HTŞ Lideri Colani: Küresel Jeopolitik Oyunların Sahneye Çıkardığı Bir Cihatçının İdeolojik ve Siyasi Portresi...

HTŞ Lideri Colani: Küresel Jeopolitik Oyunların Sahneye Çıkardığı Bir Cihatçının İdeolojik ve Siyasi Portresi...

Faik BULUT...

Ebu Muhammed El Colani namıyla ünlenmiş ve Heyeti Tahrir-i Şam (HTŞ) gibi toplamda 18 irili ufaklı birbirinden radikal cihatçı oluşumdan meydana gelen çatı örgütünün liderliğini yapan Suriye’nin yeni “tek adamı” Ahmed Hüseyin El Şara’nın siyasal-ideolojik portresini yazarken birçok kaynaktan yararlandım. Bilgi ve röportaj kısmının omurgasını, Independent Türkçe isimli internet gazetesinin Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek’in derlenip yayınlanmış uzun yazısı oluşturdu.Buradan başlayabiliriz:

“Başına 10 milyon dolar ödül konulan ve birçok batılı ülke tarafından ismi henüz ‘aranan terörist’ listesinden çıkarılmayan Ebu Muhammed El Colani 2013 yılında çıktığı ilk televizyon yayınında kendinden ve ortamın şartlarından bahsederken şunları söylemişti:

“‘Konuştuğumuz şey, tabiri caizse, benim hayat hikâyem, benim deneyimim, benim tarihim. Bu, etrafımızdaki birçok gencin de bir modeli ve örneği. Bu yüzden bu tercihlerden pişman değilim, çünkü bahsettiğim gibi, zamanın ve mekânın kendine özgü içsel koşulları bağlamında gerçekleşti, o zamanki mantıksal koşullarda.

“‘Hayır, kendimizi geçmişle yargılayamayız. Bunlar doğal ve mantıksal tercihlerdi. Bugün konuşuyorum; siyasi konuşmalar yapmak veya belirli partileri övmek istemiyorum. Hakkında konuştuğumuz gerçek ile gerçekliği analiz etmek istiyoruz. Ben buyum. Biz buyuz. Bu şekilde büyüdük ve ulaştığımız noktaya bu şekilde ulaştık.”

O konuşmasında Colani, bildiğimiz cihatçı militan askeri giysisi içinde ve yüzü ile başını maske benzeri siyah bir örtüyle kapatıp sırtı kameraya dönük bir şekilde İslamcılık ve cihatçı militanlık serüvenini anlatmıştı...

Aynı Colani, ilk kez 2016 yılında yabancı basına verdiği röportajlarda yüzünü açıkça göstermeye başladı. Sanırım bu surat ve profil değiştirme olayında ona akıl veren “Türkiyeli kimi abilerinin” önemli rolü olmuştur...

Siyaset pazarının genel kuralıdır. Bir malı, ürünü üretmeniz yetmez; onun iyi pazarlanmasının koşullarını oluşturup yerli-yabancı kamuoyunda olumlu bir algı yaratmanız da gerekir...

Colani 5 Eylül 2021’de Independent Türkçe gazetesi ile yaptığı röportajda yüzünü maskeleyip sonradan açmasını şöyle gerekçelendirmişti:

“Suriye devrimi birçok aşamadan geçti. İlk dönemde yüzümü göstermem bazı sıkıntılara yol açacaktı. Belki de rahat dolaşma imkânı bulamayacaktım. Suriye devrimi kendi karakterini bulduktan sonra yüzümü açtım. Röportaj vermek benim görevim. Suriye’de yaşananları anlatmam lazım. Biz ülkenin asıl unsurlarından biriyiz, ama dönemine göre tavırlar aldık.”

Sonradan İslamcı-Cihatçı Olan Colani’nin Kök Ailesi Nasırcı’dır...

Gerek kendi anlatımları gerekse yakın çevresinin söylediklerinden yola çıkarak radikal cihatçı HTŞ lideri/komutanı Colani’nin kök ailesini bulabiliyoruz...

Aile, İsrail işgali altındaki Golan bölgesinden. Dedesi, 1967 yılında İsrail’in bölgeye girmesinin ardından Golan’dan tehcir ediliyor. Çünkü bu kişi, 1920’li yıllarda Suriye’de Fransız işgaline karşı direnişte kilit bir lider olarak öne çıkıyor. 1946 doğumlu olan babası ise, Cemal Abdülnasır’dan etkilenmiş bir Arap milliyetçisi. Babanın büyüme dönemi, aynı zamanda Suriye ve Mısır arasındaki birlikteliğe denk geliyor...

Colani, babasının Abdülnasır’dan etkilenmesini şöyle yorumluyor:

“Mısır ve Arap dünyasının milli kurtuluş simgesi Cemal Abdülnasır’ın tarzı, feodalizme ve burjuva sınıfına karşı bir tepki olarak kitlelere, yoksul sınıflara ve kırsal kesimdeki insanlara hitap etmekti. Ancak bu Mısır’da gerçekleşti. Suriye’de ise Mısır ile (Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında) birleşmeden sonra kopyalanabildi...

“Kırsal kesimde yaşayan insanlar, Abdülnasır’ın bu yeni politikasından kazanç sağladıklarını gördüler. Bu nedenle Abdülnasır’ın Arap milliyetçi sosyalist yönelimi o zamanlar birçok gence hitap ediyordu. Bunlardan biri de babamdı.”

Baba Colani ile Hafız Esad aynı düşünce için mücadele ediyordu: Mısır’la birlik!

Suriye Ordusu subayları, 28 Eylül 1961’de Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne karşı bir darbe gerçekleştirdiler ve Suriye Arap Cumhuriyeti’ni ilan ettiler...

Albay Abdülkerim Nahlawi liderliğindeki grubun yönetime el koyarak, Suriye’nin Mısır ile birlikteliğine son vermesi, özellikle Abdülnasır’dan etkilenen insanları rahatsız etti ve protestolara yol açtı. O dönemde öğrenci olan Colani’nin babası, Suriye’deki Baas yönetimine karşı bazı protesto gösterilerine katıldı ve hapse atıldı...

Daha sonra darbeyle iş başına gelecek olan Hafız Esad da aslında Colani’nin babasıyla aynı düşünceyi savunuyordu. Bu dönemde Mısır’la birlik yanlısı olan ve birlikten ayrılmaya karşı çıkan gruplar ordudan tasfiye ediliyordu. Baba Hafız Esad da 1960 yılında ordudan atılanlardandı...

Colani’nin babası bir süre hapsedildiği cezaevinden kaçtı, Ürdün’e gitti ve orada tekrar hapse atıldı. O zamanlar tahminen 19 yaşındaydı. Ürdün’de kendisine Suudi Arabistan’a veya Irak’a gitmeyi tercih hakkı verildi; o da Irak’ı seçti.

Irak sınırına bırakılan Colani’nin babası Bağdat’a gitti ve orada eğitimine devam etti. Lise ve üniversiteyi bitirdi. Ekonomi ve siyaset bilimi okudu. Öğrenim gördüğü dönemde Golan mıntıkasında Siyonist işgal gerçekleşti, bu yüzden de Ürdün’e döndü. Filistin gerillalarıyla beraber çalışmaya başladı...

Tekrar Bağdat’a dönen baba, 1971 yılına kadar bu şehirde kaldı. Zaman içinde Suriye’ye geri döndü. Dönüşüyle birlikte tutuklandı...

Colani, babasının “Siyasi Güvenlik Müdürlüğü ile bir anlaşmaya vardığını ve serbest bırakıldığını” belirtiyor. Parlamentoya aday olan baba, siyasi geçmişi nedeniyle kazanamıyor. 1980’lerin başında Suudi Arabistan’a geçiyor ve petrol uzmanı sıfatıyla 10 yıl petrol bakanlığında çalışıyor...

Riyad Doğumlu Potansiyel İslamcı...

Oğul Colani, 1982 yılında Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da doğuyor ve 7 yaşındayken ailesiyle birlikte Suriye’ye dönüyor. Colani, babasının kendisi üzerinde büyük etkisi olduğunu ve ezilenleri savunmanın tohumunun ailesinde atıldığını vurguluyor...

Colani çocukluk ve gençlik dönemi hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Babamın odak noktası Arap ulusu idi. Ancak benim eksenim İslami hareket oldu. Yani babam ve ben fikirlerimiz konusunda pek anlaşamıyorduk, ama o, kesinlikle bizi etkiledi. Örneğin Filistin sevgisi, genel olarak Filistinlileri savunma arzusu, bunlar evimizin içine günün her saati ekilmişti.”

Önce Camiye ve Sonra…

Arap milliyetçisi bir aileden gelen Colani nasıl “İslamcı” oldu? Yanıtını birlikte okuyalım:

“Başkent Şam’da yetişip büyüdüğüm semtin adı Mezze’dir. Suriye’nin en lüks semtlerinden biri kabul ediliyordu. Orta ve zengin sınıfların yaşadığı bu semt, aynı zamanda Suriye’nin güvenlik ve askeri karargâhlarının yanı sıra, büyükelçiliklere ve Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşlarına da ev sahipliği yapıyordu...

“Mezze semti ahalisi büyük ölçüde liberaldi. Şam’ın diğer semtlerine göre İslami eğilimleri çok güçlü değildi. Orta sınıf bir ailenin mensubu olarak böyle bir ortamda yetişiyordum...

“Filistin’de 2000 yılında başlayan İkinci İntifada (Filistin Halk Ayaklanması) hadisesinden etkilenmiştim. Hâlâ genç bir adamdım; 18 veya 19 yaşındaydım. O zamanlar işgalciler ve istilacılar tarafından zulüm gören ulusu savunma görevimi nasıl yerine getirebileceğimi düşünmeye başladım...

“Fakat bu düşünce tarzını bağlamına oturtmalıyız. 18 yaşında genç bir adamdım. Yani kendiliğinden, doğuştan gelen bir düşünceydi. Politize edilmemiş veya yönlendirilmemiştim...

“O devirde 67 ya da 68 yaşında olan bir din adamının yönlendirmesiyle kendime göre gerçeği aramaya koyuldum. Onun tavsiyesi üzerine bir camiye gittim, namaz kıldım. Kendimi camide namaz kılmaya adadım. Hayatın aradığımız saf dünyevi anlamından farklı bir manası olduğunu hissettim. Bu yüzden bu gerçeği aramaya başladım...

