Birol KESKİN yazdı...
1. Giriş: Toplum, Gelenek ve Otorite...
İnsan toplulukları, tarih boyunca düzen, dayanışma ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitli otorite biçimleri geliştirmiştir. Özellikle Ortadoğu ve Anadolu gibi çok kültürlü ve devlet otoritesinin zayıf olduğu coğrafyalarda, aşiret reisleri ve Alevi dede ocakları gibi geleneksel otoriteler, toplumsal düzenin temel taşları olmuştur. Bu yapılar, adaletin sağlanması, ihtilafların çözülmesi ve topluluğun korunması gibi işlevler üstlenmiştir. Örneğin, Türkiye’de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde aşiret reisleri, kan davalarını çözerek ve malların paylaşımında otorite olarak hareket ederken, Alevi dedeler cem törenlerini yönetmenin ötesinde toplumsal anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapmıştır.Modern dünyada ise bireycilik, hukukun üstünlüğü ve evrensel insan hakları, geleneksel otoritelerin sorgulanmasına yol açmıştır. Bu yapılar, bireysel özgürlüklerin önünde bir engel olarak görülse de, aynı zamanda dayanışma, karşılıklı yardımlaşma ve manevi destek sağlayan mekanizmalar olarak işlev görmüştür. Örneğin, göçebe topluluklarda aşiret dayanışması, dış tehditlere karşı hayatta kalmanın temel yolu olmuştur. Bu ikili karakter, geleneksel otoritelerin hem koruyucu hem de kısıtlayıcı yönlerini ortaya koyar.Bu makale, aşiret ve dede kurumlarının tarihsel kökenlerini, toplumsal işlevlerini ve modern demokratik değerlerle olan gerilimlerini inceleyecek; birey ile topluluk arasındaki kadim gerilimi anlamak için Hannah Arendt’in otorite, Michel Foucault’nun iktidar ve Jürgen Habermas’ın iletişimsel akıl kavramlarını temel referans olarak kullanacaktır...
2. Aşiret ve Dede Kurumlarının Tarihsel Kökeni...
Aşiret yapıları, Ortadoğu, Anadolu ve Kuzey Afrika’da binlerce yıllık bir geçmişe sahip, kan bağına dayalı sosyal örgütlenmelerdir. Bu yapılar, ekonomik dayanışma ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için ortaya çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki aşiretler, sınır bölgelerinde devlet adına vergi toplayarak ve asayişi sağlayarak merkezin desteğini almış, buna karşılık iç özerkliklerini korumuşlardır. Örneğin, Bitlis ve Van’daki aşiretler, devletin temsilcisi olarak işlev görürken kendi geleneksel düzenlerini sürdürmüştür.Alevi topluluklarında ise dede ocakları, dini ve toplumsal liderlik rollerini birleştirmiştir. Maraş ve Dersim bölgelerindeki dedeler, cem törenlerini yönetirken aynı zamanda evlilik anlaşmazlıklarından arazi ihtilaflarına kadar geniş bir alanda otorite figürü olmuştur. Seyyidlik ve şeriflik iddiaları, bu liderlerin dini ve sosyal meşruiyetini güçlendirmiştir. Ancak, sözlü geleneğe dayalı bu yapılar, modernleşme ve yazılı hukuk sistemleri karşısında adaptasyon zorlukları yaşamıştır...
3. Geleneksel Otoritenin İşlevleri ve Avantajları...
Geleneksel otoriteler, toplumsal düzenin sürdürülebilirliği için kritik işlevler üstlenmiştir. İlk olarak, sosyal dayanışmayı ve aidiyet duygusunu güçlendirmiştir. Aşiretlerde yoksul ailelere hayvan veya tarla yardımı yapılması, bu dayanışmanın bir örneğidir. İkinci olarak, kan davaları ve aileler arası anlaşmazlıklarda arabuluculuk yaparak toplumsal barışı sağlamışlardır. Mardin ve Urfa’daki barış törenleri, bu işlevin somut bir göstergesidir. Üçüncü olarak, dedeler gibi liderler, cem törenlerinde nasihatler vererek topluluğun değer sistemini ve normlarını korumuş, genç nesillerin toplumsal bağlılığını güçlendirmiştir.Ancak, bu yapıların hiyerarşik ve patriyarkal doğası, bireysel özgürlükleri kısıtlayarak modern demokratik değerlerle çatışmıştır. Örneğin, kadınların miras hakkı veya evlilik kararlarındaki sınırlamalar, bu yapıların eşitlikçi normlara ters düşen yönlerini ortaya koyar....
