İktidar Darbesi ve Türkiye’nin Geleceği...

İktidar Darbesi ve Türkiye’nin Geleceği...

Birol KESKİN yazdı...

[email protected]

Türkiye’de demokrasi uzun süredir ağır bir kuşatma altında. İktidar bloku, devletin kurumlarını ve özellikle de yargıyı siyaseti dizayn etmenin bir aracı haline getirerek, iktidar darbesinde yeni bir aşamaya geçmiş bulunuyor...

Son örnek, CHP İstanbul İl Kongresi’nin mahkeme kararıyla iptal edilmesi ve İl Başkanı Özgür Çelik ile mevcut yönetimin görevden alınmasıdır. Bu karar, yalnızca muhalefetin örgütsel iradesine vurulmuş bir darbe değil; aynı zamanda demokrasinin kalbine yöneltilmiş bir saldırıdır. Bu yöntem, 20. yüzyıl otoriter rejimlerinin seçilmiş yönetimlere el koyma taktiklerini anımsatırcasına, artık bir rutin halini almış durumda...

Bugüne kadar belediyelere kayyum atayarak halkın iradesini gasp eden iktidar, artık doğrudan muhalefet partilerinin iç işleyişine müdahale etmektedir. Bu, seçimle elde edilemeyen bir üstünlüğün, hukuk kılıfına büründürülmüş siyasi darbelerle sağlanmaya çalışılmasının açık göstergesidir...

Kurumsal Çöküş...

Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı ortadan kalktığında, hukuk devleti bitmiş demektir. Hukuk devleti, sadece kanunların olması değil, bu kanunların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde şeffaf, öngörülebilir ve herkese eşit uygulanmasıdır. Bugün Türkiye’de yargı, iktidarın sopası haline gelmiş, adalet terazisi siyasetin ağırlığı altında kırılmıştır...

Yaşanan, kanunların varlığı değil, bu kanunların iktidarın siyasi rakiplerini tasfiye etmek için bir araçmışçasına tek taraflı ve öngörülemez biçimde uygulanmasıdır. Bu, hukuk devletini değil, 'kanun devleti' olma tehlikesini işaret eder. Bu durum, yalnızca muhalefeti değil, tüm toplumu baskı altına almaktadır...

Siyasi Mühendislik...

İktidarın hedefi nettir: Kendisine rakip olabilecek her kurumu felç etmek, muhalefeti hareket edemez hale getirmek. Belediye yönetimlerinden sonra şimdi sıra parti örgütlerine gelmiştir....

Ama mesele sadece kurumları etkisizleştirmek değildir. İktidar aynı zamanda halkın kafasını karıştırarak, onu sahipsiz ve savunmasız olduğu hissine mahkûm etmekte; böylece iktidara biat etmeyi dayatmaktadır...

Bu, otoriter rejimlerin en kadim yöntemidir: Toplumu çaresizlik psikolojisine sürükleyerek boyun eğdirmek. Buradaki strateji, seçimi kazansanız dahi iktidar olma ihtimalinizin sistematik olarak elinizden alınacağı algısını topluma yerleştirerek siyaseti anlamsızlaştırmak ve nihayetinde umutsuzluğa mahkum etmektir...

Toplumsal Sonuç...

Bu müdahaleler yalnızca partileri hedef almıyor; halkın demokrasiye olan güvenini de yok ediyor. İnsanlar sandıktan çıkacak sonucun geçerliliğine inanmadıkça, siyaset anlamını yitiriyor. Bu da 'rekabetçi otoriterlik' olarak tanımlanan, seçimin olduğu ancak adil koşulların bulunmadığı rejimlerin en tehlikeli aşamasına işaret ediyor: Toplumu umutsuzluğa mahkûm etmek...

Ve sonuçta Türkiye derin bir kaos ve belirsizlik ortamına doğru sürükleniyor. Güvensizlik öylesine yaygın ki, artık toplumun gidişatı Türkiye’nin gidişatından bile daha tehlikeli bir noktada. Herkes bir barut fıçısı üzerinde oturduğunun farkında....

Yolsuzluklar, akademik sahtekârlıklar, liyakatsizlik, kuralsızlık… Devlete ve işleyişe güven tamamen yok olmuş durumda. Bu, artık kanunların değil, kanun kisvesi altında iktidarın keyfi iradesinin hükmettiği bir 'kanun devleti' modelidir. Bu çürümenin üzerine inşa edilen hiçbir iktidar kalıcı olamaz; ama topluma bıraktığı enkaz çok ağır olacaktır...

Türkiye Nereye Gidiyor?

Türkiye, bu iktidarla birlikte hukuksuzluğun normalleştiği, siyasetin daraltıldığı, muhalefetin felç edildiği bir yola sürükleniyor. Artık seçimler yalnızca bir formaliteye, yargı ise iktidarın bir şubesine indirgenmiş durumda...

Bugün yaşadığımız süreç, bir iktidar darbesinden çok daha fazlasıdır; bu, toplumun iradesini susturma, muhalefeti tasfiye etme ve ülkeyi geri dönüşsüz bir otoriter karanlığa sürükleme hamlesidir...

Türkiye uçurumun kenarında değil, artık uçurumun içinde yuvarlanmaktadır. Bu yuvarlanışı durdurabilecek son fren, toplumun sandığa ve demokratik iradeye olan inancını tümüyle kaybetmemiş olmasıdır. Bu inancı korumak, sadece muhalefetin değil, demokratik bir gelecek isteyen herkesin en temel vatandaşlık görevidir...

Önceki Haber Savaş Doğanın Yasası Değil – Barış Bizim Sorumluluğumuz...
Sonraki Haber Zamanın İki Yüzü...
Benzer Haberler
Rastgele Oku