“İçimde beni gerçeği aramaya iten bir şey vardı. Adalete nasıl ulaşırız? İnsanları zulümden nasıl kurtarabiliriz? İnsanlar arasında iyiliği nasıl yayabiliriz? Tüm bu anlamları Yüce Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de, peygamberin uygulamalarında aramaya başladım. Sonra bir şeyhle tefsirini çalıştım.”

Hatırlıyorum: Suriye asıllı Amerikan vatandaşı Prof. Sadık Celal El Azm (1934-2016) El Naqd’ul Fikr’il Dini (Din Fikriyatının Eleştirisi) isimli çalışmasında 1967 Arap-İsrail savaşında Mısır ve Suriye’nin hezimete uğramasının arka planını irdeleyip sorgulamıştı. Ana tezi şuydu: Bozgun sonucunda nesnel dış dinamiklerin de etkisiyle Arap dünyasında ulusal kurtuluş ruhunun yıldızı söndü, milli burjuvazinin kalkınma-gelişme-aydınlanma projesi başarısız kaldı...

Yazarın saptama ve izahları, genel anlamda dini fikriyatın, özelde ise gelenekçi ve politik İslamcıların (bilhassa Müslüman Kardeşler hareketinin) nasıl harekete geçerek umutsuz ruhlara hangi yöntemlerle merhem olduğunu çok iyi açıklıyordu...

Marx’ın din yaklaşımından hareketle; “Din, ezilenlerin iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur” yolundaki tespitinin felaket dönemlerindeki somut halini görebiliriz Colani ve benzeri cihatçılarda...

Bağdat ve El Kaide Yolcusu...

Suriye’de arayışını tamamladığını düşünen Colani, Irak’ta savaş başlamadan yaklaşık 2-3 hafta önce ilk olarak Bağdat’a gitti. Orada bir süre kaldıktan sonra Ramadi şehrine geçti. Savaşın başlamasının ardından Suriye’ye geri döndü, sorasında yeniden Irak’ın yolunu tuttu...

Musul şehrine varan Colani, zamanının çoğunu orada geçirdi. Yakalanıp sırasıyla üç cezaevine konuldu: Ebu Gureyb, Bucca Hapishanesi, Bağdat havaalanındaki Cropper Hapishanesi. Sorgulardan sonra Amerikan güçleri, Colani’yi Iraklılara teslim etti. Onlar da onu El-Taci Hapishanesi’ne koydu. Toplamda 5 yıl hapis yattıktan sonra bu sonuncusundan salıverildi...

Bu salıverilme hususu tartışmalı ve şaibelidir. Akla gelen soruların tatmin edici yanıtı yoktur. Colani, cihatçı militan olarak gitmiş ve Irak’ta ABD güçlerine karşı mücadele etmek için El Kaide saflarına katılmıştı. El Kaide örgütünün Irak’taki kolunun fiili komutanı Ürdün kökenli Ebu Musab El Zerkavi, işgalci güçlere karşı çatışmalarında sivilleri de hedef alıyor, palayla uçurduğu insan kellelerini videolara çekip yayınlıyordu...

Gücünü benimsediği köktendinci fikirlerden alan bu cihatçı militanın adı “vahşet” ile özdeşleşmişti. Ağına düşen hiçbir Amerikalı veya Iraklıya merhamet etmediği gibi Orta Çağ engizisyon görüntülerini aratmayacak tarzda katlediyor, ateşte yakıyor, zincirlere vurdurup çölün cehennem sıcağında can vermelerini ibret olsun diye izletiyordu...

Aynı zat, 2014’ten itibaren sahneye çıkan IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) isimli amansız örgütün de kurucusu sayılıyordu. IŞİD içinde Ebubekir El Bağdadi ile Ebu Muhammed El Colani, Suriye topraklarında bir süre birlikte cihada katıldılar. Tetris Fetvası (Cihatçı imamların sivillerden her kim düşmana kalkan olursa, onun katli mubahtır yolunda verdikleri fetva) uyarınca her ikisi de Suriye ve Irak’ta çok can yaktı, kan döktü. Ancak sonradan ayrıştılar. Colani, bu hususta Ebu Musab El Zerkavi’ye ilişkin açıklamalarda bulunuyordu:

“Ebu Musab El Zerkavi ile görüşmedim. El Zerkavi çoğunlukla Felluce ve Ramadi bölgelerindeydi. Ben o sırada Musul’daydım ve sıradan bir neferdim. El Zerkavi ile görüşeceğim herhangi bir büyük operasyonda yer almadım...

“Esasen onun etrafında sıkı bir güvenlik protokolü vardı. Açık bir savaş değildi; daha çok bir güvenlik savaşıydı, bu yüzden insanlar saklanıyorlardı. Genel komutan konumundaki El Zerkavi ile şahsen görüşememiştim, ama onun emri altında çalışmaya başlamıştım...

“Zerkavi El Kaide’ye biat ettikten sonra, Iraklı grupların birçoğu kendisine katıldı ve ben de ona katılan bu gruplardan birinin arasındaydım. Ne var ki, benim hapiste olduğum 2006 yılında IŞİD kurucusu ve komutanı El Zerkavi de katledilmişti zaten.”

Ebu Musab El Zerkavi ve El Kaide’nin izinde...

Ürdün’de afla serbest bırakılan Zerkavi, Pakistan’da sorgulandıktan sonra Afganistan’a geçti. Aralık 1999’da “Şam Ordusu” ismiyle bilinen kendisine bağlı kişileri Herat Kışlası’na topladı...

Zerkavi, 2000 yılında Afganistan’ın Kandahar şehrinde El Kaide örgütü lideri Usame Bin Ladin ile tanıştı. Irak işgalinden iki yıl önce Zerkavi, ABD’nin işgaline karşı hazırlık yapmak amacıyla İran ve Irak’ın kuzeyinden Irak’a geçti...

19 Mart 2003’te ABD Başkanı George W. Bush, Irak işgalini başlattı...

2003’te Zerkavi Irak’ta “Cemaat el-Tevhid vel-Cihad” örgütünü kurdu....

Mayıs 2004’te başka bir militan grup olan Selefiye Mücahidiye (Selefi Mücahitler) hareketiyle birleşti. Örgüt, Ekim 2004’te “Tanzim Kaidet’il Cihad fi Biled’il Rafideyn” (Irak Kaide Örgütü) adını aldı. Bu örgüt, Ocak 2006’da “Mücahidin Şûra Konseyi” diye isimlendirildi...

7 Haziran 2006’da ABD güçleri Zerkavi’yi öldürdü. Yerine Ebu Hamza El Muhacir geçti. Ekim 2006’da kurulan Irak İslam Devleti’nin lideri, asıl ismi Hamid Davud El Zavi olan Ömer El Bağdadi oldu...

Daha sonra IŞİD lideri olarak karşımıza çıkacak olan Ebu Bekir el-Bağdadi 2007’de Ehli Sünnet Ordusu isimli bir örgüt kurdu, El Kaide’ye katıldı ve örgütte 3. adam oldu. 17 Nisan 2010’da Ebu Ömer El Bağdadi ile Hamza El Muhacir, ABD saldırısında öldürüldü...

16 Mayıs 2010’da El Kaide’den yapılan açıklamada gerçek ismi İbrahim Avvad İbrahim el Bedri bin Armuş olan Ebu Bekir El Bağdadi’nin, Irak Şam İslam Devleti’nin emiri olduğu ilan edildi. 15 Mart 2011’de Suriye’de gösteriler başladı ve ülke çapına yayıldı...

29 Temmuz 2011’de Riyad El Esad tarafından Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) kuruldu. Ağustos 2011’de ileride Nusra Cephesi’ni kuracak olan Colani, yanındaki 6 kişiyle birlikte Suriye’ye geçti...

Hapisteki İlk Oluşum ve Şiddetin Egemenliği...

2006’da Irak’taki gelişmeleri cezaevinden takip eden Colani, Amerikalıların iletişimi yasaklamasından dolayı dışarıda ne olup bittiğinden habersizdi, ama kendisine göre bir program yürütüyordu...

Colani, hapishanede El Kaide örgütü yöneticiliğinden tutuklu olarak gelen eski polis memurlarının hapishanedeki çalışmalarına ve yöntemlerine karşı çıkıyordu. İnsanlar, onların yanından Colani’nin olduğu koğuşlara gelmeye başladıkça popülerliği de artmaya başladı...

Colani, o süreci şöyle anlatıyor:..

“Hapishanede, İslam’ın gerçek anlamı, savunmanın gerçek anlamı, cihat süreci hakkında birçok yanlış fikir olduğunu fark ettim. Ama orada kimseyle çatışmaya girmemeyi tercih ettim. Bu yüzden mahkûmlar arasında biraz popülerlik kazanana kadar insanlara gerçek kavramlar hakkında eğitim vermeye başladım...

“Benim metodum, El Kaide örgütünde emir (sorumlu) olmadan önce eski polis memurları olan diğerlerinin yönteminden tamamen farklıydı. Onlar hapishaneyi bir İslam emirliğine dönüştürmeye çalışıyorlardı, insanları belirli bir şekilde davranmaya zorluyorlardı, onları cezalandırıyor ve sorumlu tutmak için vahşi önlemler kullanıyorlardı...

“Bu yüzden hapishanede öldürme de dâhil çok sayıda suç işleniyordu. Çeşitli nedenlerden dolayı, bunu büyük ölçüde reddettim ve bulunduğum bölümlerde doğru fikirleri yaymak için elimden geleni yaptım. İnsanların o liderlerin olduğu koğuşlardan benim koğuşuma geçtiği bir aşamaya ulaştım...

“Çok fazla baskı görmedim, sadece beş yıl boyunca hiçbir yasa olmadan özgürlüğümü elimden aldılar. Beş yıl boyunca yargılanmadım. Bu, benim için en ciddi olanıydı, beni en çok etkileyen şeydi. Diğerlerine gelince, Ebu Gureyb skandalı vardı. Ebu Gureyb skandalından sonra da devam etti. Herkese değil, belli kişilere işkence, tabut, su işkencesi ve benzeri yöntemler uygulanıyordu...

“Bazen tutukluları gizli Irak hapishanelerine gönderiyorlardı. İşkenceyi yapanlar Iraklılar, Şii ve İranlı milislerdi; onları sorgulayıp bilgi alıyorlardı. Derken Amerikalılar kurtarıcı olarak geliyor, bilgi alındıktan sonra işkenceye maruz kalanları hastanede tedavi ediyor ve normal bir hapishaneye geri götürüyorlardı.”

