İnsan Hakları, Emperyalizm ve Mücadele: Beyannameden Günümüze...

İnsan Hakları, Emperyalizm ve Mücadele: Beyannameden Günümüze...

Birol KESKİN yazdı...
[email protected]

Tarihsel Arka Plan...

1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insanlığın İkinci Dünya Savaşı’nın korkunç yıkımından çıkışının sembollerinden biri olarak sunuldu. Faşizmin yenilgisi, toplama kamplarının dehşeti ve milyonlarca insanın ölümü, uluslararası toplumda evrensel değerler etrafında yeni bir mutabakat arayışını zorunlu kılmıştı.Ancak bildirgenin ortaya çıkış koşulları,aynı zamanda kapitalist dünya düzeninin kendi hegemonyasını yeniden inşa etme çabasıyla da yakından bağlantılıydı...

Soğuk Savaş’ın başlangıcıyla birlikte, “insan hakları” söylemi Batı’nın ideolojik üstünlük aracı haline geldi. Kapitalist blok, bildirgeyi bir “evrensel vicdan” metni gibi sunarken, sömürgelerde baskı, darbeler, işgaller ve katliamlar hız kesmedi. Böylece insan hakları, daha doğduğu andan itibaren çifte standartla iç içe geçmişti...

İnsan hakları düşüncesi köklerini burjuva devrimlerinden alır. 18. yüzyıldan itibaren şekillenen bu anlayış, bireysel özgürlükleri kutsarken kolektif hakları arka plana iter. İşçinin emek hakkı, halkların kendi kaderini tayin hakkı ya da sınıfsız bir toplum arayışı, bildirgenin dışında kalır...

Kapitalist düzen, “hak” kavramını çoğu zaman piyasanın sınırları içinde tanımlar. Özgürlük, piyasanın serbest işleyişiyle özdeşleştirilir; eşitlik, sermayenin önündeki engellerin kaldırılması anlamına gelir. Bu nedenle insan hakları söylemi, emperyalist devletlerin elinde seçici bir silaha dönüşür: ABD’nin, AB’nin ya da NATO’nun rakip gördüğü devletlerdeki ihlaller sürekli gündeme taşınır, fakat kendi müttefiklerinin işlediği suçlar sessizlikle geçiştirilir...

Vietnam’dan Şili’ye, Irak’tan Libya’ya kadar pek çok halk, “insan hakları” adına yürütülen işgallerin, darbelerin ve müdahalelerin kurbanı olmuştur. Filistin’de süren sömürgeci işgal ve soykırım karşısında ise bildirgenin sesi kısılır...

Günümüzün Yeni Alanları...

Bugün insan hakları kavramı, yalnızca klasik siyasi özgürlükler çerçevesinde değil, yeni boyutlarda da sınanıyor : Dijital Haklar: Gözetim kapitalizmi bireylerin mahremiyetini tehdit ediyor; kişisel veriler, algoritmalar ve yapay zekâ aracılığıyla yeni bir denetim mekanizması kuruluyor...

Ekolojik Haklar: Kapitalist üretim biçimi iklim krizini derinleştiriyor, doğayı ve yaşamı yok ediyor. Bu, insanlığın en temel hakkı olan “yaşama hakkını” ortadan kaldırıyor.

Göçmen ve Mülteci Hakları: Emperyalist savaşlar ve ekonomik yıkımlar milyonlarca insanı yerinden ediyor; Avrupa sınırlarında, Akdeniz’in sularında binlerce kişi ölüme terk ediliyor...

Bütün bunlar, insan haklarının mevcut düzende ne denli sınırlı ve kırılgan olduğunu gösteriyor...

Sonuç: Hakların Gerçek Sahipleri...

Bugün İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hâlâ bir umut belgesi gibi gösterilse de, emperyalist ve kapitalist güçlerin elinde çoğu kez bir müdahale aracına, ideolojik kalkana dönüşmektedir. Halkların ve ezilenlerin gözünde ise haklar, ancak kolektif mücadeleyle, sınıf dayanışmasıyla, uluslararası kardeşlikle gerçeklik kazanabilir...

İnsan haklarının evrensel bir değer haline gelmesi, ancak kapitalizmin ve emperyalizmin sınırlarının aşılmasıyla mümkündür.Gerçek özgürlük ve eşitlik, bildirgelerin satır aralarında değil, sokaklarda, meydanlarda, fabrikalarda ve halkların direnişinde hayat bulacaktır...

Dolayısıyla asıl sorulması gereken sorular şunlardır: İnsan hakları, sermayenin çıkarlarının hizmetinde bir araç olarak mı kalacaktır, yoksa halkların ortak mücadelesiyle özgürlüğün ve eşitliğin gerçek temeli mi olacaktır?

Yani insanlık kendi yarattığı bu sömürü düzenine karşı insanı savunabilecekmidir?

Önceki Haber Varlığın ve Etkinin Paradoksu: Görünür Olmak mı, Var Olmak mı?
Sonraki Haber Popülizm, Suçlama Kültürü ve Demokratik Alternatifler..
Benzer Haberler
Rastgele Oku