Birol KESKİN'in yazısı...
Foto:İrfan Erdoğan…
Giriş...
CDU Başkanı ve Şansölye Friedrich Merz'in geçen haftadan beri Almanya'daki yabancılar hakkındaki açıklamaları, sadece politik bir spot ışığı değil, aynı zamanda ciddi bir yankı uyandırıyor: "Biz" ve "Siz" olarak bölünmüş bir toplum. Bu yankının bir adı var: Dietrich Bonhoeffer. Leibniz, Kant ve Goethe'nin eserleriyle akıl, bilim ve şiirin bir ışık kulesi haline gelen bir ulusta, Merz'in retoriği şu soruyu gündeme getiriyor: Bu kadar gelişmiş bir toplum nasıl manipülasyona yenik düşebilir?
Bonhoeffer'ın Bize Öğrettiği: "Aptallık" Bir Zeka Meselesi Değil, Ahlaki Bir Çöküştür...
Bonhoeffer, haksızlığa direnişi uğruna ölümü seçen biri olarak "aptallığı" yeniden tanımlar. Ona göre aptallık, zeka eksikliği değil, toplumsal manipülasyonun sonucudur. İnsanlar sistematik propagandaya, korkuya ve dışlayıcı söylemlere maruz kaldığında, eleştirel düşünme yeteneklerini kaybederler ve kolayca yönlendirilebilir kitlelere dönüşürler. Aydınlanmanın, Kant'ın felsefesinin, Leibniz'in matematiğinin ve Goethe'nin şiirinin ülkesi Almanya bize gösteriyor ki: Eğitim ve kültürel başarılar tek başına ahlaki çöküşten korumaz. En ilerici toplumlar bile korku ve bölünme yoluyla aklını kaybedebilir. Bu, günümüz için en önemli uyarıdır...
Merz'in Retoriği: Almanya'nın Entelektüel Geleneğine İhanet...
Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Şansölye Merz'in açıklamaları endişe vericidir. Yabancıları toplumsal sorunların nedeni olarak genel bir şekilde göstermek, klasik bir "toplumu manipülasyon" dur. Bu söylem, eleştirel düşünce ve evrensel insanlık temeline dayanan Almanya'nın akıl ve aydınlanma mirasıyla çelişmektedir. Bu retoriğin hedefleri şunlardır:
Basit bir günah keçisi yaratmak: Konut sıkıntısı, işsizlik veya sosyal eşitsizlik gibi karmaşık sorunlar bir "yabancı sorunu"na indirgenir. Bu, dikkati dağıtır ve gerçek çözümleri engeller.
Yapay bir "Biz" duygusu yaratmak: Kendi politik tabanını "gerçek Almanlar" veya "halk" olarak tanımlamak, yabancıları ve onları destekleyenleri dışlar. Bu, politik destek pekiştirmeye hizmet eder ve toplumu böler...
Eleştirel düşünceyi bastırmak: "Halkımız tehdit altında" diye inananlar, rasyonel yerine duygusal tepki verir. Korku aklı felç eder – Tam da Bonhoeffer'ın "aptallık tohumu" dediği şeyin filizlendiği yer burasıdır: devre dışı bırakılan akıl...
Gelişmiş Bir Toplumun Manipülasyon Tehlikesi...
Tarih gösteriyor ki, en eğitimli ve kültürlü toplumlar bile popülist söylemlerle manipüle edilebilir. Düşünürleri, bilim insanları ve şairleriyle dünyayı zenginleştirmiş Almanya bir istisna değildir. Basit düşman imgeleri yaratılıp korkular körüklendiğinde, aydınlanmış bir toplum bile eleştirel sorgulama yeteneğini kaybeder. Adım adım, aklın ve insanlığın arka plana itildiği, ahlaken yıpranmış bir toplum ortaya çıkar. Bu yöntemler yeni değil – daha ince, daha hızlı, daha süslü olabilirler, ancak sonuç benzer kalır: Demokratik ve entelektüel değerlerini tehlikeye atan, bölünmüş bir toplum...
Sonuç: Akıl, Ahlak ve Sorumluluk...
Bonhoeffer şöyle der: Aptallığa karşı entelekt zeka değil, ahlaki cesaret ve eleştirel düşüncenin beslenmesi yardım eder. Almanya'nın entelektüel geleneği – Leibniz'in mantığından Kant'ın etiğine, Goethe'nin hümanizmine kadar – Bu aklı korumamızı gerektirir...
Politikacılara: Demokratik temelleri ve aydınlanma mirasını kısa vadeli oylar uğruna tehlikeye atmayın. Almanya'nın gücü sadece ekonomi rakamlarında değil, aynı zamanda şu taahhütte yatar: Bir daha asla bölünme ve dışlanma yaşanmayacak. Bu taahhüdün boş bir laf olarak kalmasına izin vermeyin...
Topluma: Basit düşman imgelerine inanmayın. Karmaşık sorunların basit suçluları yoktur. Almanya'yı bir kültür gücü yapan eleştirel aklınızı ve insanlığınızı koruyun. Tarihin en karanlık sayfaları, "Sadece fikrimi söylüyorum ve onun dışında susuyorum" diyenler tarafından yazılmıştır...
Almanya'nın onuru yeniden sınav masasında: "Gerçek halk" kökenden değil, tavırdan doğar. Bu tavrı yaşayanlar sadece demokrasiyi değil, aynı zamanda insanın onurunu ve aklı ve kültürüyle dünyaya şekil vermiş bir ulusun mirasını da savunur...
Son Söz:
Özümüz belki de tanıklığımızdır: gördüklerimizin, sessiz kaldıklarımızın ve hissettiklerimizin. Bu metin, işte o tanıklığın sessiz bir dışavurumudur...
* Bu bir editöryal haberdir.