Hapishanede Colani’nin çalışmalarından etkilenen ve önerilerini dikkate alan El Kaide komutanının serbest bırakılması ve Musul’u da içeren Kuzey Eyaleti’ne atanması, Colani açısından yeni bir dönemi de beraberinde getirdi. Çünkü serbest bırakılan komutanla El Bağdadi arasında bir iletişim vardı...

Bu komutan Bağdadi’ye Colani’den bahsetmişti. Colani, hapishaneden çıkınca (2008) ilk görüştüğü kişi bu komutan oldu. Suriye’de çatışmaların başladığı gün, cezaevi arkadaşı olan komutan Colani’den ne düşündüğünü sordu. Colani, Suriye’ye gitmek istediğini söyledi. Çok ilginçtir ki, o dönem Colani’nin Suriyeli olduğunu bilen çok az kişi vardı ve herkes onu Iraklı zannediyordu...

Suriye’ye gitmesi için Ebubekir El Bağdadi’den izin alınmaya çalışılırken, Colani de 50 sayfaya yakın bir hazırlık yaparak Bağdadi’ye rapor gönderdi. Colani, özellikle Suriye’de Irak’taki hataların yapılmaması gerektiğinin altını çiziyor ve onları uyarıyordu...

Colani’nin Suriye Raporu ve IŞİD Sorumlusuyla Buluşma...

Suriye hakkındaki düşüncelerini yazan Colani, temel kurallara odaklanmıştı:

“Suriye’nin tarihini, coğrafyasını, Suriye’deki mezhep çeşitliliğini, yönetim mekanizmasını, Esad ailesinin iktidara nasıl geldiğini vb. anlattım. Irak kültürü ile İslam Devleti’ndeki bazı liderlerin kültürleri, etraflarında olup bitenler hakkındaki bilgilerini sınırlıyordu. Çünkü yaptırımlar altındaydılar ve Irak’ta uzun savaşlar sırasında yaşamışlardı. Bu yüzden bir dereceye kadar tecrit olmuşlardı.”

Rapordan sonra Colani, Suriye’ye gitmek için kendini hazırlamaya başladı. Hazırlık döneminde El Bağdadi ile görüşmeye giderek onunla tanıştı. IŞİD Lideri Ebubekir El Bağdadi’yle buluşmanın kendisinde bıraktığı etkiyi anlattı:

“Onunla tanıştım. Dürüst olmak gerekirse, biraz şaşırdım. Durumları analiz etme konusunda büyük bir yetkinliğe sahip değildi. Güçlü bir kişiliği yoktu. Uzun süre Irak savaşından kopuktu, çünkü Bucca hapishanesinden çıktıktan sonra Suriye’ye gitmişti. Geri dönmeden önce 3-4 yıl orada kaldı...

“Üstelik El Kaide örgütü ve IŞİD liderleri arasında tanınmıyordu. Onu tanımam gerekiyordu. Aranızdaki iletişim mektuplar aracılığıyla olduğunda, kişiyi iyi tanıyamazsınız. Büyük bir sorumluluk, Suriye sorumluluğunu üstlenecektim. Bu yüzden aramızda kişisel bir ilişki olması gerekiyordu...

“Gözümün onu doğru düzgün tanımasına ve beynimin onu doğru düzgün dinlemesine izin vermem gerekiyordu. Böylece onunla nasıl konuşacağımı veya durumları değerlendirme ve emir verme yeteneğini nasıl değerlendireceğimi bilecektim.”

Cihatçılarla Suriye’ye Dönüş...

Colani, Suriye’ye gitmek için El Kaide’den 100 adam istedi ancak gitmesine sıcak bakmayanlar olduğu için yanına sadece 6 kişiyi alabildi. Ülkesine gidiş masrafı için El Kaide’den 60 bin dolar alabilmişti. Parayı silah almak için kullandı (yaklaşık 40-50 tüfek)...

Kendi dilinden izleyelim: “Bu parayı, insanları öldüren adaletsiz bir despot rejime karşı koymak için kullandık ve bu insanları savunduk! Bir yıl boyunca 6 kişiden 5 bin kişiye ulaşan bir güç oluşturduk. Suriye’ye beraber gittiğim arkadaşların yarısı, IŞİD ile yaşanan ihtilaftan ötürü bizi terk etti.”

IŞİD’le Anlaşmazlık Neydi?

IŞİD ile Colani’nin başında bulunduğu El Nusra Cephesi arasındaki ayrışmayı anlamak için Suriye ve Irak’ta neler yaşandığına bakmamız gerekiyor...

Nusra Cephesi Suriye’de 24 Ocak 2012’de ilan edildi. Nisan 2013’te Irak İslam Devleti ismini almış olan örgüt, “Irak ve Şam İslam Devleti” (IŞİD) oldu...

Aynı tarihte örgüt lideri Ebu Bekir El Bağdadi, Nusra Cephesi’nin Irak İslam Devleti tarafından kurulduğunu açıkladı. Bu iki grubun, Irak ve Şam İslam Devleti adı altında birleştiğini duyurdu. El Nusra Cephesi lideri Colani bunu kabul etmedi...

El Kaide yönetimi, Bağdadi’nin Suriye’deki eylemlerini kınadı. Şubat 2014’te, El Kaide IŞİD ile tüm bağlarını kestiğini duyurdu. 29 Haziran’da IŞİD, halifeliğin yeniden kurulduğunu ilan etti. El Bağdadi, halife ilan edilerek Halife İbrahim adını aldı. IŞİD ismi ise İslam Devleti olarak değiştirildi...

El Nusra Cephesi’nin Kuruluşu ve IŞİD ile Çatışma...

Colani, Nusra’yı neden kurduklarını ve Zevahiri’ye niye biat ettiklerini şöyle açıklıyor:

“Ben El Nusra Cephesi’nin, El Bağdadi ise İslam Devleti’nin lideriydi. O halde kime yönelmeliydik? Simgesel önemi olan büyük bir şahsiyete ihtiyacımız vardı. Bu seviyedeki bir çatışma, sembolik öneme sahip bir kişiye ihtiyaç duyar. Kitle tabanı, böyle bir şahsiyetin sözlerinden etkilenebilir...

“IŞİD’den ayrılma nedenine gelince, bunun ana sebebi El Bağdadi’nin ona sunduğum rapordaki temel kural ve çizgiden sapmasıydı. Çalışmanın başında, raporuma koyduğum plan ve stratejiler onaylandı. Daha sonra, belki Suriye’de başarılı olacağımıza dair pek umutları yoktu...

“Bir yıl içinde sayımız arttı, genişledik ve çok büyük bir toprak parçasına sahip olduk. O zaman İslam Devleti’nin bölgeye ilgisi arttı. Bu yüzden el-Bağdadi, kendisiyle doğrudan ilişkisi olan bazı liderler gönderdi. Bu liderler, geçmişte üzerinde anlaştığımız bazı noktaları değiştirmeye çalıştılar. İşi mezhep savaşının genişlemesine doğru kaydırmaya çalışıyorlardı. Bu konuda da anlaşamadık. Yani anlaşmazlığın başlangıcı buydu...

“El Bağdadi bu politikalara karşı çıktığımızı gördüğünde, etrafımdaki liderlik yapısını değiştirmeye çalıştı, bu yüzden ona cevap verdik. Sonra reddettik ve İslam Devleti’nden ayrılmayı talep ettik. Onlar İslam adını kullanan bir örgüt, ama İslam’a zarar veriyorlar. Batı’da İslam’a kötü gözle bakılmasına neden oldular ve İslamofobi’yi beslediler...

“Burada da Suriye devrimine çok büyük zararlar verdiler. Devrimciler Şam’a kadar ulaşmışlardı, ama onların ortaya çıkışı rejime nefes aldırdı. Şu an Afganistan’da da benzer bir süreç yaşanıyor. Taliban ile ABD arasındaki anlaşmanın sarsılmasını istediler. Müslümanların sevinçlerine dayanamayıp böyle bir şey yaptılar...

“Yani ben buraya geldikten bir yıl sonra, belli ölçüde zafer kazanıp bazı temaslar kurduktan ve halk arasında belli bir popülerlik kazandıktan sonra, İslam Devleti’nin bazı liderleri Suriye ile ilgilenmeye başladı. Ülkeye geldiler. İslam Devleti liderleri bizi diğer gruplara karşı bir savaş başlatmaya zorlamak için birçok girişimde bulundu. Biz bunu reddettik. Ona karşı durduk...

“O kadar ki El Nusra Cephesi’nin İslam Devleti’yle bağlantılı olduğu duyuruldu. Ben de bunun kabul edilemez olduğunu söyledim. Aramızda, herhangi bir anlaşmazlık olması durumunda bunun El Kaide örgütü tarafından Dr. Eymen El Zevahiri’ye götürüleceği konusunda bir anlaşma vardı. Bu yüzden konuyu gündeme getirdik ve aramızda ayrılık başladı.”

Gazeteci-Yazar Nevzat Çiçek, 2014 yılında Habertürk Gazetesi’nde, “Bir Terör Örgütü Olan IŞİD’in İçyüzü” yazı dizisinde o dönem Nusra ve IŞİD arasındaki ayrılığın kronolojisini sıralamıştı:

“IŞİD, Suriye’de ABD’nin terör listesine girince büyük halk desteği alan Nusra Cephesi’nin feshedildiğini ilan ediyordu. El Nusra Cephesi lideri Colani, IŞİD’in bu açıklamasını direnişe zarar vereceği gerekçesiyle nazikçe reddetti ve Bağdadi için olumlu ifadeler kullandı. Bağlılığının El Kaide liderliğine olduğunu açıkladı. IŞİD, Nusra Cephesi’ne ağır ifadelerle saldırılarda bulundu, askeri mekânlarını ele geçirdi ve sahip olduğu malzemelerin tamamına yakınına el koydu...

“Bu süreçte Colani’nin asi olduğu imajı yaygınlaştırılarak birçok savaşçının ayrılması sağlandı. Taraflar, arabulucuların girişimiyle konuyu çözmeye çalıştı, ancak sonuç çıkmayınca El Kaide lideri Eymen El Zevahiri, iki yapılanmanın da lideri olduğu için duruma el koydu. Zevahiri, Nusra Cephesi’nin Suriye’de, IŞİD’in ise Irak’ta faaliyetini sürdürmesine karar verdi...

