Demokrasinin Görünmez Duvarları: Tarikat Şeyhleri, Köy Ağaları ve Özgür Olamayan İnsan...

Demokrasinin Görünmez Duvarları: Tarikat Şeyhleri, Köy Ağaları ve Özgür Olamayan İnsan...

Birol KESKİN'den...
[email protected]

Düşünün: Doğduğunuz topraklar, hangi partiye oy vereceğinizi, kiminle evleneceğinizi, hatta nasıl düşüneceğinizi söylüyor. Bu, uzak coğrafyaların hikâyesi değil; yanı başımızda, bu topraklarda yaşanıyor...

Bir Düzenin Gölgesi: Köy Ağaları, Tarikat Şeyhleri ve İtaat Kültürü...

Türkiye'nin birçok bölgesinde yüzyıllardır süren bir düzen var: Köy ağaları ve tarikat şeyhlerinin oluşturduğu güç ağları. Bu düzende insan, geleneksel yapılara ve dini liderlere bağlı. Bu, sadece bir saygı değil; bir itaat kültürü. İnsan kendi hayatına dair kararları kendi veremiyor, "birey" olamıyor. Peki birey olamayan insanlardan, özgürlük ve eşitlik üzerine kurulu bir demokrasi bekleyebilir miyiz?

Demokrasi, Özgür İnsan ve Eşit Koşullar İster...

Demokrasinin özü, özgür bireyin iradesidir. Ancak özgürlük yalnızca oy vermek değil; düşünmek, sorgulamak, kendi geleceğini tayin edebilmektir. Köy ağasının ya da tarikat şeyhinin "şuna oy ver" dediği bir düzende, sandık bir gösteriden ibarettir. Bu düzen, kadınları ve gençleri susturur, yoksulu bağımlı kılar. Yoksulluk, sadece ekonomik bir durum değil, itaat üretiminin aracı haline gelir. İnsan geçimini sağlayamadığı sürece, özgür iradesi de güvende değildir...

Sınıf Mücadelesinin Unutulmuş Gerçeği...

Bugün Türkiye'nin en büyük çelişkisi, bir yanda üretmeyen ama kazanan sınıflar; diğer yanda üreten ama yoksullaşan milyonlardır. Feodal düzenin yerini sanayi devrimi almadı, sadece biçim değiştirdi. Köy ağaları artık fabrika sahibidir, tarikat şeyhleri ise bir vakıf ya da şirket yöneticisidir. Devlet ihaleleri, cemaat ağları ve siyasal çıkar grupları, eski feodal düzenin modern biçimidir. Bu yüzden demokrasi, yalnızca bir politik mücadele değil; aynı zamanda bir sınıf mücadelesidir...

Gerçek demokrasi, üretimin adil paylaşımını ve emeğin değerini güvence altına almadan kurulamaz. Eğer işçi, köylü, öğretmen, hemşire ve küçük esnaf ekonomik olarak bağımsız değilse, özgür irade de bir yanılsamadır...

Fırsat Eşitliği: Kalkınmanın Temeli...

Bir ülke, fırsat eşitliğini yaratmadan kalkınamaz. Çocuklar, doğdukları bölgeye, ailelerinin gelirine ya da inancına göre değil; yeteneklerine göre fırsat bulmalıdır. Eğitimde, istihdamda, sağlıkta ve toplumsal yaşamda eşit koşullar yaratılmadıkça hiçbir reform kalıcı olmaz. Gerçek kalkınma, insanın kendi potansiyelini özgürce gerçekleştirebildiği bir toplum düzeniyle mümkündür. Fırsat eşitliği, yalnızca sosyal adaletin değil, demokrasinin sigortasıdır...

Tarihin Derinlerinden Bugüne: Tarikat Şeyhleri ve Devlet...

Tarikat şeyhleri, yüzyıllardır yalnızca dini liderler değil; aynı zamanda ekonomik ve siyasi güç merkezleri oldular. Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren bürokrasiye, Cumhuriyet döneminde ise siyasete sızarak etkilerini sürdürdüler. Bugün bu ağalar, devlette kadrolaşmış, eğitimden adalete kadar birçok kurumu kuşatmıştır. Ama bu sadece "bir grubun devleti ele geçirme hikâyesi" değildir — aynı zamanda devletin denetimsizliğe izin vermesi, kendi laik ve eşit yurttaşlık ilkesinden sapmasıdır. Yani sorun, yalnızca tarikat şeyhlerinde değil; devletin bu yapılarla çıkar ilişkisi kurmasında yatmaktadır...

