Birol KESKİN her yerde görünmek isteyenleri sizin için yazdı...
[email protected]
İnsan varoluşu, kendisini sürekli olarak dış dünyaya kanıtlama, anlamlı bir etki bırakma ve varlığını onaylatma çabasıyla dolu bir yolculuktur. Bu çaba, toplumun yapılandırılmış sistemleri içinde, bir amaç, bir rol ve bir yer edinme arzusundan beslenir. Ancak bu yolculukta, bir paradoksla karşılaşırız: Gerçek görünürlükle eşdeğer midir?
Emek verir, çabalarız; çünkü içimizde, bir şeyleri daha iyi yapma, eksik olanı tamamlama dürtüsü vardır. Bu, salt bir kişisel çıkar değil, kolektif bir bilincin parçası olma arzusudur. Yaptığımız her eylem, birer iz bırakma girişimidir. Kimi zaman bu iz, bir anıt ağaç gibi somut bir form alır; kimi zaman ise, görme engellilerin hayatını kolaylaştıran bir yasa gibi soyut bir dönüşüm olur...
Ancak bu izler, her zaman onları yaratanın ismiyle anılmaz. Felsefenin "varlık" ve "görünürlük" ayrımına benzer şekilde, bir eylemin değeri, o eylemin ne kadar takdir edildiği veya ne kadar görünür olduğuyla ölçülemez. Bir ağacın gölgesi, onu diken kişinin adını bilmekten bağımsız olarak serinlik verir. Bir yasanın faydası, onu öneren kişinin kimliğinden bağımsız olarak hayatları dönüştürür...
Modern toplum, başarıyı genellikle dışsal ölçütlerle tanımlar: unvanlar, alkışlar ve toplumsal tanınırlık. Bu durum, özde değerli olanın, yani eylemin kendisinin, bir meta gibi algılanmasına neden olur. Eylem, amacına ulaşmak için bir araç olmaktan çıkıp, takdir kazanma amacı için bir araç haline gelir. Bu çarpık algı, kişiyi derin bir hayal kırıklığına sürükleyebilir. “Neden görünmezim?” sorusu, aslında “Varlığım, başkaları tarafından onaylanmadığı sürece anlamsız mı?” sorusunun yankısıdır...
Gerçek varoluşsal tatmin, dışsal onaydan bağımsızdır. O, eylemin doğasında, yani yarattığı faydada gizlidir. Bir sesin duyulmasını sağlamak, bir kişinin yükünü hafifletmek... Bu eylemlerin kendisi, en yüksek ödüldür. Bu durum, Stoacı felsefenin içsel erdeme odaklanmasıyla benzerlik gösterir: Önemli olan, dış dünyanın size ne yaptığı değil, sizin içsel olarak ne kadar erdemli davrandığınızdır...
Heidegger’in de vurguladığı gibi, varlık yalnızca “orada olmak” değil, dünyada bir iz bırakmaktır. İnsan, kendi ölümlülüğünü bilerek yaşar; bu bilincin içinden doğan en derin anlam ise, bireysel hırslardan sıyrılıp kolektif bir bilincin parçası olduğumuzu kabul etmektir. Gelecek nesillere bir iz bırakmak, bu anlamda en büyük ibadet ve en yüce erdemdir...
Sonuç olarak, asıl erdem, görünür olmak için değil, doğru olanı yapmak için çabalamaktır. Kalıcı bir etki, isminizin unutulmasından korkmayan; aksine, eyleminin sonuçlarının kendisinden daha uzun yaşamasını isteyen bir bilincin eseridir. Çünkü bir insanı gerçekten ölümsüz kılan, yarattığı somut eserler veya bıraktığı soyut mirastır...
Bir gün adımız unutulacak. Ama diktiğimiz ağaç, çıkardığımız yasa ya da yaptığımız görünmez iyilik, hiç tanımadığımız insanların hayatına gölge, nefes ve umut olmaya devam edecek. İşte varlığımızın en güçlü kanıtı budur — ve hiçbir takdire muhtaç değildir...