“IŞİD, Zevahiri’nin kararının İslam’a aykırı olduğunu, emre itaat edilemeyeceğini ve Suriye’de faaliyetlerini sürdüreceğini açıkladı...

“Uzun sessizliğin ardından, Suriye’de gruplar arasında çatışma başladı ve 3 bine yakın militan yaşamını yitirdi. Bazı tanınmış kişiler çözüm için tarafsız mahkeme çağrısında bulundu; buna Ümmet Girişimi ismi verildi. Ancak Nusra Cephesi ve diğer gruplar bu şeri mahkemeyi kabul ederken IŞİD reddetti. El Kaide liderliği, IŞİD ile tüm ilişkilerinin sona erdiğini ilan etti...

“IŞİD, El Kaide’yi İbrahim milletinden çıkmakla itham etti ve böylece tekfir etmiş oldu. Eymen El Zevahiri, son bir açıklama ile IŞİD’in El Kaide’ye aslında hiç bağlılık sözü vermediği iddiasını yalanladı. IŞİD’e son kez Irak’a çekilmesi ve akan kanı durdurması için çağrıda bulundu. Nusra Cephesi’nden de çatışmaları durdurmasını istedi...

“Nusra Cephesi, Zevahiri’nin emrini yerine getireceğini ve sadece kendilerini savunacaklarını açıkladı; bağımsız mahkeme çağrısında bulundu. IŞİD sözcüsü Adnani, Zevahiri’nin çağrılarına hakaretle karşılık verdi. Zevahiri’den Nusra Cephesi’ne desteğini çekmesini istedi...

“Zevahiri’den Pakistan, Yemen, Afganistan, Mısır ve daha birçok ülke askerini kâfir ilan etmesini isteyen Adnani, tarafsız mahkeme çağrısını reddetti. Adnani en sonunda, El Kaide’nin dinden çıktığını iddia ederek, Zevahiri ve El Kaide liderlerinin eski liderlerin yolundan saptığını, bu nedenle ‘mürted’ olduklarını belirtti.”

“IŞİD’le çatışmamak için çok uğraştıklarını” ifade eden Colani ise, çatışma nedenlerini şöyle özetliyordu:

“IŞİD, Suriye devriminin önünde bir engel olmaya; gruplara ve halka saldırılar başladığında, hatta bize saldırıp bazı askerlerimizi, liderlerimizi ve gençlerimizi öldürdüğünde, bu çatışma kaçınılmazdı. Bu çatışmadan kaçınmak için çok uğraştık. Bu yüzden IŞİD’e karşı savaştık. Sonra onlar güvenlik görevlilerine dönüştüler, suikast düzenlediler ve orada burada savaştılar. Kurtarılmış bölgelerdeki güvenlik güçleri, birçoğunu yakaladı ve Suriye devrimini sabote etmeye çalışanları hapishanelere koydu!”

HTŞ Serüveni ve Cihatçılar Arası Çatışmalar...

28 Temmuz 2016’da Nusra Cephesi’nin lider kadrosu, El Kaide’nin kolu olarak faaliyet gösteren El Nusra’nın feshedildiğini ve Şam’ın Fethi Cephesi’nin (ŞFC) kurulduğunu duyurdu. Bu karar, ABD ve Rusya’nın El Kaide’yi terör örgütü kabul edip saldırılar düzenlemesiyle birlikte, diğer “muhalif gruplarla birleşme” umudunun etkin rol oynamasıyla alındı...

Colani, IŞİD’den sonra “devrimin” ve Suriye halkının çıkarının El Kaide’den ayrılmak olduğunu gördüklerinde, “Bunu kimseden baskı görmeden, kimse bize bundan bahsetmeden veya bir şey talep etmeden kendimiz başlattık. Bu, Suriye devrimine fayda sağlayan ve kamu yararına olduğunu düşündüğümüz şeye dayalı bireysel, kişisel bir girişimdi” diyor...

Diğer gruplarla savaşma gerekçelerini de açıklıyor:

“Suriye’de geçmiş dönemlerde çok fazla grup arasında mücadele vardı. Anlaşmazlık durumunda müracaat edecekleri merkezi bir otoritenin olmayışı, bu işin sebeplerinden biriydi...

“Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı fraksiyonlara gelince, devrimin parçası olduklarını iddia eden fraksiyonlar vardı; bazıları öyleydi, ama gerçekte onlar sadece gangster, hırsız ve haydutlardı. İnsanlar kendilerini o haydutlardan kurtarmamız için yalvardıktan sonra harekete geçmek bizim görevimizdi. Dostça bir şekilde onların insanlara zarar vermesini durdurmaya çalıştık. Ondan sonra küçük bir çatışma oldu ve bitti...

“Burada vurgulamak istediğim nokta, bütün bu iç çatışmaların her şeyden önce devrimin çıkarına olmadığıdır ve bunların yaşanmasını asla istemiyoruz, desteklemiyoruz...

“Eğer böyle bir çatışmaya girersek, bunu zarardan kaçınmak ve tehditleri savuşturmak için acil bir zorunluluktan dolayı yaparız. Ancak devrimin tüm fraksiyonları için doğru olan şey, örneğin IŞİD gibi genel bağlamdan sapanlar hariç, safları birleştirmektir. Ve bunlar devrim sahnesinden tamamen uzak tutulmalıdır.”

Bu noktada araya girip bir açıklama yapmaya ihtiyaç var: Gerek Colani gerek diğer cihatçılar tarafından sıkça kullanılan “devrim” (El Sawra) kavramı; Arapçada normalde intikam almak, öfkelenip ayağa kalkmak, başkaldırmak ve ihtilal yapmak gibi anlamları içerir. Sonradan siyasileştirilen her isyan, başkaldırı, kitlesel sivil itaatsizlik veya silahlı ayaklanma günümüzde farklı kesimlerde (sosyalist devrimci, ulusal isyancı, cihatçı, milliyetçi vb.) Arapça “El Sawra/Devrim” sözcüğüyle tanımlanır...

Kuşkusuz devrim, uğraşıp onu gerçekleştiren her siyasi kesim için farklı anlamlar taşır. Mesela gerici güçlerle sömürücüleri temsil eden sermaye güçlerinin halk güçlerine dayanan bir iktidara karşı yaptığı karşı devrim de, onların siyasi literatüründe “hakiki devrim, gerçek devrim” diye nitelendirilir...

Cihatçı Colani’nin devrim demesi kendisine göredir. Halkın geniş kesimleri açısından devrim değil, feodal dönemin siyasi sistemiyle kurallarını dayatmayı esas alan gerici bir zulüm ve zorbalık düzenidir...

Şimdi esas meseleye dönelim ve HTŞ bünyesinde bulunan cihatçılar arasındaki çekişme, sürtüşme ve ayrışmayı da içeren iktidar oyunları ve mücadelelere kaldığımız yerden devam edelim...

28 Ocak 2017’de Halep rejim güçlerinin kontrolüne geçti ve Türkiye ile Rusya’nın inisiyatifiyle başlayan Astana Görüşmeleri rejim karşıtı gruplar arasında ayrışmalara neden oldu. Şam’ın Fethi Cephesi, Nureddin Zengi Hareketi, Ahrar’ul Şam Hareketi’nden ayrılanlar ve bazı gruplar, Heyeti Tahriri Şam’ı (HTŞ) kurduklarını duyurdular...

Bu karardan birkaç gün önce, Şam’ın Fethi Cephesi’nin ÖSO’ya bağlı gruplara saldırması, altı örgütün (Sukur’ul Şam, Fastakim, İslam Ordusu İdlib Kanadı, Mücahitler Ordusu, Şamiye Cephesi Batı Halep Teşkilatı, Şam’ın Devrimcileri) Ahrar’ul Şam’a katılmasıyla sonuçlanmıştı...

9 Temmuz 2017’de HTŞ, bünyesinde bulunan diğer gruplardan habersiz şekilde, en büyük rakibi Ahrar’ul Şam hareketine karşı bir askeri operasyon başlattı...

21 Temmuz 2017’de Ahrar’ul Şam kontrolündeki Cilvegözü sınır kapısının Suriye tarafı olan Bab El Hava sınır kapısı HTŞ tarafından kontrol altına alındı. Burası, İdlib’in dünyaya açılan tek noktasıydı...

Üç gün sonra da İdlib’in merkezindeki tüm Ahrar’ul Şam kontrol noktaları HTŞ saldırısıyla örgütün eline geçti ve İdlib merkezi tamamen HTŞ’nin hâkimiyeti altına girdi...

17 Mayıs 2017’de ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Adalet İçin Ödül programı, Ebu Muhammed El Colani’nin kimliğinin veya yerinin belirlenmesine yol açacak bilgiler için 10 milyon dolara kadar ödül verileceğini duyurdu. ABD Dışişleri Bakanlığı, HTŞ’yi Göçmenlik ve Vatandaşlık Yasası kapsamında yabancı bir terör örgütü ve özel olarak belirlenmiş küresel bir terörist varlık olarak tanımladı. ABD yargı yetkisine tabi tüm mal varlıkları engellendi, ABD vatandaşlarının onunla iş yapması yasaklandı...

İdlib’de Yeni Dönem: İslam Emirliği...

4 milyon insanın yaşadığı İdlib ili, ağırlıklı olarak HTŞ tarafından yönetilir olurken, Colani de yavaş yavaş uluslararası basının karşısına çıkmaya başlamıştı...

Colani, Şubat 2021’de Amerikalı gazeteci Martin Smith’e verdiği röportajda şunları anlatıyor:

“Suriye devrimindeki önemli bir olayın bir parçasını temsil ediyoruz ve Suriye devriminin gerçek imajını dünyaya doğru bir şekilde iletme misyonumuz var. Suriye devrimi dünyadaki birçok insan için önem taşıyor. Her şeyden önce, bir suçlu ve zalim olan, halkını öldüren bir despota karşı yükselen, haksız muamele görmüş bir devrim...

“Suriye’de bir milyondan fazla insan öldürüldü. Cezaevlerinde 400 bin ila 500 binden fazla insan var. İşkence gören ve tecavüze uğrayan kadınlar var. Yıkılan milyonlarca ev, okul ve hastane var. Bu nedenle bu dava hakkındaki gerçek tüm dünyaya doğru bir şekilde ulaşmayı hak ediyor...