Dersim: Bir Çatışmanın Aynası...

Dersim, devletin modernleşme arzusu ile yerel güçlerin geleneksel düzenini koruma isteği arasında yaşanan trajik bir kırılmaydı. O dönemde alınan her can bir yaradır. Ancak bu olay, devletin "modernleşme" adı altında toplumsal dönüşümü nasıl sancılı yürüttüğünün de göstergesidir. Bugün hâlâ benzer sancıları yaşıyoruz; çünkü dönüşüm tamamlanmadı...

Bugün: Aynı Mücadele, Yeni Kıyafetlerle...

Bugün köy ağalığı sürüyor; sadece kravat takıyor. Tarikat şeyhleri, köy odalarından çıkıp vakıf tabelalarıyla devlete girdi. Siyasetçiler, oy toplamak için hâlâ bu güç odaklarının kapısında sıraya giriyor. Üstelik bu ilişkiler zinciri artık küresel sermaye ağlarıyla da iç içe geçmiş durumda. Üretim değil, tüketim kültürü üzerinden şekillenen bir toplumda, özgürlük yerini bağımlılığa bırakıyor.

Ne Yapmalı? Cumhuriyet'in Tamamlanmamış Projesini Tamamlamak...

Atatürk ve arkadaşları, tebaadan yurttaşlığa geçişi sağlamak istediler. Ancak bu dönüşüm, ekonomik, sosyal ve kültürel temelleriyle tamamlanamadı. Bugün hâlā "tamamlanmamış bir modernleşme projesi"nin içindeyiz. Bu dönüşümü tamamlamak için:

1. Toprak ve Emek Reformu Şarttır: İnsanlar ekonomik bağımlılıktan kurtulmalı; üretim hakkı ve emeğin değeri korunmalıdır...
2. Sanayileşme ve Üretim Ekonomisi: Tüketen değil, üreten bir toplum olmadan bağımsız demokrasi kurulamaz...
3. Eğitim ve Bilim: Özellikle kız çocukları için laik, bilimsel ve eleştirel düşünmeyi temel alan bir eğitim reformu hayati önemdedir...
4. Kadın-Erkek Eşitliği: Kadınların her alanda görünür ve etkin olması, özgür toplumun ön koşuludur...
5. Tarikat-Devlet Ayrılığı: Devlet, hiçbir tarikat şeyhinin ve dini yapının etkisi altında kalmamalı; yurttaşlarına inançtan bağımsız eşit davranmalıdır.
6. Fırsat Eşitliği: Her bireyin doğuştan sahip olduğu hakları yaşama fırsatına kavuştuğu bir düzen kurulmadıkça, demokrasi yalnızca bir kelimedir...
7. Toplumsal Bilinç ve Eleştirel Düşünce: Devrim, insanın kendi zihninde başlar. Korkunun yerine sorgulamayı, itaate karşı özgüveni koymalıyız...

Son Söz: Duvarları Yıkmak...

Demokrasi, sadece oy vermek değildir. Demokrasi, bir gencin istediği okula gidebilmesi, bir kadının "hayır" diyebilmesi, bir köylünün korkmadan, kimseden icazet almadan oy verebilmesidir. Cumhuriyet'i tehdit eden dış güçler değil, korku, çıkar ve itaat duvarlarıdır. O duvarları yıkmak, hem sınıfsal hem zihinsel bir devrimle mümkündür. Bu, modernleşme projemizin tamamlanmamış en büyük işi ve hepimizin omuzlarındaki en ağır sorumluluktur...

* Bu bir editöryal haberdir.

Önceki Haber Gerçek Mutluluk Üzerine...
Sonraki Haber Sözde "Gerçek Halk İradesi" ve Bonhoeffer'in Uyarısı: Aptallık Tohumları mı Ekiyorsunuz, Bay Merz?
Benzer Haberler
Rastgele Oku