Birol KESKİN yazdı...
[email protected]
Kuzey Ren-Vestfalya’da 14 Eylül’de yapılan yerel seçimler ve 28 Eylül’de tamamlanan ikinci turlar, yalnızca belediye başkanlıklarının kaderini değil, Almanya’daki siyasal dengelerin nereye evrildiğini de gözler önüne serdi. Sandıktan çıkan tablo, partilerin seçmenle kurduğu ilişkinin ne kadar kırılgan olduğunu, demokratik solun kendi içindeki krizini ve aşırı sağın nasıl bir toplumsal boşluğu doldurduğunu açıkça gösteriyor...
Katılım oranlarının görece düşük kalması, seçim sonuçlarının yorumlanmasında kritik bir unsur. SPD, tarihsel tabanına güvenerek seçmeni harekete geçiremedi ve bu mobilizasyon eksikliği, partinin kaybında doğrudan etkili oldu. Halkın güvenini kazanmak, yalnızca adayların performansına değil, aynı zamanda tabanın sandığa gitme motivasyonuna da bağlı...
SPD: Halk Partisinden Statüko Partisine...
SPD, NRW’nin tarihsel olarak en güçlü aktörlerinden biri olmasına rağmen, seçimlerde bu mirası koruyamadı. Partinin hâlâ belli başlı şehirlerde güçlü adaylarla kazandığı başarılar var, ancak bu başarılar partinin kurumsal gücünden çok adayların kişisel etkisiyle açıklanabilir. Seçmen nezdinde SPD, “değişim”in değil, “mevcut düzenin” partisi haline gelmiş durumda...
İşçi sınıfının ve göçmen kökenli emekçilerin doğal adresi olan SPD, bugün bu tabanla bağını büyük ölçüde kaybetmiş görünüyor. Özellikle göçmen kökenli seçmenler artık daha farklılaşmış bir oy tercihi yapıyor; bir kısmı sosyal adalet vurgusuyla Sol Parti'ye, bir kısmı yerel dinamiklerde Yeşiller'e, dini ve muhafazakar değerlere önem veren bir kesim ise CDU'ya yönelebiliyor. Düşük katılım, SPD’nin halk desteğini gerçekte ne kadar koruyabildiğini ölçmeyi zorlaştırıyor ve partinin mobilizasyon gücünü sınırlıyor...
Yeşiller: Umut ile İktidarın Yıpranması Arasında...
Yeşiller, şehirlerde genç ve eğitimli seçmenden hâlâ destek alıyor. İklim politikaları, sürdürülebilir kent yaşamı ve çevreci vizyonları onları cazip kılıyor. Ancak federal hükümette iktidar ortağı olmaları, onları artık bir “umut partisi” olmaktan çıkarıp “hesap sorulan” aktöre dönüştürdü. Ekonomik kriz, enerji fiyatları ve kira artışlarına karşı somut çözümler sunamayan Yeşiller, kırsal bölgelerde neredeyse hiç karşılık bulamıyor...
Die Linke: Varlıkla Yokluk Arasında...
Sol Parti, NRW’de varlık göstermekte giderek zorlanıyor. Parti içi çekişmeler, ulusal düzeydedeki kriz ve liderlik sorunları, seçmen gözünde güven kaybı yarattı. Yoksulluk, kira krizi ve sosyal adalet konularında en net söyleme sahip parti olmalarına rağmen, güçsüzlükleri nedeniyle bu söylem bir yankı yaratmıyor. Sol’un en radikal kanadı seçilebilirlik eşiğini aşamayınca, protes oylarının adresi AfD oluyor...
CDU: Rakiplerinin Çöküşünden Beslenen İstikrar Söylemi...
CDU, seçimlerde kazanan taraf gibi görünse de bu kazanç, büyük ölçüde SPD ve Yeşillerin zayıflığından kaynaklanıyor. Orta sınıfa güven veren “düzen ve istikrar” söylemi işliyor, ancak CDU’nun da toplumsal sorunlara dair yenilikçi bir çözüm sunduğu söylenemez. CDU’nun seçim başarısı, bir “vizyon”dan çok bir “alternatifsizlik” sonucu olarak okunmalı...
FDP: Serbest Piyasa Söyleminin Yerel Sınavı...
Özgür Demokrat Parti(FDP), seçimlerde sönük bir performans sergiledi. Merkez sağ seçmenin büyük kısmı istikrar vurgusuyla CDU'ya yönelirken, FDP'nin serbest piyasa, düşük vergi ve ekonomik özgürlükler vurgusu, yerel seçimlerdeki somut sorunlar karşısında yetersiz kaldı. Enerji krizi ve artan yaşam maliyetleri karşısında "daha az devlet" söyleminin karşılık bulamaması, partinin belediye meclislerinde etkisinin azalmasına neden oldu. Bu durum, FDP'nin federal düzeydeki koalisyon ortaklığının, yerel oylarda bir çekim gücüne dönüşmediğini gösterdi...
AfD: Protestodan Tehlikeli Normalleşmeye...
Seçimlerin en kritik sonucu ise AfD’nin yükselişi oldu. Geleneksel olarak NRW’de güçlü olmayan AfD, bu seçimlerde ekonomik kriz, göç tartışmaları ve sistem partilerine duyulan güvensizlik üzerinden ciddi kazanımlar elde etti. Yerel meclislerde daha fazla temsil kazanmaları, onları sıradan bir protesto hareketinden çıkarıp “meşru bir seçenek” algısına yaklaştırıyor. Bu süreç, Almanya demokrasisi için en büyük tehlike. AfD’nin normalleşmesi, yalnızca demokratik sola değil, bütün toplumsal barışa bir tehdit...
Sonuç: Demokratik Sol İçin Kritik Bir Sınav...
NRW seçimleri bir gerçeği haykırıyor: Halkın güvenini kaybeden demokratik sol, kendi krizinden çıkmadıkça aşırı sağın yükselişi engellenemez. SPD, “halk partisi” iddiasını ancak somut sosyal politikalarla geri kazanabilir ve tabanını harekete geçirecek güçlü bir mobilizasyon mekanizması kurmalıdır. Yeşiller, iktidar sorumluluğunu adil ekonomik çözümlerle dengelemek zorunda. Linke, önce kendi iç bütünlüğünü sağlayıp güven veren bir aktöre dönüşmeli. CDU ise mevcut kazançlarına aldanmamalı; düzen söylemi geleceğe dair vizyon sunmaz. FDP ise yerel siyasette kendine nasıl bir rol biçeceğini yeniden düşünmek zorunda...
Bugün Bielefeld’de oy oranı %10–12 civarında görünen AfD, yarın belediye başkanlığını zorlayabilir. Eğer sol, halkın taleplerini yeniden sahiplenmez ve seçmeni harekete geçiremezse, bu şehir yalnızca kiraların, ulaşım sorunlarının ya da işsizlik kaygılarının değil, demokratik değerlerin de kaybedildiği bir yer olabilir...
Bielefeld sandığında görünen, bir şehrin rakamlardan ibaret tercihi değil; demokratik solun ya yeniden doğuş ya da tarihsel bir çöküş yolunda olduğunu ilan eden işarettir. Bu işareti görmek istemeyenler, yarın çok daha ağır bedeller ödeyecek...
* Bu bir editöryal haberdir.