“Devrimin imajını lekelemeye çalışan bazı insanlar var; bazıları düşman, bazıları değil. Devrimin imajını lekelemeye ve onu belirli bir şekilde tanımlamaya çalışıyorlar...

“İnsanları savunmadaki rolümüz ve misyonumuz, onların güvenliğini, dinlerini, onurlarını, mallarını savunmak ve Beşar Esed gibi suçlu bir tirana karşı durmak. Bu, bu imajı sizin platformunuz veya gerçeği dünyadaki herkese iletebilecek herhangi bir platform aracılığıyla iletmenin de bizim görevimiz olduğu anlamına geliyor!”

Colani: ‘ABD ve Avrupalılara Savaş Açmak Doğru Değil!’

Colani, ABD’deki CNN kanalına verdiği röportajda (6 Aralık 2024) yıllar içinde dönüşüm dönemlerinden geçişini şöyle anlatıyor:

20’li yaşlarındaki bir kişi, 30’lu veya 40’lı yaşlarındaki birinden ve kesinlikle 50’li yaşlarındaki birinden farklı bir kişiliğe sahip olacaktır. Bu insan doğasıdır...

“Bu yeni dönemde politikamız herhangi bir düşmanlık üzerine kurulu değil; yabancı ülkelerde eylem yapma diye bir politikamız yok. Evet, Batı’daki bazılarının politikalarını eleştirdik, ama Suriye’den ABD’ye ve Avrupalılara savaş açmak doğru değil...

“Öncelikle, bölgede tek adam gibi davranmıyoruz. Suriye devriminin tamamen bir parçasıyız ve Suriye devrimi tek bir kişiyle sınırlandırılamaz. Bu bir halk devrimidir. 10 yıllık mücadele yolculuğumuz boyunca Batı veya Avrupa toplumuna hiçbir tehdit oluşturmadık...

“(Terörist yaftasıyla bize karşı) önlemler alan ülkeleri bu devrime yönelik politikalarını gözden geçirmeye çağırıyoruz. En önemlisi, her şeyden önce, bu bölgede Avrupa ve Amerika’nın güvenliği için bir tehdit oluşturmuyoruz. Bu bölge dışarıya yönelik operasyonların yürütüleceği bir sahne değil...

“Diğer bir nokta ise, uluslararası toplumun Suriye devrimine karşı benimsediği bazı yanlış politikalardır. Örneğin, halkına karşı onlarca kimyasal saldırı gerçekleştirmesine rağmen Beşar Esed’in şimdiye kadar uluslararası alanda tanınması hâlâ devam ediyor...

“Evet, Suriye şartlarında ve geçmişte yapılan bazı uygulamaların (mesela masum insanların öldürülmesi gibi) yanlış yapıldığını kabul ediyorum, ancak bu tek taraflı değildi. Eğer biri bunu yaptıysa ve IŞİD veya başkalarıyla ilişkilendirildiyse, bu politikaları desteklemediğimizi söylüyoruz. Biz ezilen ve haklarımızı savunan kişiler olsak bile, masum insanların öldürülmesine karşıyız...

“Bu tür haksız olaylar arttığında ve tırmandığında, IŞİD ile yollarımızı ayırdık. Çünkü IŞİD çatışmayı ve yaşanan çatışmaları yönetmede yanlış politikaları tercih etti. Hatta bazı masum insanları öldürmeye yöneldi. Bu seviyeye ulaştığında, ayrıldık ve masum insanları öldürenlerden uzaklaştık. Tanımlayıcı pusula buydu...

“Tekrar ediyorum ki, o dönem geçmişte El Kaide ile olan ilişkimizin olduğu bir dönemdi ve sona erdi. Hatta El Kaide ile birlikte olduğumuz dönemde bile dışa yönelik eylemlere karşıydık. Suriye’den Avrupa veya Amerikan halkını hedef alan dış operasyonlar yürütmek politikalarımıza tamamen aykırıdır. Bu bizim hesaplamalarımızın bir parçası değildi ve bunu hiç yapmadık.”

Colani, İntihar Bombacıları İçin Ne Düşünüyor?

Sivilleri hedef almadıklarını, ancak askeri hedefler için intihar bombacıları kullandıklarını ifade eden Colani şunları da söyledi:

“Evet, bazı savaşlarda şehitler kullandık. Bu ne anlama geliyor? Bu bir silah! Düşmanla savaşmak için kullanabileceğimiz bir silah. Bombacılar; Şebbiha’ya (devlet destekli milisler), bölgeye girmeye çalışan ve bir noktada protestoculara saldırarak masum insanları öldürmeye çalışan İran ile Rus milislerine karşı konuşlandırıldı...

“Bu bir alçaklık eylemi değil; onurlu bir eylemdi. Bir adam, öldürülen masum insanları savunmak istediği için kendini feda ediyor… Bu yüzden bu bir araç! Bu bir araç, kendi başına bir amaç değil. Uçaklarımız olsaydı, uçakları kullanırdık. Şehitliği değiştirecek topçularımız olsaydı, o kardeşleri kurtarır ve o silahları kullanırdık...

“Öyleyse, masum insanları öldüren ve varil bombası atan bir uçakla -ki bu kınanmaz, o masum insanları korumak isteyen ve onlar güvende yaşasın diye kendini feda eden bir uçak arasındaki fark nedir?”

Yabancı Cihatçılar HTŞ’den Sayılıyor...

Yabancı savaşçılarla ilgili olarak Colani şöyle diyor:

“Muhacir kardeşlerimiz Suriye’ye bize yardım etmeye geldi. Gayretleri için çok teşekkür ediyoruz. Kesinlikle onlardan vazgeçmeyeceğiz. Artık bizden bir parçalar. Halkla iç içeler. Onlar halktan memnun, halk da onlardan...

“Bu insanlar kendi devletlerine bir tehdit değiller. Bizim kurduğumuz siyasetin emri altındalar. Zira siyasetimiz herhangi bir ülkeye düşmanlık üzerine kurulmadı. Suriye’yi işgal eden ve Suriyelileri öldürenlerle düşmanlığımız var. Onlarla da Suriye sınırları içinde savaşıyoruz...

“Tekrar etmek istiyorum, muhacir kardeşlerimiz artık bizden bir parça. Dinimiz ve kültürümüz gereği onları koruyacağız!”

Söylenenlerin esas anlamı ise şu: Birleşmiş Milletler teşkilatı üyesi olan ve batılı devletler tarafından resmen tanınacak olan Suriye bundan böyle cihatçıların yurdu olacağı gibi, zaman içinde farklı diyarlardaki cihatçı birey veya yapıların gelip ikamet edebileceği, eğitim alıp geri dönebileceği ve hatta belirlenen yabancı bölgelere sevk edilebileceği bir “Cihadistan” olacak...

1980’lerde İran, 1990’lı yıllarda Sudan ve Afganistan böylesi bir işlev görerek “Cihat ihraç merkezi” haline gelmişlerdi...

İran ve Rusya’ya Karşı NATO Mevziinde...

Colani, “Şii Hilali” diye bilinen İran-Iraklı Haşdi Şaabi, Lübnan Hizbullahı, Filistin Hamas ile İslami Cihad eksenine karşı Sünni kuşağının temsilcisidir. Bu yanıyla hem batılıların mevziinde mezhepçilik yapıyor hem de NATO-Rusya kapışmasında NATO’nun siperinde mücadele ediyor...

Mesela Colani diyor ki:

“İran ve bölgedeki uzantıları, hedeflerine ve tarih boyunca aradıkları çıkarlara ulaşmak için Şii doktrinini kullanıyorlar. (İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı General) Kasım Süleymani, Putin’e gidip onu Suriye’ye girmeye ikna etti ve tabii ki Amerikalılar ve Avrupalıların bunu nasıl algılayacağını görmek için suları test ettiler...

“Sessizlik vardı. Rusların Suriye’ye girmesi için yeşil ışık yakılmıştı. Ruslar Suriye’ye girdikten sonra, rejimi yeniden canlandırmak için yeni bir girişim veya fırsat vardı, ancak Allah’a şükür, rejim çok ileri gidemedi…

“Amerikalılara/batılılara mesajımız kısadır: Biz burada size herhangi bir tehdit oluşturmuyoruz, bu yüzden insanları terörist olarak sınıflandırmanıza ve onları öldürmek için ödül ilan etmenize gerek yok...

“Bölgedeki ve özellikle Suriye’deki Amerikan politikaları, İran ve Rusya ile ilgili olarak bahsettiğimiz gibi, büyük değişiklikler gerektiren yanlış politikalardır. Ama zaten biz, halk, Suriye devrimi, Amerikalılara veya herhangi bir komşu ülkeye güvenmiyoruz...

10 yıldır bu devrimin tek başına doğduğunu ve tek başına kalacağını ve tek başına fethedeceğini biliyoruz, elbette Allah’ın izniyle.”

Pragmatizmin Farklı Türleri ve Türkiye’nin Hesabı...

Gazeteci, yazar, sinemacı ve belgeselci Ümit Kıvanç, Gazete Duvar’daki üç bölümlük yazısında HTŞ’nin ilginç serüvenini birkaç yönüyle ele aldı. Birlikte bakalım:

“Suriye’nin silahlı İslamcı örgütleriyle arası herkese göre çok daha iyi olan ve politikasını, stratejisini onlar üstüne kuran Ankara, El Nusra’nın ŞFC’ye (Şam’ın Fethi Cephesi) dönüşme duyurusuyla fazla ilgilenmiyor, Suriye topraklarındaki askerî-idarî varlığı, sınırdaşlığın sağladığı sürekli stratejik konum ve ordusunun gücüyle ipleri elinde tuttuğu ve gerektiğinde dizginleri çekebileceği varsayımıyla davranıyordu...

“Ankara’nın tutumu Suriyeli silahlı muhaliflerin eninde sonunda kendisine muhtaç kalacakları hesabına dayanıyordu; Rusya’nın hava bombardımanları yüzünden bıçak kemiğe dayandığında Suriyeli cihatçıların El Kaide bağlantısı dâhil her şeyi bir kenara atarak, acil destek verebilecek yakın müttefikin çizeceği hat üzerinde yürüyeceğini öngörüyorlardı...

“Halep’i rejime teslim edip ülkenin her yerindeki cihatçıları İdlib’e toplama, orada da Rusya’ya kırdırmama operasyonu, bütün hassasiyetine ve gelgitlere rağmen sonuç itibarıyla kayda değer başarıyla yürütülebilmişti...

