, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısındaki Paris halkının genel görünümünü çok ayrıntılı bir şekilde anlatır. Marks ve Engels'in Balzac'a hayran olmalarına vesile olan etkileyici betimlemeden bir bölümü aktararak bitireyim. Balzac, proleteryayı tanımlıyor:
“...işçiyi, proleteri, yaşamak için ayaklarıyla, elleriyle, dili, sırtı, tek kolu, beş parmağıyla çalışan adamı; evet, hayat cevherini herkesten çok daha idareli kullanmak zorunda olan, gücünün çok üstünde çalışan, karısını bir makineye koşup çocuğunu kullanarak bir çarka bağlayan adamı. Kirli elleriyle çarklarla porselenleri döndürüp yaldız vuran, her türlü kıyafeti diken, demiri döven, ağacı yontan, çeliği kumaş gibi dokuyan, keneviri ve ipliği sertleştiren, bronza saten parlaklığını veren, kristali oya gibi işleyen, çiçekleri taklit eden, koşumları ve şeritlerini hazırlayan, bakırı kesip oyan, arabaları boyayan, yaşlı kara ağaçları budayıp şekil veren, pamuğu yumuşacık hale getiren, camı üfleyen, elması tıraş eden, madenleri parlatan, mermeri yaprak haline getiren, çakılları perdahlayan, düşünceyi süsleyen, her şeyi boyayan, ağartan ve karartan bu insanlar...”