4. Modernleşme, Bireycilik ve Eleştirel Düşünce...
Sanayi devrimi ve modernleşme süreci, bireyciliği ve eleştirel düşünceyi ön plana çıkarmıştır. Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulması, aşiret yapılarının hukuken tanınmamasını sağlayarak bireylerin yurttaş kimliğini güçlendirmiştir. Kentleşme ve göç, özellikle İstanbul ve İzmir gibi şehirlere yerleşen Doğu kökenli ailelerde, bireylerin kolektif kimliklerden bağımsızlaşmasını hızlandırmıştır. Eğitim ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması, bireylerin düşünce özgürlük ve kendi yaşamlarını seçme hakkını artırmıştır.Ancak, bireyselleşme, topluluk bağlarını zayıflatarak yabancılaşma ve kültürel kimlik kaybı riskini doğurmuştur. Bu durum, bireycilik ile topluluk aidiyeti arasında bir denge sorunu yaratır....
5. Topluluk Bilinci ile Birey Hakları Arasındaki Gerilim...
Topluluk bilinci, dayanışma ve toplumsal uyumu güçlendirirken, bireysel özgürlüklerle çatışabilir. Michel Foucault’nun iktidar teorisi, geleneksel otoritelerin bireyleri toplumsal normlar yoluyla denetlediğini gösterir. Örneğin, aşiretlerdeki kız kaçırma veya zorla evlendirme uygulamaları, bireysel tercihlerin bastırıldığını ortaya koyar. Demokratik toplumlarda bu gerilim, bireysel hakların korunması ve toplumsal uyumun sağlanmasıyla dengelenmelidir. Kadınların miras hakkı veya eğitim fırsatlarına erişimi gibi konular, bu gerilimin çözümünde kritik öneme sahiptir....
6. Feodal Yapıların Demokratik Gelişimi Engelleme Potansiyeli...
Geleneksel otoriteler, değişime direnç göstererek demokratik gelişimi yavaşlatabilir. Türkiye’de bazı siyasi partilerin aşiret reisleriyle ittifak kurarak oy devşirmesi, demokratik katılımı sekteye uğratmıştır. Hannah Arendt’in otorite kavramı, bu yapıların meşruiyetinin demokratik sistemlerle çatıştığını gösterir. Hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu bölgelerde, kişisel ve hiyerarşik ilişkiler eşitlikçi normların önüne geçerek toplumsal eşitsizlikleri sürdürür...
7. Değişim Olanakları: Hukuk, Eğitim, Ekonomi...
Feodal yapıların dönüşümü için hukukun üstünlüğü temel bir gerekliliktir. Kadınların miras hakkını tanıyan yasal reformlar, hiyerarşik ilişkileri zayıflatmıştır. Eğitim, özellikle kız çocuklarının okullaşma oranlarının artması, bireysel özgürlükleri güçlendirmiştir. Ekonomik bağımsızlık, bireylerin aşiret liderlerinden uzaklaşmasını sağlar. Kentleşme ise yeni sosyal ağların oluşumunu hızlandırarak bireylerin kolektif kimliklerden bağımsızlaşmasına olanak tanır...
8. Sonuç: Demokratikleşme Yolunda Kültürel Süreklilik ve Kırılmalar...
Geleneksel otoriteler, toplumsal dayanışma ve manevi rehberlik sağlamış, ancak bireysel özgürlüklerle çatışmıştır. Demokratikleşme, bu yapıların tamamen ortadan kaldırılmasını değil, kültürel süreklilikle uyumlu bir dönüşümünü gerektirir. Örneğin, dedeler dini törenlerde rehberlik yaparken, hukuki alanda eşitlikçi normlara uyabilir. Eğitim, ekonomik bağımsızlık ve hukukun üstünlüğü, birey-topluluk gerilimini dengeleyebilir. Böylece, kültürel zenginlik korunurken demokratik değerler yerleşebilir...