“Öte yandan, Nusra’dan bu yana en güçlü örgütlü oluşumun başını çeken Ahmed El Şara (o sırada Ebu Muhammed El Colani) ve yakın çevresindeki ekip, pekâlâ Suriye içinde bir İslâm ‘emirliği’ kurup başına geçebileceklerini öngörmeye başlamıştı. Ancak bunun için her şeyden önce uluslararası cihadın Suriye kolu olarak tanınmayı bırakıp hedefi Suriye ile sınırlı (‘Suriye içi’) bir güç olmaya geçmeleri gerekiyordu. Zaten El Kaide’den kopma sürecindeki tartışmalarda öne sürdükleri en güçlü delil buydu ve -kendi iddialarına göre- bir aşamada El Kaide’nin o sıradaki lideri Eymen El Zevahiri’ye, ‘tamam’ dedirtmeyi başarmışlardı...

“Arap devletlerini ürkütmeyecek, Batı’dan kabul görebilecek, ‘makul’ bir İslâmcı çizgi, gözü dönmüş DAİŞ’in yarattığı dehşet manzaralarıyla kana bulanan cihatçı imajının yerini alabilirse, Nusra’nın etrafına daha küçük örgütleri toplayarak oluşturduğu ŞFC hem dışarıdan daha geniş ve istikrarlı yardım alabilecek hem de Suriye içinde daha geniş destek bulabilecekti.”

Ürdün vatandaşı Filistinli Selefi âlim Ebu Ketade El Filistinî bu tartışmaya müdahale etti. Bir Telegram mesajıyla, “İdeolojik bakımdan daha az katı ve daha geniş İslâmî topluluğa daha az kapalı” yeni bir liderler kuşağının cihat âleminde yükselişte olduğu gerçeğini kabullenmek gerektiğini belirtti...

Ketade, “Cihatçı hareket, uzun zamandır kısmen açılma ile kendini tecrit etme arasında gidip geliyor” diye yazdı. Ona göre, “ideolojik grup fikri” yerini “İslâmî toplum projesine” bırakıyordu. Ketade, mesajını öngörüyle bitiriyordu: “İnanın bana, (cihatçı) hareket içinde başka değişiklikler de olacak.”

HTŞ’nin “İslâmî toplum projesi” teorisyenleri belli ki Ebu Ketade’yi de yeni neslin yeni açılımlarına ikna etmişti. Fakat tartışma bitmedi...

HTŞ’ye Yönelik İdeolojik ve İslami Eleştiriler...

Ümit Kıvanç, analizini sürdürüyor:

“Bir vakit El Nusra’nın en tepedeki şerî yetkilisi konumunda bulunan, El Kaide’ye biatini geri çekmeyen, HTŞ’nin ilanından hemen sonra, 2017 Şubat’ında örgütten ayrı düşen, doktoralı Ürdünlü âlim Sami El Ureydi, üstü kapalı, dolaylı ifadelerle teorik-siyasî eleştirilere başlamıştı...

“Temel temaları, ‘insan yapısı yasalara mı şeriata mı bağlı yaşanacağı’ gibi genel ve teorik, ‘El-Kaide’ye biat ve itaatten niye vazgeçildiği’ gibi politik-stratejik sorunların yanı sıra, ‘Türkiye ile Katar’dan ve destekledikleri İslâmcı gruplardan uzak durulması’ gibi gündelik-pratik kararlardı. Ve elbette ‘Küresel Sünni cihat hareketlerinden kendilerini ayırıp milliyetçi söylemleri benimseyen’ Suriyeli örgütlerin tavrı.”

Kıvanç’ın aşağıda yazdıkları da dikkate değer:

“Heyet Tahriri Şam’ın (aslında çekirdeğindeki El Nusra Cephesi’nin) El Kaide ile bağını koparması konusu, her teorik-siyasî tartışmada yeniden ortaya sürülen kavga konusu haline geldi, uzun süre gündemde kaldı...

“HTŞ’yi ‘Uluslararası cihat yolundan (şeriat hâkimiyeti hedefinden) ayrılıp sapmakla, bir araya gelinmemesi gereken unsurlarla uzlaşmakla, davayı sulandırmakla’ suçlayanlar, sahadaki etkinlik ve başarıları bütünüyle gözden çıkarmayı öneremeyecekleri ve özel olarak Suriye sınırları içinde neler olacağını önemsemediklerini ilan edemeyecekleri için, hoşnutsuzluklarını bu bağ koparma, usul çiğneme vs. hadisesi üzerinden dile getiriyorlardı...

“El Nusra ve etrafına toplayıp HTŞ’yi oluşturduğu örgütler koalisyonuyla başa çıkabilecek güçte olmadıkları için önceleri daha çok mızıldanmakla yetindiler. Ancak sonra ‘hakiki öz Suriye El-Kaide’si’ tarzında Huras El Din örgütünü kurdular ve kendi mücadelelerini sürdürmeye giriştiler...

“Ancak hem HTŞ ile yerel etkinlik çatışmasına girmeleri kaçınılmazdı hem de bizzat varoluşlarının ister istemez bir alternatife işaret ediyor olması yüzünden varlıklarına tahammül edilmesi HTŞ açısından sakıncalıydı ve elverişli fırsat bulunduğunda basbayağı kaba kuvvetle ezildiler...

“Lâkin meseleyi yaratan esas konu El Kaide merkeziyle koparılan bağlardan ibaret değildi. Bir nevi saf cihatçılık yolundan sapılıp sapılmamasıydı ve ülke çapında iktidara yürüme hedefi bir yandan zihinleri meşgul ederken, hele şimdi, Şam’da iktidar alınmışken, dolayısıyla bu ‘sapma’ kaçınılmaz olmuşken, HTŞ’nin uzlaşmacılıkla, sulandırıcılıkla suçlanması için şüphesiz çok daha bereketli bir zemin oluştu...

“HTŞ lideri Ahmed El Şara, 2015’te, henüz Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammed El Colani iken ve El Kaide ile bağlarını koparmamışken, şayet iktidarı alırlarsa şeriat düzeni mi kuracaklarına ilişkin olarak, ‘El Kaide’ye bağlı olsak da olmasak da ilkelerimizden taviz vermeyeceğiz, şeriatı uygulamak için çalışacağız’ demişti...

“Ona göre, ülkeyi halife yönetecek, seçkin (dini) âlimler heyeti hem halifeyi seçecek hem ona danışmanlık yapacaktı. Önemli olan kimin yönettiği değil, ‘Allah’ın yasasının uygulanması’ idi. Bunları daha sonraki yıllarda da birkaç ayrı vesileyle, kamuoyuna yönelik olarak tekrarlayacaktı...

“Ancak şimdi, HTŞ hâkimiyetindeki silahlı güçler Şam’da iktidarı ele geçirdikten ve Ahmed El Şara, ülkenin fiilî en üst yöneticisi konumuna geçtikten sonra, artık şeriattan söz etmiyor. Uzun süredir ona ve örgütünün politikasına itiraz eden, ‘Bunlar şeriatı satacaklar!’ propagandası yapan cihatçı muarızları şimdi, ‘İşte, gördünüz mü!’ tutumuna geçtiler...

“Sorun gerçekte pek uzlaşma -veya ‘sulandırma- götürür cinsten değil. Zira egemenliğin seçilmiş meclislere ait olduğu, ‘kul yapısı’ yasaların hüküm sürdüğü Batı tipi demokrasi, cihatçının gözünde sadece yanlış değil, basbayağı şirk (Allah’a eş koşma) seviyesinde suç...

“Yani El Şara Şam’da gazetecilerin sorusuna cevaben, halkın kendisini yönetecek kişiyi/kişileri seçme hakkından söz ettiğinde, elbette uluslararası cihatçınınkinden bambaşka bir yola sapmış oluyordu. ‘Yasa ve anayasa’ konusunda da ‘Suriye halkı nasıl isterse öyle olacak’ demekle bunu pekiştiriyordu...

“Bu durumda (cihatçıların radikal fetvacı başı sayılan) Ebu Muhammed El Makdisi’nin yeniden ayağa fırlaması kaçınılmazdı. 20 Aralık’ta (eski Twitter) X’te bir video yayınladı, ‘Halkın seküler birini bile seçip başa getirebileceği rejime Allah’ın yasasına uygun denir mi?’ diyerek isyan etti HTŞ liderine: ‘İnsanları şeriat uğruna ölüme gönderdi, şimdi de demokrasi ilan ediyor!’ dedi...

“El Makdisi, sosyal medyaya ardı ardına mesajlar attı, ‘İktidara geldikten sonra alkol konusunda bile Colani’nin dili bağlandı’ diyerek ‘onu bugün bulunduğu yere taşımış mücahitlere verdiği sözleri tutmadığı’ için El Şara’yı kınadı.”

Kanada’da yaşayan Mısırlı cihatçı âlim Tarık Abdülhalim’in Şam’daki barların yeniden açılması üzerine Telegram kanalında yazdıklarıysa şöyle:

“‘Suriye’de neler oluyor? Plan ne? Metodoloji ne? Referans ne? Sakallı içişleri bakanı nerede? Laik, kâfir bir devlet mi, yoksa şeriata dayalı, İslâmî bir devlet mi? Üçüncüsü olamayacağına göre, iki ideolojiden birini benimsemek neden zor!?”

Cihatçı ‘diasporası’ belli ki, hemen bütün diasporalar gibi, en radikal çıkışların görüldüğü topluluk. Londra’da yaşayan Mısırlı âlim Heni El Sibayi de, yine Telegram’dan, “Bizim dinimizce alkolün yasak olduğu ve cezası gayet iyi bilinmiyor mu” diye sordu. “Batı korkusu bizi bunun için hukuk uzmanları komitesi toplamaya sevk edecek ölçüye mi ulaştı?”

Suriye’nin yeni yöneticilerinin önündeki, etrafındaki sorunlar sıralanırken, Colani kendi “mücahit” saflarından gelecek yıkıcı eleştirilerin doğurabileceği sonuçları fazla önemsemiyor. Oysa küçük küçük radikal silahlı örgütler, “davaya ihanet etmiş” eski yoldaşlarına karşı, bunca kan, ölüm ve yıkımdan sonra birikmiş kötü enerjiyi birden harekete geçirebilecek türlü işlere kalkışabilirler...

