Birol KESKİN'in yazısı...
[email protected]
Ahlak nedir? Çoğu zaman bu soruya verilen cevaplar, yalnızca bireyin özel yaşamına, hatta sadece cinselliğe indirgenir. Oysa ahlak, bundan çok daha derin bir kavramdır: İnsanların bir arada yaşayabilmesi için kurduğu vicdani, toplumsal ve siyasi bir dil. Aslında ahlak, insanın kendi çıkarı ile başkasının hakkı çatıştığında hangi tarafta durduğunu gösteren aynadır...
Tarih boyunca filozoflar bu soruya farklı yanıtlar verdiler. Sokrates kötülüğün bilgisizlikten doğduğunu söyledi; Aristoteles, erdemi aşırılıklar arasında bir denge sanatı olarak tanımladı. Kant, çıkarı değil ödevi merkeze koydu: “Doğruyu, doğru olduğu için yapmak.” Nietzsche ise tüm geleneksel kalıpları yıkarak insanı kendi değerlerini yaratmaya çağırdı. Görüldüğü gibi ahlak, her çağda yeniden sorulan ve her seferinde farklı cevaplar bulan bir sorudur...
Bugün ise mesele çok daha yakıcıdır. Çünkü çağımız, bilim ve teknolojide ilerlerken aynı zamanda büyük bir ahlaki çözülmeye de tanıklık ediyor. Yolsuzluk sıradanlaşıyor, çıkar siyaseti adaletin önüne geçiyor, doğa hoyratça tüketiliyor. Siyasal iktidarlar çoğu zaman ahlakı bireylerin yaşam tarzına indirgenirken, savaşları, açlığı, eşitsizliği, yoksulluğu göz ardı edebiliyor. Oysa gerçek ahlaki sorunlar tam da buradadır: Bir çocuğun açlıktan ölmesi, bir toplumun savaşa mahkûm edilmesi, bir liderin halkına yalan söylemesi… Bunlar yalnızca siyasi değil, en derin anlamıyla ahlaki suçlardır...
Demokrasi de, insan hakları da, aslında ahlaki bir zemine yaslanır. Bir toplumun gerçek ahlakı, iktidar sahiplerinin güçsüzlere nasıl davrandığında ortaya çıkar. Azınlığın hakkını korumayan bir çoğunluk, eşitlik yerine ayrıcalığı, adalet yerine gücü seçiyorsa, orada ahlak çürümeye başlamış demektir. Bu yüzden ahlak yalnız bireyin değil, toplumun ve siyasetin de pusulasıdır...
Ahlaklı olmak, yalnızca kurallara uymak değildir. Asıl mesele, vicdanı diri tutmaktır: Haksızlığa susmamak, güçlüye değil haklıya taraf olmak, başkasının acısını kendi kalbinde hissedebilmektir. Çünkü ahlak, insanın yalnız kendisi için değil, başkaları için de yaşamasının adıdır...
Ve nihayet… Ahlak, insanın kendi içindeki sessiz mahkemesidir; ne polis görür, ne yasa yazar, ama herkesin kalbinde hükmünü verir. Toplumlar bu mahkemeyi unuttuğunda, yolsuzluk sıradanlaşır, zulüm normalleşir, adalet kâğıt üzerinde kalır. Oysa ahlak, insanın hem kendisine hem de başkasına borçlu olduğu en eski sözdür. Bir gün bu sözü kaybedersek, geriye ne demokrasi kalır, ne insan onuru, ne de umut. Belki de bu yüzden ahlak, yalnızca bireysel bir erdem değil, insanlığın ortak vicdanıdır...