Zamanın İki Yüzü...

Zamanın İki Yüzü...

Birol KESKİN yazdı...

[email protected]

Bir şehirde yürümek, yalnızca mekân değiştirmek değildir; insan, aynı zamanda kendi geçmişinin katmanlarında yolculuğa çıkar. Her taş, her kaldırım, bir hatıranın sessiz tanığıdır. Yıkılmış bir evin yerinde yükselen otopark, yok oluşun değil, dönüşümün işaretidir. Zira zaman, hiçbir şeyi bütünüyle silmez; yalnızca üstünü örter. Bir yağmur sonrası asfalttan sızan toprak kokusu, gömülü bahçelerin varlığını fısıldar...

Bu noktada, akıl ve kalp arasında bir çelişki belirir. Akıl, ilerlemeyi kaçınılmaz görür: “Şehirler, tıpkı insanlar gibi büyür, nefes alır, değişir.” Mantığın dili düzenli, ölçülü, kesindir. Fakat hafıza başka bir dille konuşur; onun dilinde sokaklar hiç daralmaz, bir fırının buharı hep aynı dansı eder, çocukluk sesleri hep aynı tonda kalır. Bu iki dilin karşılaşması, insanın içindeki sessiz çatışmayı doğurur...

O hâlde sorulması gereken şudur: Zamanın akışına nasıl eşlik etmeli? Onu görmezden gelerek mi, yoksa her değişimde kendinden bir parça bırakarak mı? Belki de asıl mesele, teslim olmak ya da direnmek değil; geçmişle şimdi arasında köprü kurabilmektir. Çünkü insan, yalnızca ilerleyen değil, aynı zamanda hatırlayan bir varlıktır...

Şehirler ölmez; yalnızca yeni hikâyeler anlatabilmek için yeni kelimeler edinirler. İnsan belleği ise bu hikâyelerin en kırılgan, en dirençli taşıyıcısıdır. Aslında yas tutulan şey taş ya da tuğla değildir. Yas tutulan, kendi gölgemizin o taşların üzerinde bıraktığı izdir. Kayıp dediğimiz, mekânın kendisinden çok, zaman içindeki eski benliğimizdir...

Her nesil, kendi çocukluğunu gömecek inşaat alanlarını yaratır. Bu, bir ihanet değil; varoluşun devamlılığıdır. Geçmişin hatıralarıyla, şimdinin talepleri arasında kurulan bu gerilim, insanın kimliğini şekillendirir. Hiçbir sokak bütünüyle yok olmaz; haritalardan silinse bile hafızanın kıvrımlarında yaşamayı sürdürür...

Zamana ayak uydurmak, geçmişi inkâr etmek değildir. Asıl mesele, geçmişi hangi biçimde geleceğe taşıyacağını bilmektir. İlerlemek, omuzlarında bir yükle sürüklenmek değil; mirası içselleştirerek yol almaktır...

Ve bazen, gündelik hayatın sıradanlığında —bir kokuda, bir martının çığlığında, bir vitrinden sızan ışıkta— geçmişle bugün ansızın çarpışır. O çarpışmanın sessizliğinde, insan hem değiştiğini hem de aynı kaldığını fark eder. Zamanın iki yüzü de işte orada birleşir: Biri sürekli ileriye çağırırken, diğeri hatırlamanın zorunluluğunu fısıldar...

 

 

 

 

 

 

 

Önceki Haber İktidar Darbesi ve Türkiye’nin Geleceği...
Benzer Haberler
Rastgele Oku