Tabiî bir de özel soru var: Hem HTŞ yönetimi hem de uluslararası cihatçı camiası, El Kaide destekçisi örgütler, etkili şahsiyetler, siyasal İslâmcılar, Suriye içindeki (gidecek başka yeri olmayan) yabancı savaşçılar gibi, HTŞ’yi değişik yönlerden zorlayabilecek bilumum güçlerle Ankara’nın ilişkisi nedir, ne olabilir?

Suriye’nin birtakım yerlerinde uyuyan hücreleri, çölde korunmuş gücü bulunan ve zaman zaman çeşitli eylemlere girişen, Irak’ta, özellikle El Anbar vilayetinde epeyce bir potansiyelinin hazır beklediği bilinen DAİŞ’in muhtemel canlanışını da denkleme eklersek, Suriye’nin yakın geleceği meselesinin takım elbise-kravattan da, Emevi Camisi’nde namazdan da, hatta YPG-SDG ile merkezî hükümetin ilişkisinden de çok boyutlu olduğunu görebiliriz...

Colani’nin ‘Radikal Pragmatizmi’ ve Siyasi Oportünizmi..

Reuters haber ajansının bir haber-yorumuna göre; Suriye iç savaşı sürecinde ve hatta başında bulunduğu örgüt Beşşar Esat rejimine karşı mücadele edenlerin en güçlüsü olduğu zamanlarda bile Ebu Muhammed El Colani, muhalifler ve kamuoyu açısından pek tanınan biri değildi...

2016 yılından itibaren daha önce biat ettiği El Kaide ile bağını koparıp örgütün adını değiştirdikten ve rakiplerini şiddetle ezmek suretiyle İdlib’in tek egemeni olduktan sonra dikkatleri üzerine çekiverdi Colani. Aralık 2024’te Halep şehri alındığı sırada elinde telsizle etrafa talimatlar yağdırdığında ise, artık dünya kamuoyunun en çok konuşulup tartışılan şahsiyeti haline geldi...

Orta Doğu ve Suriye konusunda uzman bir akademisyen ve Oklahoma Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi Başkanı Joshua M. Landis, Colani’nin fiziksel ve fikirsel pragmatizmini övüyor ve “Colani, Beşar Esat’tan daha zeki olduğunu kanıtladı. Görünüşünü değiştirdi, kullandığı araçları da. Yeni ittifaklar kurdu ve azınlıklara hoş gelen mesajlar da iletti” diyor...

ABD-New York merkezli Century Foundation International isimli kuruluşta Ortadoğu uzmanı olarak çalışan İsveçli yazar Aron Lund ise “Colani değişmekle birlikte başında bulunduğu HTŞ hâlâ belli ölçüde radikal (cihatçı) olmayı sürdürüyor. Şimdilerde kendilerinin eskisi kadar köktendinci olmadıklarına inandırmak için kampanya başlatmışlar” diyor...

Colani, 2021 yılında ABD merkezli BBS TV kanalının “Front Line” programı için kamera karşısına gömlekli sivil kıyafetle çıkıp şunları söyledi: “Bizi terörist olarak tanımlamak haksızlıktır; çünkü masumların katledilmesine karşıyız. Örgütümüz batılı ülkeler için tehlike teşkil etmiyor. Zaten El Kaide ile bağımızı kopardık. Birlikte olduğumuz devirde bile El Kaide’nin yurtdışında eylem yapılmasına karşı çıkmıştık.”

Oysa Colani, gerçeğin tamamını söylemiyor. Karanlık yüzü ile kanlı ellerinin izini 2014 yılında IŞİD bünyesinde Êzdîlere saldırdığında patlayıcıları sivillere (erkek, kadın ve çocuklar) karşı kullanması sonucu onlarca insan can vermişti...

Êzdî inançlı Kürt aydın Azad Barış, Aralık 2024’te bunu Artı TV programında dile getirip Colani aleyhinde uluslararası bir yargı kurumuna şikâyette bulunduğunu söyledi. Aynı çerçevede IŞİD ile Kürt milislerinin çatışma sürecinde yine sivillere yönelik katliamlar gerçekleştirilmişti. YPG-PYD denetimindeki Kürt yoğun bölgelerde Colani, ayrım yapmadan insan katledebiliyordu...

HTŞ-Taliban İlişkisi...

Colani, yakın dönemde BBC kanalı ile yaptığı söyleşide başında bulunduğu cihatçı HTŞ örgütü ile Afganistan’ı yöneten köktendinci Taliban hareketi arasında karşılaştırma yapmayı reddetmişti. Ancak HTŞ’nin İdlib’de hüküm sürdüğü yıllarda Taliban’ın 2021 yılında iktidara gelmesinin ardından “bu İslami zaferden dersler” adı altında seminerler düzenlediği; bu münasebetle kutlama şenlikleri gerçekleştirdiği biliniyordu. Şimdi de Taliban HTŞ’nin zaferini kutlayıp iki taraf arasında ilişkilerin başlatıldığını duyuruyor...

Kuşkusuz 22 irili ufaklı etnik ve dini topluluğun yaşadığı Suriye, sosyo-kültürel açıdan Afganistan gibi değildir. Yine de hatırlatmakta yarar var. Evet, Afgan toplumunda ülkede aşiretler ve tabanları da vardı. Ancak sosyal ve siyasal hayata egemen değillerdi...

Afganistan’da 1950’lerden 1980’lere kadar Batı tarzı hayat egemendi. Kadınlar fistan, entari ve kısa etekle dolaşabiliyorlardı. Başları da ya geleneksel yazma ve örtüyle bağlıydı veya açıktı. Batılı turistlerin ve hatta hippilerin tercihli uğrak yeriydi...

Colani’nin Herkese Mavi Boncuk Dağıtma ve Şirin Gözükme Taktiği...

Colani’nin lideri olduğu HTŞ örgütünün desteğiyle İdlib’te kurulan güya sivil Suriye Selamet Hükümeti (SSH) idaresinin temel icraatı şuydu: Kuran ile Sünnetin (Peygamberin söz ve edimlerinin bütününün) esas olması kaydıyla hayat tarzının şeriat hükümlerine göre düzenlenmesi....

İdlib’te tahakküm kurmuş olan tek adam ve tek hükümet, Türkiye’ye tümüyle bağlı olan Suriye Milli Ordusu ve onun sivil uzantısı sayılan Geçici Hükümet’in il sınırları içindeki bürolarını kapatıp Türkiye’nin askeri denetimi altındaki bölgelere taşınmasını istedi...

Esasen Şam’da vitrinlik mal tarzında kurulmuş olan Geçici Sivil Hükümet içinde bölgedekilerin ve batılı her devletin gönlünü alabilecek sivil-askeri-idari bir sentezin yapıldığı gözleniyor. Bir anlamda bu bir SOW yani Çalışma Beyanıdır. Hizmet sağlayıcı ile müşteri arasında bir projeyi tamamlamak için gereken belirli görevleri, teslimatları ve kilometre taşlarını ana hatlarıyla belirten ayrıntılı, resmi bir belgedir...

Söz gelimi Colani, daha önce baba ve oğul Esat yönetimi döneminde Dışişleri Bakanlığı ve Başkan Yardımcılığı gibi makamlarda bulunan Faruk El Şara (ki geniş anlamda biyolojik akrabasıdır) ile görüşüp nasihat ve tecrübelerini dinliyor. Yetmiyor; Beşar Esat’ın eski kadın danışmanlarından birini yanına alıyor; Merkez Bankası eski kadın müdürünü aynı göreve atıyor...

Türkiye’ye minnet ödemesi olarak iki Türkmen milis komutanıyla görüşüyor; birkaç Türk temsilcisini geçici hükümete bakan atıyor. Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Mezunu Esad Hasan El Şebani’yi dışişleri bakanı yapıyor. Yine Türkiye’deki üniversitelerden birinde okumuş bir kadını üst düzey bir göreve getiriyor. Sığınmacı kamplarında çalışmış Ayşe El Dibs’i, Suriye’de kadınlardan sorumlu en büyük kurumun baş temsilcisi yapıyor...

TSK’nin emrindeki Suriye Milli Ordusu (SMO) cihatçılarıyla militanlarını yeni kurulacak Suriye ordusu bünyesine almayı kabul ediyor. Ancak onları hassas noktalardan ziyade cephe gerisi bürokrasi kadrolarında istihdam etmeyi tercih ediyor...

Batılıların talepleri, uyarıları ve dayatmalarını görünüşte bile olsa kabul ederek gelecekteki iktidarını sağlamlaştırmaya bakan Colani, son derece eyyamcı bir tutumla kadınların kılık kıyafetlerine şimdilik dokunmuyor. Şimdiki Adalet Bakanı’nın İdlib hükümetinde şeriata aykırı davranan iki kadın hakkında ölüm emri verdiği ortaya çıkınca, onun azledileceğini açıklıyor...

İçkili veya içkisiz eğlence mekânlarını kapatmıyor, başkentte kadın hakları ve laiklik hususunda gösteri yapıp taleplerde bulunan protestocuları bastırma yoluna gitmiyor. Hıristiyan kiliselerine yapılan saldırıları kınayarak “münferit olaylar” şeklinde yorumluyor...

Mısırlı firari cihatçıların yanı başında görüntü vermesi ve birkaçının Mısır’a yönelik yeni bir örgüt kurduğu yolundaki haberlerin ardından Colani’nin, bilhassa kurulduğu belirtilen örgütün radikal sözcüsünü gözaltına aldırarak Mısır’ın öfkesini dindirmeye çalıştığı da biliniyor...

Colani, 2021 yılında bir ABD TV kanalı muhabiriyle söyleşisinin ekseni şuydu: “Biz, IŞİD gibi değiliz. Kelle kesip vahşet uygulamıyoruz. Hatta buna karşı çıkıyoruz. Batı’da hiç eylem yapmadık, bundan sonra da oralarda veya Suriye dışında intihar tarzı şiddet eylemlerine başvurmayacağız. Devrim ihraç etmeyeceğiz.”

Birkaç ay önce Fransız bir muhabirle röportajında Batı kamuoyuna daha ince mesajlar verdi: “Biz bütün din ve inançlara karşı saygılıyız. Hoşgörü ve hakkaniyet temelinde birlikte yaşayabiliriz!”

Aynı muhabirle çarşı pazar gezerken kiliselere de uğradı, oradaki din adamlarıyla el sıkışıp hal hatır sordu. Fransız muhabir ülkesine dönüp söyleşiyi yayınlayınca siyaset bilimi hususunda faaliyet gösteren Paris merkezli bir enstitüde çalışan kimi akademisyenler, Colani’yi “Pragmatist cihatçı” etiketiyle pazarlama yoluna gittiler...

Ben bu taktiğin salt Colani’ye ait olduğundan kuşkuluyum. Büyük olasılıkla Türkiye’deki resmi veya gayri resmi bazı görevlilerle bu işe gönüllü olanlar “image maker” (algı imalatçısı) misyonuyla hareket ederek HTŞ liderine akıl hocalığı yapmış olmalılar...

Nitekim batılılardan esinlenen alaturka algı imalatçıları Colani’nin AVM’lerde sıkça gördüğümüz modaya uygun spor elbiseyle (kravatsız gömlek, moda ceket, dar paça pantolon, sivri burunlu siyah ayakkabılarla) sivil siyaset sahnesine çıkmasını sağladılar. Yine ihtimaldir ki bununla yetinmeyen algı imalatçıları, Türkiye’de kendisine rol model olabilecek bazı “siyasi abilerini” göstererek, takım elbiseye uygun kravat takmasını daha uygun buldular...

Colani’nin AKP iktidarına minnet duygusunu ifade etmesi ve R. Tayyip Erdoğan ile Hakan Fidan ikilisinin kendisine her bakımdan kefil olmaları şimdilik Suriye’nin “Türkiye’nin Şam Eyaleti” olacakmış gibi bir izlenim yaratılması yanlış okumalara yol açabilir...

Colani’nin Suudi Arabistan’ın şimdiki yönetimine hayranlığını ifade etmesi bu ülkenin karadan ve havadan Şam’a insani-lojistik yardımlarını da beraberinde getirdi. Çok daha önemlisi Suudi yönetimi, adeta rekabet ettiği Türkiye’yi devre dışı bırakmak için siyasi kulisler yaptı. Türkiye de Ürdün ile iş birliği halinde Suriye’ye hamilik ve sponsorluk yapma girişiminde bulundu...

Bir kulis iddiasına göre; Mısır yönetimine gönderilen Suudi temsilcisi, “Evet, Türkiye Müslüman bir ülkedir. Colani’ye yardım etti. Ama Osmanlılar bir kere bu bölgeye girerlerse çıkmazlar. En iyisi biz Araplar, Şam yönetimine sahip çıkalım ki, Türkiye’nin bu ülkeye tümüyle egemen olmasının önüne geçelim” demiş!

Aynı düzlemde Colani, başkent Şam’daki Sanayi ve Ticaret Odası üyesi iş adamlarını toplayarak ortak bir karar almalarını sağladı: “Suriye, gelecekte piyasaya ekonomisi temelinde bir siyaset güdecektir” dedi...

Samir Amin önceden yazmıştı: “Halkı Müslüman olan ülkelerdeki İslamcıların ileri sürdükleri ‘alternatif ekonomi’ gerçekte küresel kapitalizmin Müslüman mahallesindeki işportacılığından başka bir şey olamaz!”

Özetle bölgesel ölçekteki büyük güçler, Suriye siyaset ve ekonomi pazarında söz sahibi olabilmek için kıyasıya rekabet edecekler. Benzer bir rekabet bölgesel güçlerle ABD, AB, Japonya, Rusya ve Çin’in politikalarına da yansıyacaktır. Bütün bu nedenlerle Türkiye, Arap ve Batı medyasında Colani’nin yıldızı parlatılmaya, karanlıkta kalan yüzü makyajla aklanmaya çalışılıyor...

Suudi Arabistan’ın mevcut yönetimi için “buna hayranım” diyen Colani; kadın hakları, hoşgörü, adalet, eşitlik, ayrım yapmama, hak ve özgürlükler gibi temel konularda her giden yabancı ülke yetkilisine (mesela ABD, Fransa, Almanya, NATO vb.) “bu işleri oldu biliniz” yolundaki söylemini değiştirmiyor. Tam tersine HTŞ lideri radikal bir “reformcu” ve “sipariş alan” kişi görüntüsü veriyor...

Gelgelelim vitrindeki bu yüzün arkasındaki karanlık depoda farklı gelişmeler var. Birkaç örnek verelim...

* İdlib’deki mikro şeriat hükümetinin (Suriye Selamet Hükümeti) neredeyse bütün bakanları ve bürokratları, başkent Şam’a taşınıp Colani tarafından tayin edilen yeni Geçici Hükümet’in üyeleri haline getirildi...

* Colani, bu vitrinlik hükümete paralel olarak hemen tümüyle cihatçılardan oluşan komutanlara albay-tuğgeneral rütbesi vererek, onları savunma bakanlığı kadroları haline getirdi. Keza kimi cihatçı komutanları İdlib, Halep, Şam ve Lazkiye valisi olarak atadı...

* Emevi Camisi’ni ziyaret edip namaz kılan bazı cihatçı komutanlar, “Şükür ki bu tarihi cami aslına, Ehli Sünnet cemaatine döndü. Bundan böyle Rafızilere (Alevi ve Şiilere) yer yoktur” dediler...

* Çok sayıda cihatçı komutan yine aynı camiyi ziyareti sırasında El Kaide lideri Usame bin Ladin’in katledilmesinden sonra yerini alan Eymen Zevahiri ve Irak’taki kolunun lideri (2003-2006) sayılan Ebu Musab Zerkavi’nin ruhları için dua okudular...

Başlı başına bunlar, cihatçıların gönlünde yatan aslanın El Kaide çizgisinde bir siyaset, mücadele ve hayat tarzı olduğunun tipik göstergeleridir. Nitekim uygulamada, söylem ve vaatlerin tersine hadiseler yaşandığı görülmektedir...

Örneğin Alevi kutsal mekânlarına saldırılıyor. Lazkiye ile Hums dolaylarında Esat yanlısı sivil veya milislere yönelik operasyonlar sürüyor. Sadece Hama ve Hums’ta katledilen masum Alevi sayısı 160’tan fazla. Alevi kitleleri zulüm ve zorbalık nedeniyle Lübnan’a kaçıyor. Bu sayının 100 bine yakın olduğu söyleniyor...

Yılbaşı münasebetiyle kiliseler önüne dikilen Noel Ağaçları ya yakıldı ya da sökülüp atıldı. Hama’daki kiliselerde bulunan azizlerin lahitleri tahrip edilmişti. Kontrol noktalarındaki ilk soru “Alevi misin, Sünni mi?” Ya da “Müslüman mısın Hıristiyan mısın” oluyor. Mezhepçilik damarlarda durduğu gibi durmuyor, düdüklü tenceredeki kaynar su misali patlayıp dışarıya taşabiliyor...

Çelişki ve iç-dış çatışmalara bakıldığında son zamanlarda “light cihatçı”, “kravatlı İslam”, “Şam İslamı” veya “Erdoğanvari İslam” tarzındaki bütün o yumuşatma ve cici gösterme gayretlerinin sahadaki gerçeklerle örtüşmediğini söylemek veya yakın dönemde istikrarsızlık ve kaosun bölgeye hâkim olabileceğini öngörmek kehanet sayılmasa gerek...

Doğrudur; HTŞ’nin Şam’da iktidar olması dünyanın birçok yerinde (Lübnan, Türkiye, Mısır, Sudan, Somali, Orta Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinde) cihatçı söylem ve zihniyete sempatinin doğmasına yol açmıştır. Cihatçıların simgesi kara bayrakların satın alınıp taşınmasında büyük artış söz konusudur...

Türkiye’deki gericilik ve İslam, geleneksel biçimde tarikat temellidir. Ancak izleyip okuyabildiğim kadarıyla Türkiye’deki milliyetçi-mukaddesatçı medyada yaygın “cihat söylemleri” kullanılmakta; tartışmalar bu eksen üzerinde yoğunlaşmaktadır. O kadar ki Türkiye’deki İslamcılar, kendi ülkelerinde kurmayı hayal ettikleri İslam devletinin bir modelinin Şam’da gerçekleşmesi üzerine ciddi olarak canlanıp harekete geçmeye hazırlanmaktadır...

Suriye, bu haliyle Birleşmiş Milletler teşkilatının resmi-meşru üyesi olarak kabul edilip batılılarca da tanındıktan sonra bu ülke, bir anlamda “resmi ve meşru cihat yurdu” sayılacaktır. Oraya gidip askeri-ideolojik eğitim almak da yasadışı sayılmayacaktır...

Bu gidişle zamanın ruhu, en azından kısa dönemde “meltem” tarzındaki cihatçılık rüzgârının yumuşak esintisiyle şişirilecektir. Diyalektiği hatırlayarak bu derin karmaşanın fırsat yönü iyi değerlendirilirse cihatçılık panzehrinin bulunabilmesinin devrimci pratiklerin ortaya çıkmasına ve boşluğu doldurmasına bağlı olduğunu vurgulayarak yazıyı sonlandırayım...

[1] Çiçek, N. (2024) “HTŞ lideri Ahmet eş-Şera (Colani) kimdir?”, Independent Türkçe, https://www.indyturk.com/node/750107, Nevzat Çiçek, 6 Aralık 2024

[2] Kıvanç, Ü. (2025) “HTŞ’ye cihatçı eleştiri / 1”, Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/htsye-cihatci-elestiri-1-makale-1749307

[3] Kıvanç, “HTŞ’ye cihatçı eleştiri / 1”.

[4] Kıvanç, Ü. (2025) “HTŞ’ye cihatçı eleştiri / 3”, Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/htsye-cihatci-elestiri-3-makale-1749655

[5] https://www.majalla.com/node/323356/ ve https://www.aljazeera.net/politics/2024/12/9

[6] الطريق من قندهار إلى دمشق, Kemal Âlâm, 30 Aralık 2024

[7] الصفحة غير موجودة, “عذراً ، الصفحة التي تبحث عنها غير متاحة,يمكنك المحاولة مرة أخرى باستخدام أداة البحث أو استكشف المزيد من المحتوى الرائع أدناه.”, https://www.aljazeera.net/politics/2024/1/9

NOT : Bu yazı Teori ve Eylem dergisinden alınmıştır…

Önceki Haber Sansüre karşı mücadele bir sınıf mücadelesidir!
Sonraki Haber Depremin toplumsal etkileri...
Benzer Haberler
Rastgele Oku